RİVÂYET
Nakletme, anlatma; hadis anlatma, nakletmek ve kendisine nisbet olunana isnad etme anlamında bir usûlü hadis terimi. Rivâyet, sadece sünnetin nakline münhasır değildir. Sünnet dışındaki haberleri, Sahâbe, Tâbiîm ve diğer tabakalardan insanların sözlerini, bunları haber verenlere isnad etmek de rivâyetin kapsamı içerisindedir. Rivâyetle ilgili bu tariften, rivâyetin üç temel unsurunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birincisi, rivâyete konu olan Sünnet veya benzeri olan haber; ikincisi bir haberi kendisine nakledene isnad ile rivâyet eden şahıs (râvi); üçüncüsü de haberi kendisine nakledene isnad ile rivâyet edenden alan şahıs. Rivâyetin her şeyden önce önemli bir gayesi vardır. O da, Hz. Peygamber (s.a.s)’in söz ve fiillerinden ibaret olan sünnetini, yahut daha umûmi manasıyla hadisini asırlar sonra gelecek olan nesillere duyurmaktır. Hz. Peygamber’e ait bilgi ve malumatın duyurulması, neşredilmesi için en emin yol rivâyetin bu üçlü sistemidir. Nitekim Rasul-i Ekrem (s.a.s)’den haberi alan Sahâbî, bunu O’na isnad ile Tabiî’ye rivâyet ettiği gibi; aynı haberi sahâbîden alan tabiî de, onu, kendisine rivâyet eden sahâbî’ye isnâd ile Tabiu’t-tabiî’ye rivâyet etmiş; böylece haberin Hz. Peygamber’den asırlarca sonra yaşamış olan kimseye ulaştırılması mümkün olmuştur (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 371).
Ashab-ı kirâm, Tâbiün ve bu iki nesli takib eden nesiller, rivâyette çok dikkatli olmaya, metnin kesin şekliyle tespitine ve iyi bir araştırmaya büyük önem vermişlerdir. Çünkü rivâyet olunan haber veya hadîs, güvenilir bir hakil yolu ile gelmişse, itibar edilir; böyle bir yolla naklonulmamışsa o rivâyetin bir değeri olmaz. Rivâyetin sıhhati, bu üçlü unsurun sıhhatine bağlıdır. Üçlü unsurun sıhhati ise, rivâyet edilen haberde herhangi bir değişiklik yapılmaması ve rivâyet eden şahsın da haberi, kaynağının isnadının sahih olması ile gerçekleşir.
Diğer kültürlerden farklı olarak, İslâm kültürüne ve İslâm hadîsine hâs olan bu rivâyet usulünün kaideleri Kur’ân-ı Kerimde açıklanmıştır. Kur’ân-ı Kerimde anlatılan rivâyet usül ve kâideleri şöyledir:
l. Yalanın kesin olarak haram kılınması
Bu esas, ilmî emanete, ilmî güvenilirliğe riayeti farz kılıyor. Buna, ilmî konularda hıyânetin haram ve çirkin oluşu prensibi demek mümkündür. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde yalan konuşmak, yalanı malzeme yapmak şiddetle yasaklanmıştır. Yalanın haram oluşu son derece belîğ bir uslubla açıklanmış; hatta yalan, müslüman olmayanların vasfı olarak gösterilmiştir. Müslüman asla yalan söylemez, yalancı olmaz, yalan rivâyete önem vermez. Zira “Yalanı ancak Allah’ın âyetlerine iman etmeyenler uydururlar” (en-Nahl, 16/105). Bir başka ayette şöyle açıklanıyor: “De ki Rabbim sadec’e, açık ve gizli fenâlıkları, günahları, haksız yere tecâvüzü, hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılınıştır” (el-A’râf, 7/33). Yalanın haram kılındığını gösteren daha pek çok âyet bulunmaktadır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Her kim bana kasıtlı olarak yalan uydurursa Cehennem’deki yerine hazırlansın”.
2. Fasık olanın getirdiği haberi reddetmek
Bu esas, şu ayet-i kerîme’de bildirilmiştir: “Ey iman edenler, size eğer bir fâsık bir haber getirirse onu araştırınız” (el-Hucurat, 49/6). Bu âyete göre fâsık birisinin getirdiği haberin iç yüzünün araştırılması ve kabul edilmemesi gerekmektedir. Bir başka kaynaktan bu fâsığın verdiği haber doğru çıkarsa o takdirde güven ve itimad bu ikinci yoldan gelen habere göre olmalıdır. Çünkü fâsık, Allah’a itaat etmekten çıkmıştır ve isyan halindedir. Fâsık yalancıdır.
