SAKAL-I ŞERÎF
Şerefli, mübarek sakal anlamında Hz. Peygamberin sakalı için kullanılan bir tabir.
“Sakal” türkçe, “şerîf” ise arapça bir kelime olup; “Sakal-ı Şerîf”, kurallara tam uymasa da, Osmanlıca bir tamlama olarak “mübarek, şerefli sakal” anlamına gelmektedir. İslâmî literatüre “Lihye-i Saâdet veya Lihye-i Şerîf” şeklinde geçmiştir.
Bu tabir Hz. Peygamber’in sakalından günümüze kadar ulaşmış olanların belirli gün ve gecelerde ziyaret edilmesi mânasına geldiği de söylenebilir.
Bilindiği gibi, Hz. peygamber saçını ve bilhassa sakalını traş ettiğinde Ashab-ı kiram saç ve sakal tellerini teberrüken saklarlardı. Hz. Peygamber’e ait sakalların günümüze kadar üç yolla ulaştığı düşünülebilir: Birincisi Ashab-ı kiramdan, Hz. Peygamber’in sakalından bir parçaya sahip olanlar bunu ne pahasına olursa olsun korumak azmini göstermiş; vefat ederken de aynı duygularla evlâdına intikal ettirmiştir. Böylece bu sakal telleri asırlar boyunca kutsal bir miras olarak babadan oğula, dededen toruna intikal etmiştir. İkinci yol zaman içinde sonraki asırlarda yaşayan müslümanların da bu mübarek sakaldan bir tek tele bile sahib olmak arzusunu göstermeleridir. Böylece evlerinde, ellerinde sakal-ı şerîf bulunan aileler, komşularına ve diğer din kardeşlerine, gösterdikleri aşırı sevgi ve ilgiden ötürü -ellerindeki miktar elverdiği ölçüde- armağan etmişlerdir. Böylece ikinci elden sahip olan aileler de bunu kutsal bir emanet bilmiş ve muntazam bir şekilde korumuşlardır. Üçüncü yola gelince; zaman içinde halifeler bu tip sakal-ı şerîf parçalarını gerek kaybolabileceği endişesiyle, gerekse halkın rağbet gösterdiği kutsal emanetleri elleri altında bulundurmak gayesiyle Hz. Peygamber’den intikal eden kılıç ve bürde (hırka) gibi şeylerle beraber özel korumaya almışlardır. Tarih boyunca Hicaz bölgesine hizmet götüren müslümanlar tarafından bu emanetler sağlam bir şekilde korunmuştur. Böylece bu emanetler Hulefâ-i Râşidîn’den Emevî’lere, onlardan da Abbasîlere geçmiştir. 1258’de Bağdat’ın Moğollar tarafından tahribini müteakip Abbasî halifeleri Memluk sultanlarına sığınmışlar ve emânât-ı mukaddese (kutsal emanetleri) yi oraya taşımışlardı. Böylece Mısır, Yavuz Selim tarafından 24 Ağustos 1516 tarihinde ele geçirilince -sakal-ı şerîf de dahil- kutsal emanetlerin tümü İstanbul’a getirilmiştir. Tetkiklere göre dînî ve tarihî bakımdan büyük önem taşıyan bu mübarek emanetler başlangıçta devlet hazinesinde korunmuşsa da, sonra Topkapı Sarayının Hırka-i Saâdet dairesinde koruma altına alınmış ve bu itina neticesinde günümüze kadar gelmiştir. Şu anda Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan bu kutsal emanetler arasında yer alan sakal-ı şerîfler değerli sandık ve kutular içinde korunmaktadır.
Yukarıda nakledildiği şekilde hem halk tabakası, hem de siyasî otoriteler tarafından titizlikle korunan sakal-ı şerif telleri büyük camilerde, saraylarda, köşklerde ve konaklarda kandil ve bayramlarda ziyarete açılırdı.
Camilerde sakal-ı şerîf’ler minberlerin son basamağından sonraki sahanlıkta bir kutuya konulmuş şişe içinde ve üstü yeşil örtülü olarak bulundurulurdu. Sakal-ı şerîfin bulunduğu şişe kırk bohçaya sarıldıktan sonra kutuya yerleştirilirdi. Ziyaret sırasında salât-ü selâm ile yerinden indirilir, açılarak mihrabın önünde yüksekçe bir sehpa üzerine konulur ve imam tarafından cemaate ziyaret yaptırılırdı.
Son zamanlarda bu ziyaretin, daha ziyade Ramazan’ın 27. gecesinde yani Kadir gecesinde yapıldığı gözlenmektedir. Şunu da ifade etmek gerekir ki, tarihte sakal-ı şerîf ziyaretleri, müslümanların, Hz. Peygamber’e besledikleri derin sevginin belirtisi olarak bir gelenek tarzında ortaya çıkmıştır (Tahsin Öz, Hırka-i Saâdet Dairesi ve Emânât-ı Mukaddese, İstanbul 1958; M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, 366. Ayrıca bk. “Lihye-i Saadet” maddesi).
Hüseyin ALGÜL