SANDUKA
Mermerden veya çuha kaplı tahtadan yapılan mezar üstü. Türbelerin içindeki mezarların üzerine tahtadan bir sandık yapılır, üzeri yeşil çuha ile örtülürdü. Sandukaların üst tarafı bazı yerlerde balık sırtı; bazı yerlerde ise iki taraftan darlaşarak birleştirilmiş şekilde yapılır, üzerine puşide denilen sade veya sırma işlemeli bir örtü örtülürdü. Kadınların sandukaları düz olarak yapılmaktaydı. Erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi, ölenin sağlığında giydiği başlıklar konulurdu. Başlığın konduğu ağaca şal veya başka değerli bir kumaş sarılırdı. Sandukaların etrafı gümüşten veya sedef, fil dişi kakmalı ağaçtan parmaklıklarla çevrilir; baş ve ayak ucuna gümüş yahut bakır şamdanlar konulup, geceleri mumlar yakılırdı. Baş tarafına içinde yatan kimsenin ismini gösteren ve faziletinden bahseden yazıların bulunduğu çerçeveli bir levha asılırdı. Türbesiz mezarların üzerindeki sandukalar taştan yahut mermerden yapılır, baş ve ayak ucuna birer taş dikilirdi. Baş tarafında bulunan taşın üzerinde bir kitabe yer alırdı. Yine baş tarafa dikilen taşın üzerine ölünün sağlığındaki makamı ve rütbesini gösteren taştan yontulmuş bir kavuk bulunurdu.
Sandukaların üzeri genellikle bir çatı ile örtülür veya bir türbe yapılırdı. Türbelerin içinde bazan birden fazla sanduka bulunur. Bir mezarın üzerinde Türbe inşa edilmişse, içindeki mezar mutlaka sanduka ile kapatılırdı.
Sanduka yapımının, kaynağı Eski Mısır ve Mezopotamya’da ruhların yeniden bedenlerine döneceği inancına dayanmaktadır. Bundan dolayı, önemli kimselerin cesetleri çürümemesi için mumyalanır ve özel sanduka ve mezar odalarında saklanırdı.
Müslümanlar arasında mezarların üzerinde sanduka yapma geleneği Emeviler döneminde başlamıştır. Rasûlüllah (s.a.s), mezarın üzerinin kireçle boyanması ve herhangi bir şekilde bina yapılmasını yasaklamıştır (Ebu Davud, Cenâiz, 70; Müslim, Cenâiz, 32). Mezarların üzerine sanduka yapılması, bilhassa Emeviler döneminde İslam dışı âdet ve geleneklerin zengin ve yönetici kesimin arasında yaygınlaşması ile ortaya çıkmıştır. Bu gelenek Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından sürdürülmüş olup, aynı boyutlarda olmasa da, günümüzde de devam etmektedir.
Fıkıh âlimlerinin tamamı kabrin üzerine bir bina yapılması veya başka bir şeyle örtülmesinin caiz olmadığı konusunda ittifak halindedirler. Bu hüküm Cabir (r.a)’ın rivayet ettiği; “Rasûlüllah (s.a.s)’i, kabirlerin üzerine oturulmasını, kabirlerin kireçlenmesi ve üzerine bina yapılmasını yasaklarken dinledim” (Müslim, Cenâiz, 32; Ebu Davud, Cenâiz, 70) hadis-i şerifine dayanmaktadır (el-Kasanî, Bedayiu’s-Sanâyî, Beyrut 1982, I, 320; İbn Kudame, el-Muğnî, Mısır ty., II, 509; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, İstanbul 1984, II, 237). Bu hükmün hikmeti, kabir üzerine yapılacak herhangi bir şeyin dünya ziynetinden olduğu ve ölünün buna hiç bir şekilde ihtiyacı bulunmadığı ve gereksiz bir harcama olduğu şeklinde ifade edilmiştir (Kâsânî, a.g.e., aynı yer).
Rasûlüllah (s.a.s)’in mezarın şekli hakkında ortaya koymuş olduğu pratik sünneti de mezarların şeklini açıkça belirlemektedir. Buna göre kabir, kazılırken çıkan toprakla kapatılır, üzeri deve hörgücü şeklinde yerden bir karış yükseklikte olmak üzere düzeltilir. Kabrin baş tarafına bir taş konması ve üzerine sadece kabirde kimin bulunduğunu belirten bir yazının yazılmasında sakınca yoktur. Rasûlüllah (s.a.s); Osman b. Ma’zun’u defnettiği zaman bir taşı kabrin baş ucunâ koymuş ve; “Bununla kardeşimin kabrini tanıyacağım ve ailemden vefat edeni bunun yanına defnedeceğim”demiştir (İbn Abidin, III, 238). Ancak mezar taşlarına gelişi güzel yazıların yazılması yasaklanmıştır (İbn Mace, Cenâiz, 43). Kabrin üzerinin bir çadırla örtülmesi de mekruh olarak kabul edilmiştir. Ebu Hureyre (r.a), öleceği zaman kabrinin çadırla örtülmemesi; Ömer b. Abdülaziz de kabrinin üzerine türbe yapılmaması vasiyetinde bulunmuştu (İbn Kudame, a.g.e., II, 507). Bütün bunlar müslümanlarca bilinen şeyler olmasına rağmen bir gelenek halinde süregelmekte, hayatta bulunan muhtaç kimselere harcanmaktan kaçınılan büyük meblağlar ölüye hiç bir faydası olmayan bu işlere sarfedilmektedir. İbn Abidin, kabir üzerine bina yapmanın caiz olduğunu söyleyen hiç kimseyi görmediğini, bu binaları (türbe veya sanduka) yapanların yasak olduğunu bildikleri halde bunu terketmediklerini söylemektedir (İbn Abidin, a.g.e., III, 237, 238; Ayrıca bk. Kabir, Mezarlık ve Türbe maddeleri).
Ömer TELLİOĞLU