RİKÂZ
Toprağa gömü yapma, gizleme, ister tabii şekilde bulunsun, ister sonradan konulsun, yer altında gizlenmiş olan mal anlamında bir İslâm hukuku terimi. Maden ve kenz kelimeleri de rikazın eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır. Ancak aralarında kapsam bakımından fark vardır. İbnül-Hümâm bu üç terimi şöyle açıklar:
“Maden sözü adn sözünden gelir ve ikâme etmek demektir. Bir yerde ikâmet eden için “adene bi’t-mekân” denir. Adn cennetleri sözü de buradan gelir. Dil bilimcilerine göre her şeyin merkezi, onun madenidir. Aslında maden sözü, “yerleşmek şartıyla ikâmet edilen yer (mekân)” demektir. Daha sonra Yüce Allah’ın yeri yarattığı günden beri onda terkib ettiği unsurlar için kullanılır oldu. Başlangıçta maden sözünün bu unsurları için kullanılması, karinesiz bir intikâl şeklinde oldu. Kenz; insan eliyle toprağa yerleştirilen şeydir. Rikâz ise; madeni ve kenzi (defineyi) içine alan bir terimdir. Çünkü toprağa yerleştirilen zenginliğin Allah veya başkası tarafından konulması, sonucu değiştirmez” (İbnül-Hümâm, Felhul-kadîr, I, 537).
Hanefîlere göre maden, rikaz veya kenz, aynı anlamdadır. Bunlar toprak altında gömülü bulunan bütün malları ifade eder. Ancak özel anlamda maden; dünyayı yarattığı zaman, Allah’ın arzda yarattığı yer altı zenginlikleridir. Rikâz ve kenz ise ehli küfrün kendi fiiliyle toprağa gömdüğü hazine, define vb. şeylerdir.
Madenler üç kısma ayrılır: 1. Ateşle yumuşayıp erimeye elverişli bulunanlar. Altın, gümüş, demir, bakır, kalay, tunç madenleri gibi. Cıva da bu hükümdedir. Bu çeşit madenler öşür, harac, mülk arazilerde veya sahralarda da bulunsa, nisaba ulaşmasa bile beşte bir zekât gerekir.
2. Ateşle yumuşayıp erimeye elverişli bulunmayanlar. Kireç, alçı taşı, yakut, elmas, firuze, mermer gibi. Bunlardan zekât alınmaz. Bunların tamamı sahibine ve sahibi yoksa bulana ait olur.
3. Sıvı halde bulunanlar. Su, tuz, zift, petrol gibi. Bunlardan da bir şey alınmaz. Bunlar da tamamen arazi sahibine aittir. Ferdî mülkiyete ait erimeyen madenlerle sıvı haldeki yeraltı kaynakları işlenip paraya dönüşünce zekâta tabi olur.
İnsan eliyle gömülen definelere gelince, bunlar da üçe ayrılır.
1. Üzerinde İslâmî devirden kalma veya müslümanlara ait olduğunu gösteren bir alâmet bulunan defineler. Üstünde kelime-i tevhîd yazılı olan gömülmüş sikkeler gibi. Bunlar lukata hükmündedir. Bunları bulanlar yoksul iseler, kendilerine; zengin iseler yoksullara sarf veya devlete teslim ederler.
2. Câhiliyeye ait define. Üstünde put resmi gibi câhiliye belirtisi olan gömülü sikkeler bu gruba girer. Bunların beşte biri zekât verilir. Geri kalanı arazi sahibine, sahibi yoksa bulana ait olur. Dağ, sahra gibi kimsenin mülkü olmayan yerlerdeki bu çeşit definelerin de beşte biri zekât olarak devlete, geri kalanı da bulan kimseye ait olur.
3. Alâmeti açık olmayan defineler. Ne müslümanlara, ne de ehl-i küfre ait olduğunu gösteren açık bir alâmet olmaması hâlinde, bulan kimse bunu ganîmet veya lukata hükümlerinden birisine tabi tutmakta serbest olur.
Ganîmet sayılarak beşte bir zekâta tabi kılınan maden veya rikazın zekâtı, ganîmet verilecek yerlere verilir:
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
“Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganîmetin beste biri Allah’ın, peygamberin ve yakınların, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır” (el-Enfâl, 8/41). Maden ve ehli küfürden kalma defineler de ganîmet sayılır. Çünkü bunlar topraktaki yerlerine, küfür ehli devrinde yerleşmiş veya oluşmuş, daha sonra müslümanlar burasını zorla ele geçirmişlerdir (ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/ 1985, II, 776).
