SARIK
Başa giyilen giysiler (başlıklar) üzerine sarılan tülbend veya şala verilen ad.
Başı soğuk ve sıcaktan korumak ve daha güzel görünmek için erkekler, eski zamanlardan beri başlarına taktıkları başlıklar üzerine değişik şekil ve renklerde kumaşlar sarmışlardır. Bölgelere, iklimlere, örf ve âdetlere, milletlere, dinlere, sosyal ve dini statülere göre değişik sarık şekilleri vardır. Arabistan çöl ikliminin gereği olarak cahiliye Arapları da başlarına sarık sarıyorlardı. Hz. Peygamber ve Ashab-ı Kiram da, İslâm öncesinde olduğu gibi İslâmdan sonra da sarığı, günlük normal bir giysi olarak kullanmışlardır. Hz. Peygamber’in yeni müslüman olanlara emir veya tavsiye ettiği özel bir sarık şekli olmamış, bu hususta oluşan örf ne ise öyle devam edilmiştir. Tirmizî’nin rivayet ettiği, Müşriklerle aramızdaki fark, başlıkların üzerine sarık sarmaktır” (Tirmizi, Libas, 42) hadisi, yine Tirmizî’nin bildirdiğine göre isnadı sağlam olmayan yani, Rasûlüllah (s.a.s)’e aid oluşunda şüphe olan ve başkaları tarafından da benzeri rivayet edilmeyen hadis anlamına gelen Hasen-garîb bir hadistir ve ravilerinden ikisinin kimliği tam bilinmemektedir. Sarığın mutlaka kullanılması gereken islâmi bir kisve olduğunu ifade eden sahih bir hadis de yoktur. Aslında Hz. Peygamber ve Ashab-ı kiram sarık sarıyorlardı. Meselâ Mekke Fethi günü Rasûlüllah (s.a.s)’in siyah bir sarık sardığı, sarığın ucunu (taylesân) iki omuzu arasına sarkıttığı (Tirmizî, Libas,12; Ebû Dâvud, Libas, 51)… şeklinde rivayetler vardır. Fakat sarık, dinî bir kisve değil, örfün gereği olan bir âdet ve alamettir. Zamanla sarık, müslümanlara özgü bir kıyafet haline dönüşmüş ve adeta alâmet-i fârıka haline gelmiştir. Mesela Osmanlılarda, sadece müslümanlar başlıklarına sarık sarabilirler; gayr-i müslimler sarık kullanamazlar, ancak kendi özel kıyafetlerini giyebilirlerdi. Sosyal, idarî, askerî, ilmî vb. statülere göre farklı sarık şekilleri vardı. 25 Kasım 1925’te çıkarılan Şapka İktisâsı (şapka giyilmesi) kanunu ile erkeklerin şapkadan başka bir şey giymeleri yasaklanınca sarık da yasaklanmış oldu.
Hz. Peygamber’in günlük kıyafeti ne ise, onunla namaz kılıyor, ibadet için ilave bazı özel giysiler giymiyordu. Sarıkla namaz kılması da böyledir. Sarıkla kılınan namazların sarıksız kılınanlardan daha üstün olduğu hakkında rivayet edilen hadisler sahih değil, hatta uydurmadır. Güvenilir hadis kaynaklarında görülmeyen, sadece zayıf ve uydurma haberlerin yer aldığı Deylemî’nin el-Firdevsi, İbn Asâkir’in Tarihu Dımeşk’inde rivayet edilen; “Sarıkla kılınan namaz, sarıksız kılınan 25 namaza, sarıklı cuma da sarıksız 70 cumaya bedeldir. Melekler sarıklı olarak cuma namazını müşahade eder ve güneş batıncaya kadar, sarıkla namaz kılanlara dua ederler”,
“Sarıklı kılınan iki rekat, sarıksız 70 rekattan daha hayırlıdır”, “Sarıkla kılınan namaza on bin sevap vardır” hadisleri hakkında; İbn Hacer (Lisânûl-Mîzân, III-244), Suyûtî, İbn Arrâk, Aliyyul-Kârî, Sehâvî gibi, hadis diye uydurulmuş sözleri tanımada uzman olan hadis imamları, yukarıda geçen bu hadislerin tamamının uydurma olduğunu belirtmişlerdir. Bu hadislerin uydurma olduğunun iki delili vardır: 1. Bu uydurmalarda vadedilen faziletler, vahyin ışığı altında oluşan İslâm akl-ı seliminin kabul edemeyeceği kadar fazladır. 2. Bu hadislerin hiç birisi güvenilir hadis kaynaklarında yoktur ve ravileri zayıf, metruk veya hadis uyduran kimselerdir. Bu tür uydurmalar müslümanları ihlâs ve gayretten kopararak basit şekillere ve tembelliğe sevketmekte, dini doğru anlamalarını önlemektedir. Fazilet, namaz kılanın dış görünümünde değil, kalbi ve gönlü ile, huşû içinde namaz kılabilmesindedir (Daha geniş bilgi için bak: Nâsiruddin el Elbani, Silsiletul-Ehâdîsud-Daîfe, vel-Mevdûa, s. 158-162)
Akif KÖTEN