3. Ravinin haberini kabul etmek için adâleti şart koşmak
Bu esas da ihtilafsız, İslâm’ın koyduğu bir kâidedir. Ayetlerde “İçinizden iki âdil şâhit getirin, şahitliği Allah için yapın” (et-Talak, 65/2);
“Adamlarınızdan iki şâhit tutun, eğer iki erkek bulunmazsa, şâhidlerden râzı olduğunuz bir erkek iki kadın olabilir” (el-Bakara, 2/282) buyurulmaktadır. Bu âyetler her ne kadar görünen, yani dış (zâhir) anlamlarıyla mallar konusunda şehâdet meselesiyle ilgili olsa da; evleviyet tarikiyle bunu hadisin râvisi hakkında da şart koşmaktadır. Çünkü ravi yaptığı rivâyetlerde Allah’a ve Allah’ın Rasûlüne karşı şehâdette bulunmaktadır. İmam Tirmizı bu hususta şöyle demiştir: “Çünkü dinde şehâdet haklar ve mallarda aranan şehâdetten daha fazla üzerinde durulması ve araştırılması gereken bir konudur” (İbn Receb el-Nanbelî, Şerhu İleli’t-Tirmizî).
4. Her meselede tesebbüt etmek, araştırmak
Rivâyet konusundaki bu mühim esas da şu ayetle bildirilmiştir: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur” (el-İsra, 17/36). Bu ayet, bir müslümanın, sahih olup olmadığını kesin bilmediği hususların ardına düşmemesini emrediyor. Bu esas prensip, nakle dayalı ilmin sahih olmasından emin olmayı gerektiriyor. Zira nakle dayalı ilimlerde sahih olup olmadığı araştırıldıktan sonra ancak kabul söz konusu olabilir. Nakledilen bu bilgi, nassın aslına uygun mudur; değil midir? Bunun iyice bilinmesi gerekmektedir.
5. Yalan haberi nakletmenin haramlığı
Bu esas, bize, rivâyet konusunda gerekli olan ihtiyât ölçüsünü göstermektedir. “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme” (el-İsra, 17/36) mealindeki âyet bunu göstermektedir. Sahabeden bir çoğu tarafından rivâyet edilmiş olan şu meşhur hadis de aynı esası bildiriyor: “Kim yalan olduğu zannedilen bir sözü benden (olmak üzere) rivâyet ederse kendisi de yalancılardan biridir” (Müslim, Mukaddime, I,15).
Bu âyet ve hadisler rivâyet sorumluluğunu önemle vurguluyor. Bu konuda gerekli olan ikazları yapıyor. Herhangi bir hadisi duyan kişinin önce bir durup düşünmesi; hadisin sahih olduğu anlaşıldıktan sonra da rivâyet etmesi ve bu rivâyet işinde ihtiyatlı davranmayı elden bırakmaması gerekmektedir. Genel olarak bu esas, uydurma/düzmece bir haber olduğundan korkulan her hadis ve haberi nakletmeyi haram kılıyor.
Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler tarafından esasları ve ölçüsü tesbit edilmiş olan rivâyet meselesi, zarurî bir şeydir. Çünkü ne ilimlerden herhangi bir ilimde, ne de dünyevî işlerden birinde rivâyet ve nakilden müstağni kalınabilir. Çünkü her insan için bütün hâdiselerin vukuu esnasında olay yerinde bulunabilme imkân dahilinde değildir. O zaman, olaylardan uzak olanların bu olaylarla ilgili bilgileri temin etmeleri ancak sözlü veya yazılı rivâyet yolu ile mümkün olabilir. Aynı şekilde, bu olaylardan sonra dünyaya gelenler de ancak bunları kendilerinden öncekiler tarafından rivâyet edilmesi yoluyla bilebilirler. Misal olarak zikretmek gerekirse; geçmiş ve yaşamakta olan milletlerin tarihi, mezhepler, dinler, felsefecilerin görüşleri, bilginlerin tecrübeleri ve ulaşmış oldukları sonuçlar, hepsi bize nakil ve rivâyet yoluyla ulaşmıştır. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s)’in hadislerini ve haberlerini öğrenebilmek işin de rivâyetten başka bir yol bulunmamaktadır. Ancak bu rivâyet işinin sağlam ve sıhhatli olabilmesi gereklidir.