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Hayvanın yaralaması hederdir (tazminat gerekmez). Su kuyusuna düşen hederdir. Maden kuyusuna düşen hederdir. Rikâz da (yer altı zenginliği) ise beşte bir zekât vermek vardır” (Buhârî, Tecrîd-i Sarih Terc, V, 310; ez-Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 380). Burada rikâz, madene ve defineye (kenz) şamildir. Çünkü rikâzın kökü rekz, gömü ve gömülen şeyi ifade eder. Gömenin ya da, toprağın altına yerleştirenin Allah veya insan olması sonucu değiştirmez
Mâlikî, Şâfiî ve bütün Hicaz fakihleri ise bu hadisi şöyle yorumlarlar: Maden rikâz değildir. Çünkü rikâz câhiliye devrinde yere gömülen şeylerdir. Onlara göre, Hz. Peygamber yukarıdaki hadiste, madenle rikâzın arasını atıf “vavı” ile ayırmıştır.
Ancak konuya dil bilgisi açısından dikkatlice bakıldığında, Hz. Peygamber “Maden kuyusuna düşen hederdir”buyurduktan sonra, Madende beşte bir zekât vardır” ifadesini kullansaydı, insan eliyle gömülen defineler hüküm dışı kalırdı. Halbuki “Rikâzda beşte bir zekât vardır” buyurulunca, hem madenler hem de defineler kapsama girmiş olmaktadır. Çünkü rikâz iki manaya da gelmektedir. Kâmus ve diğer lügat kitaplarında rikâz şöyle tarif edilmektedir: “Allah’ın yerleştirdiği, yani maden, câhiliye ehlinin gömdükleri ve madenden altınlar, gümüş parçaları gibi şeyler” (el-Kâmusul-Muhît, ra ke ze maddesi). İbnül-Esîr bu konuda şöyle demektedir: “Hicaz ehline göre rikâz, câhiliye ehlinin yere gömdüğü şeylerdir. Irak ehline göre ise, madenlerdir. Sözlükte iki manaya gelmektedir. Çünkü ikisi de yere yerleştirilmiş, yerde sâbit olmuştur” (en-Nihâye fî Garîbil-Nadîs, II, 107).
Rikâzın madeni de kapsamına aldığını şu hadis ifade etmektedir. Ebû Hanife Amr bin Şuayb babasından, o da kendi babasından rivâyet etmiştir: “Adamın biri harabelerde bulunan şeylerin hükmünü Rasûlüllah’a sormuş, Nebî (s.a.s) şöyle cevap vermiştir: “Onda ve rikâzda beşte bir vardrr” (Ebû Ubeyd, el-Emvâl; Hâkim, Müstedrek ve Ebû Dâvud rivâyet etti. Tirmizi hasen hadis dedı).
İmam Şafiî, İmam Mâlik ve Ahmed bin Hanbel’e göre, madenlerde zekât miktarı kırkta birdir. Bunlar, zekât miktarı icma ve nass’la belirlenen altın ve gümüş paraya kıyas yaparlar. Ancak insan eliyle gömülen rikâzda, şartları varsa beşte bir zekâtı, öngörürler.
Mâlikî mezhebinin meşhur olan başka bir görüşü madencilik konusunda ayrı bir ekonomik teori oluşturur. Buna göre ister katı, ister sıvı olsun yerden çıkan her çeşit maden, İslâm devletine aittir. Maden ocakları ve yer altında bulunan petrol, devletin mülküdür. Çünkü bunlar özel sektöre mülk olarak geçerse, giderek kötü niyetli kişilerin tekelinde toplanabilir. Kötü rekabet kan dökmeye götürebilir. Bu yüzden madenlerin, geliri toplum yararı için harcanan ve devlet temsilcisi tarafından yönetilen bir statüye kavuşturulması gerekir.
Hz. Peygamber’in sünnetinde su, ateş ve otun müslümanlar arasında ortak olduğu açıkça belirtilmiştir. Bir sahabî, Allah elçisinden Ma’rib’deki tuzlayı kendisine ikta’ etmesini istemiş ve Rasûlüllah da bunu ona vermiştir. Ancak adam gidince kendisine: “Ey Allah’ın Rasûlü, ona neyi verdiğinizi biliyor musunuz? Ona sürekli akan ve kesilmeyen suyu verdiniz” denildi. Bunun üzerine tuzla daha sonra geri alınıp, toplumun hizmetine verildi. Rasûlüllah (s.a.s) ölü bir arazi olup, sahabinin bu tuzlayı imar ettiğini düşünmüş, ancak pınar ve kuyu suları gibi kesilmeyen bir su olduğunu anlayınca kendisinden geri almıştır (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, 275, 276, 281).
Hamdi DÖNDÜREN