SAİBE (Deve)
Bir hastalıktan ve tehlikeden kurtulmak gayesiyle yapılan adağı yerine getirmek için bir onur işareti olarak serbest bırakılan ve yük vurulmayan erkek veya dişi deveye Arap müşriklerince verilen isim. Araplar cahiliye döneminde, seferden döndükleri zaman veya herhangi bir hastalıktan kurtulmak için, yahut buna benzer herhangi bir hususta adak adayacakları zaman; “benim bu devem Saibe” dir derlerdi.
Arapların cahiliye dönemindeki bu tür adlandırmaları birer âdet haline gelmişti. Bunlar, Allah’ın hükümlerini tanımayarak, kendi hevâ ve heveslerine göre bir yol takib ediyorlardı. Rasûlüllah (s.a.s) Saibe ismini ilk kullanan adamın, Amr olduğunu bildirmektedir.
Zeyd İbn Eslem’den gelen rivayette Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğrusu ben Saibe yi ilk salıveren ve İbrahim (a.s)’ın dinini ilk değiştireni çok iyi biliyorum. ” Orada bulunanlar; “Kimdir o, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sorduklarında Rasûlullah (s.a.s) buyurdu ki; Kaboğullarından Amr İbn Luhay’dir. Ben onu bağırsakları Cehennemde sürüklenirken gördüm. Onun kokusu Cehennemdekileri rahatsız ediyordu…”. Bundan başka bazı rivayetler kaydedilir. İbn İshak bu konuda şunları söylemektedir: Saibe aralarında erkek bulunmamak üzere on tane dişi yavru yapmış devedir. Böyle deveyi Araplar başıboş bırakırlar ve üzerine binmedikleri gibi; yüzünü kesmezler, sütünü sağmazlardı. Ancak sütünden misafire ikram ederlerdi. Ebu Revk diyor ki: “Saibe şu anlamdadır: Bir kişi gidip ihtiyacını gördüğü zaman, malından bir dişi deveyi veya başkasını serbest bırakır ve bu putlar için olsun derdi. Bundan sonra o hayvan ne doğurursa putların olurdu”. İmam Süddî ise şunları kaydediyor: “Araplardan herhangi bir kişi ihtiyacını giderir veya bir hastalıktan şifa bulur veya fazla mal kazanırsa; malından bir kısmını putlar için serbest bırakırdı. Böyle serbest bırakılmış mala kim dokunacak olursa, dünyada cezaya çarptırılırdı” (İbn Kesir, Tefsirul-Kurânil Azim, Ter. B. Karlığa, B. Çetiner, İstanbul 1984, VI, 2497-2505).
Allah’ın hâkimiyetine tecavüz eden ve bununla birlikte, kendi heva ve heveslerine uyarak atalarını izleyip uydurdukları hükümlerine geçerlilik kazandırmak için bu inançlarını Allah’a atfediyor ve yalan yere iftira ediyorlardı. Bunlar:
“Bu davarlar ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır; bir kısım develerin sırtlarına (Saibe vb.) yük vurmak haramdır” derler. Diğer bazı hayvanları da Allahın ismini anmadan boğazlarlar. Bütün bunları Allah’a iftira ederek yaparlar. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır. “Bu davarların karınlarından olan yavrular yalnız erkeklerimize aittir, karılarımıza yasaktır; ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar” dediler. Allah bu tür sözlerin cezasını verecektir. Çünkü O Hakim’dir, Alim’dir” (el-En’am, 6/ 138-139).
Aziz ve Celil olan Allah bütün bunların, kendi dini ve şerîatiyle alakası olmadığını; bu gibi inançlarla kendisine yaklaşılamayacağını açıklamaktadır. Ancak müşrikler hayvanlar hakkındaki bu açıklamaları iftira olarak uydurup şeriat haline getirdiler. Allah Teala bu kimselerin iddialarına, basit düşüncelerine cevap vermekte ve bu hayvanlardan herhangi birini meşru kılmadığını bildirmektedir.
Âllah, “Bahira, Saibe, Vasile ve Hamdan” hiç birini meşru kılmamıştır. Fakat küfretmekte olanlar, Allah namına yalan söyleyerek O’na iftira ediyorlar. Onların çoğunun akılları ermez” (el-Mâide, 5/103).
Böylece Allah Teâlâ bu şekilde hüküm koyanları, akılları ermeyen kişiler olarak nitelendirmektedir. Akılları ermeyen, Allah’ın hükümlerine itaat etmeyen kimselerin uydurdukları hükümler mü’minler için geçerli değildir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim, belirtilen hükümleri koyanları, bu işleri yaparken de Allah’a iftira edenleri tehdit etmektedir.
Mustafa TÜRKERİ