Hz. Peygamber, hadislerinin sahabîler tarafından ezberlenip, zihinlerde korunmasına emir ve işâret buyurmuş ve “Ben size bir hadis söylediğim zaman onu ezberleyip muhafaza ediniz” demişti (Zehebî, Siyerır A’lâmi’n-Nubelâ”, Mısır 1957. I, s. 96). Abdullah b. Mes’ud’un rivâyet ettiğine göre, Rasul-i Ekrem (s.a.s), hadislerini işitip de olduğu gibi başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzlerini ağartması için dua etmiştir (Ebu Davud, İlim, 10; Tirmizî, İlim, 7).
Sahâbe hadîs lafızlarının Hz. Peygamber’den duyulduğu şekilde rivâyet ve tebliğine itinâ göstermiş ve hadisleri değişik lafızlarla ifade edenlere karşı şiddetli itirazlarda bulunmuştur. Sahâbeden Abdullah b. Ömer (r.a) bilhassa Sahâbe arasında hadisleri Hz. Peygamber’den işitilen lafızlarla zabtedip rivâyet etme konusunda oldukça dikkati çekmiştir. O, Rasûlüllah (s.a.s)’dan bir hadisi işittiği veya onunla ilgili bir olaya şâhid olduğu zaman, ondan ne bir şey eksiltir, ne de ona bir şey eklerdi (Müsned, V I I/297-298).
Ashab-ı kiram, hadislerin lafzı lafzına rivâyeti konusunda kendileri titiz davrandıkları gibi, birbirlerine de bunu tavsiye ederler, gerektiğinde birbirlerinin hatalarını düzeltirlerdi.
Hadislerin rivâyet keyfiyeti konusunda iki tür rivâyet şekli bulunmaktadır. Biri, hadislerin kelimesi kelimesine (lafzen) rivayeti; diğeri de mana ile rivâyetidir. Hadislerin lafzen rivâyeti esas ise de; gerek Sahâbe ve gerekse daha sonraki hadis ravilerinin bir çoğu, hadisleri mana ile rivayet etmişlerdir. Hasan el-Basrî’ye; “Dün rivâyet ettiğin hadisin lafızlarını bu gün değiştiriyorsun” diye itiraz edilince, “Manada isabet etmişsem bunda bir beis yoktur” cevabını vermiştir (Hatib el-Bağdadî, el-Kifaye fi İlmi’r-Rivâye, Medine t.y., s. 207).
Hadis kaynaklarında, anlatılan olayın aynı olmasına rağmen, bir kıssanın değişik lafızlarla ve bir çok hadisin de kelimesi kelimesine rivâyet edilmiş olduğunu görmekteyiz. Dikkat edilirse, lafzen rivâyet edilen hadislerin çoğu zaman kısa metinli; manen rivâyet edilen hadisler de genellikle uzun metinli hadisler olduğu görülür. Değişik lafızlarla (manen) rivâyet, hadisin bir kaç lafzında ve çoğu kere müterâdif lafızlarda meydana gelmekte; hadisin tüm lafızlarında vuku bulmamaktadır. Bütün bunlar ciddi araştırmalar neticesi sabit olmuş gerçeklerdir. Hadislerin mana ile rivayet edilmesine ayrıca Rasûlüllah (s.a.s) ruhsat vermişlerdir: “Haramı helal, helali haram kılmadıkça, manada isabet ettiğiniz takdirde, mana ile rivâyet etmenizde bir sakınca yoktur” (Hatîb el-Bağdadî, el-Kifâye fi İlmi’r-Rivâye, Medine t.y., s. 199-200). Bu konuda hadîs, fıkıh ve usul alimleri ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım âlimler hadislerin mana ile rivâyet edilmesine cevaz verirken, bazıları da bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. Mana ile hadislerin rivâyet edilmesine cevaz verenler de bazı şartlar koşmuşlardır. Buna göre ravinin, lafızların mana ve maksatlarını ve bu manaları bozacak halleri iyi bilen birisi olması gerekir. İmam Şafiî bu konuda şöyle demektedir: Sahabenin bazısı Rasûlüllah’ın yanında Kur’an lafızlarında ihtilaf etmişlerdir. Yalnız manada her hangi bir ayrılık yoktu. Allah Rasûlü onlara “İşte böyle; Kur’ân yedi harf üzere indirildi. Ondan kolayınıza geleni okuyun” buyurdular. Allah’ın kitabı hakkında O’nu yedi harfle okuma imkânı olunca, onun dışındaki hadislerin mana ile rivâyetinde her hangi bir mahzûr olmaması gerekir (Şâfiî, er-Risâle, thk: Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut t.y., s. 273, 4). Nitekim hadislerin manâ ile rivâyet edilmesi de İslâm’a hiç bir zarar getirmemiştir. Bunun aksini iddia etmek, ilmî hakikatlerle bağdaşmaz.
Sabahattin YILDIRIM