RABITA
Bağlantı, bağlantı vasıtası, bağlılık, tutarlılık, tertip, düzen, bağ, münâsebet, ilgi; müridin, şeyhini düşünerek, kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtasiyle Hz. Peygamber (s.a.s)’e ve Allah’a kalbini bağlaması anlamında bir tasavvufî terim. “Rabıta” Arapça bir kelime olup, “r-b-t” kökünden türemiş bir isimdir. Çoğulu “revâtib”dir.
Kur’an’da “rabıta” kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan “r.b.t” mazi fiili iki yerde, muzarisi olan “yerbitü” bir yerde, emri çoğul olarak “râbitü” şeklinde bir yerde ve aynı kökten gelen “ribât” ismi de bir yerde geçmektedir (Kehf, 18/14; el-Kasas 28/10; el-Enfâl 8/11; Âl-i İmran 3/200; el-Enfâl 8/60).
Bütün bu ayetlerde geçen bu kelimeler, birbirlerine yakın manalar ifâde etmektedirler. Hemen hemen hepsinde “bağ, bağlantı, bağlılık” manaları için kullanılmışlardır:
(Ashabı Kehf’in) kalplerini (sabır ve metânetle) bağla(yıp kuvvetlendir)miştik” (el-Kehf, 18/14);
“Musâ’nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer biz (va’dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş (sabır ve sükûnete bağlamamış) olsaydık, neredeyse işi açığa vuracaktı” (el-Kasas, 28/ 10).
“O zaman sizi, Allah’tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu ” (el-Enfâl, 8/ I 1).
Bu ayetlerde geçen “r.b.t” kelimesi, insanı sabır, sükûnet ve metanette sabit kılmak, ona bu duyguyu vererek itmi’nana kavuşturmak demektir (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kâhire 1977, IV, 216; el-Beydâvî, el-Envâr, Mısır 1955, II, 3).
Bazen de, “ribât” kelimesi, bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) manasını ifâde etmektedir:
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) hazırlayın. Bununla Allahın düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız, tam olarak size ödenir ve hiç haksızlığa uğratılmazsınız” (el-Enfâl, 8/60).
“Râbitü” şeklindeki emrin bulunduğu ayetin meâli de şöyledir:
“Ey iman edenler, sabredin; direnip (düşman karşısında) sebât gösterin; üstün gelin; cihat için hazır ve rabıtalı olun” (Âl-i İmran, 3/200).
Bu ayette söz konusu olan “rabıta”nın ne demek olduğu hususunda alimlerin farklı yorumları vardır. Alimlerin bu husustaki değişik tariflerini şöyle sıralamamız mümkündür:
1- Atlarla saf bağlayıp tam bir irtibat halinde düşmana karşı durmak.
2- Düşman hudutlarındaki karakolları beklemek.
3- Allah düşmanlarının saldırısını önlemek için nöbet beklemek.
4- Bir namazdan sonra diğer namazı beklemek (et-Taberi, Camiul-Beyân on Te’vili Ayetil-Kur’an, Mısır 1954, IV, 221 v.d.; el-Kurtubî, el-Camiuli Ahkamil-Kur’an, Mısır 1967, IV, 323 vd.; er-Razî, et-Tefsirul-Kebir, IX, 156).
Bazıları da bu ayette kastedilen rabıtanın tasavvufî manada olduğunu söylemişlerdir (Muhammed Vehbi, Hulâsetul-Beyân fi Tefsiril-Kur’an, Şehzadebaşı 1341-1343, III, 289).
Mutasavvıflar rabıta’yı, müridin şeyhini düşünerek kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtası ile Hz. Peygamber (s.a.s)’e ve Allah’a kalbini bağlaması şeklinde anlamışlardır. Hemen hemen bütün tarikatlarda rabıta vardır. Bilhassa Nakşibendiyyenin ıstılahlarındandır. Tarikat ehli, rabıtayı ayet ve hadise dayandırmaktadır. Onlara göre, “sadıklarla birlikte olun” (et-Tevbe, 9/119) gibi ayetler ve “kişi sevdiğiyle beraberdir” (Buharî, Edeb; 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50) gibi hadisler, rabıtanın caiz olduğunu göstermektedir (Süleyman Uludaş, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, Rabıta mad.).
Tasavvufta, kişi doğrudan doğruya Allah’ı düşünür, bir nevi Allah ile manevi bir bağ kurar ve hep O’nunla beraber olduğunu tasavvur eder. Bu şekilde manevi bir bağ kuramazsa, bağlı bulunduğu mürşidini düşünür. Onun bağlı bulunduğu şeyhlerin silsilesi ile Hz. Muhammed (s.a.s)’e ulaşır. O’nun vasıtası ile de Allah’a ulaşır ve O’nunla manevi bağ kurar. Tasavvuftaki rabıta, bu şekilde dolaylı yoldan Allah’a gitmek ve aracılar vasıtasıyla O’nunla manevi bağ kurmaktır. Doğrudan Allah ile manevi irtibat kuramayanlara bu şekildeki rabıta tavsiye edilmiştir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemiştir (M. Halid, Rabıta hakkında risâle, İstanbul 1924, s. 238; Selçuk Eraydın, tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990, s. 447).
Peygamberimiz (s.a.s)’in de, rabıta ve ribat hakkında söylemiş olduğu hayli hadis vardır. O’nun bu hadislerinden bazıları şöyledir:
“Bir gün Allah yolunda ribatta bulunmak, dünya ve dünyada bulanan her şeyden daha hayırlıdır” (Buharî, Cihad, 73; Müslim, İmâre, 163; Nesâî, Cihâd, 39; İbn Mace, Cihâd, 7);
Allah’ın onunla hataları affedip bağışlayacağı, dereceleri yükselteceği bir şeyi size söyleyeyim mi? Abdest üstüne abdest almak, camide cemaatle namaz kılmaya devam etmek ve her namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte ribat budur!. İşte ribat budur!. İşte ribat budur!. ” (Müslim, Tehâret, 41; Tirmizi, Teharet, 39; Neseî, Teharet, 106; Muvatta, Sefer, 55);
“Kim bir günlük (yirmi dört saatlık) ribatta bulunursa, bir aylık oruç ve ibadetten daha fazla sevap kazanmış olur” (Nesaî, Cihad, 39; Tirmizî, Fedâilul-Cihâd, 35; İbn Mace, Cihâd, 7).
Bütün bu ayet ve hadislerden anlaşıldığı gibi, rabıta, çeşitli manalar için kullanılmıştır. Ancak daha çok bir cihat terimidir. Ayet ve hadislerin çoğunda rabıta, Allah ve Peygamberin düşmanlarına karşı silahlanma, cihat için hazırlıklı olma, müslümanlarla kâfirlerin arasındaki hudut karakollarında nöbet bekleme ve bu duygulara sıkı sıkıya bağlı olma demektir. Buna göre ayet ve hadislerde kasdedilen anlamlardan mutasavvıfların uygulamasını destekleyecek en ufak bir işaret yoktur. Ayet ve hadislerde dile getirilen cihad ruhunu meskenete çevirmekten başka bir şey yapmayan mutasavvıflar Kur’an ve hadislerdeki bu ribat kelimesini çok yanlış bir alana çekmişlerdir. Hiçbir sahabi Resulullah’ı aracı kılarak rabıta yapmadığı gibi, hiçbir tabii de sahabe’yi aracı kılarak rabıta yapmamıştır. Rabıtanın bu şekildeki uygulaması tarikatların Hicri yedinci yüzyıldan sonraki dönemlerde uydurdukları bir bid’attir.
Nureddin TURGAY