PARA
Eşyanın değerini ölçmeye ve serveti biriktirmeye yarayan ödeme vasıtası. Ödeme vasıtaları altın, gümüş, madenî veya kağıt para türünden olabileceği gibi; arpa, buğday, tuz, bakır ve demir gibi mislî mallar da ödeme aracı olarak belirlenebilir. Ancak bu sonuncular para sayılmaz (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978).
İslâm iktisadına göre ekonomik değeri olan şeyler dört çeşittir. 1. Altın veya gümüşten basılan paralar, ya da ziynet eşyası. Bunlar yalnız satış bedeli olur. 2. Hem satış bedeli, hem de satılan mal olabilenler. Standart (mislî) mallar bu gruba girer. Buğday, arpa gibi. 3. Elbise, hayvan ve bina gibi kıyemî olan şeyler. Bunlar yalnız satılan mal olabilir. 4. Temelde satış bedeli olmadığı halde devlet veya halk tarafından kendisine verilen değer sebebiyle semen olarak kabul edilen şeyler. Bunların değeri itibarîdir. Fels adı verilen madenî paralarla kâğıt paralar bu niteliktedir (el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, Beyrut 1394/1974, V, 185).
Tarihin eski çağlarında alış-veriş yalnız mal değişimi tarzında olmuş; kârdan çok, ihtiyaç duyulan maddeleri elde etmek ön plâna alınmıştır. Ancak giderek trampanın alışverişlerde yeterli olmadığı görülmüş ve bazı kıymetli madenlerin satış bedeli olarak kullanılması yoluna gidilmiştir. Bunlar, demir, bakır, bronz, gümüş veya altından yapılmış madenî paralar olup, önceleri külçe, halka veya çubuk şeklinde iken, yassı ve yuvarlak biçim verilince bunların daha kullanışlı bir hale geldiği, hilenin güçleştiği ve kolaylıkla saklanabildiği anlaşılmıştır. Bunlardan altın ve gümüşün değeri, ağırlıklarına göre belirlenmiş, külçeler şekil bakımından standard hale getirilerek üzerlerine ağırlık ve ayar durumlarını belirten işaretler konulmaya başlanmıştır.
Altın, gümüş veya bakırdan yapılmış ve devletin özel damgası ile damgalanmış madenî ödeme vasıtasına “sikke” denir. Sikke, M.Ö. 7. Yüzyılda Anadolu’da Lidyalılar tarafından icat edilmiştir (İbrahim Artuk, “Sikke”, İA, X, 621 vd.). İslâm’dan önce Arabistan’da, İran, Roma, Bizans ve Cenubî Arabistan sikkeleri kullanılıyordu (el-Mâverdi, el-Ahkâmûs-Sultâniyye, Kahire 1298, s. 148). Altının para birimi “dinar”; gümüşün “dirhem”; bakır ve benzeri madenlerden basılan paranın ise “fels”tir. Bir dinar yaklaşık 4 gram; bir dirhem ise 2,8 gram ağırlığındadır.
Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde sikke basılmamış ve o devre kadar tedavülde bulunan sikkeler kullanılmıştır. Hz. Ebû Bekr’in (ö. 13/638) hilâfeti kısa sürdü: O, iç düzeni sağlamaya çalışırken para işi ile uğraşacak zaman bulamadı. Bu konuya ilk eğilen Hz. Ömer (ö. 23/634) olmuştur. Peygamber (s.a.s) devrinde tedavülde üç çeşit dirhem vardı (Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım Satım’da Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 64).
Ağırlık bakımından 10 dirhem 10 miskal,10 dirhem 6 miskal,10 dirhem 5 miskal. Hz. Ömer devrinde 10 dirhem 10 miskal üzerinden vergi istenilince, vergi yükümlüleri bunun hafifletilmesini istediler. Halife bir bilirkişi heyeti teşkil ederek, konunun ne devlete ve ne de halka zarar vermeyecek bir biçimde çözümlenmesini istedi. Heyet üç çeşit dirhemi toplayarak üçe böldü. Böylece ağırlık bakımından (10 + 6 + 5 21: 3 = 7), 10 dirhem 7 miskal ağırlığı esas alındı (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 253; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, Bulak 1316/1898, II, 522; Kamil Miras, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, V, 40; Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, IV, 121, 124; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s. 17, 18).
Hz. Ömer’in bu uygulaması, para basımından çok, para ayarlaması olarak kabul edilir. Yine o devirde İran sikkeleri değiştirilmemiş; ancak İslâm ülkeleri sınırları içindeki emir ve valiler küçük değişiklik ve ilâveler yaparak sikke bastırmışlardır (Artuk, Sikke’ ; İA., X, 622). Hz. Ömer’den itibaren çok sayıda kişi, meselâ; Hz. Osman (ö. 35/655), Muâviye (ö. 60/679) ve Abdullah b. Zübeyr (ö. 72/691) para basmışlardır. Bu dirhemlerin on tanesinin ağırlığı da 7 miskal idi. Buna göre,10 dirhem gümüş para 28 gram; 7 dinar veya 7 miskal altın para da 28 gram ağırlığında idi. Ancak bu paralar mevziî kalmış ve ülke çapında yayılmamıştır.
İslâm parasının basılarak bütün İslâm ülkesine hâkim kılınması Emevî hükümdarı, Abdülmelik b. Mervan devrine rastlar. Abdülmelik’i para basmaya zorlayan olay şudur: O, Doğu Roma İmparatorluğuna gönderdiği resmî yazılara; “De ki, Allah birdir” (el-İhlâs, 112/ 1) ayetini başlık yapar ve sonuna da Hz. Peygamber’in adını yazardı. Bu üslûba kızan Roma İmparatoru, yazılardan bunları çıkarmasını, aksi halde İslâm ülkelerinde dolaşan Roma paralarının üzerine Hz. Muhammed’in adını, müslümanların hoşuna gitmeyecek bir biçimde yazdıracağını bildirdi.
Bu tehdit üzerine, ilmî bir heyet toplanarak, devlet adına para basılmasına ve piyasadaki yabancı paraların tedavülden kaldırılarak değiştirilmesine karar verildi. Hazırlanan para kalıpları çeşitli merkezlere gönderilerek, basıma izin verildi. Halk, elindeki yabancı paraları darphanelere götürüp yeni paraya çevirtti ve her yüz dirhem için bir dirhem basım ücreti ödedi (Kamil Miras, a.g.e., V, 49).
İslâm’ın ilk devirlerinden itibaren çoğu zaman ufaklık para ihtiyacını karşılamak amacıyla bakır, nikel veya kalay karışımı “fels” adı verilen paralar basılmıştır. Fels sözcüğünün Arap diline lâtince “follis”ten geçtiği öne sürülmüştür. İmparator I. Anastius (m. 491-518)’un Meskükât Nizamnâmesi’nde 40 nummialık Bizans sikkesinin adıdır. Bizans follislerinin arkasında değerini gösteren m (=40) işareti vardır. Bu sikkelerin ağırlıklarının önceleri yaklaşık 30 gram olması gerekirken bu miktar giderek azalmış ve müslümanların Suriye’yi fethettikleri sıralarda 6 grama kadar düşmüştür. Ancak İslâm’ın ilk dönemlerinde felslerin bozulması yüzünden Hicaz yöresinde bunlar sikke kabul edilerek piyasada kullanılmamıştır (R.S. Poole, W.H. Valentine, “Fels” mad., İA, V, 539). İslâm âleminin en eski, ilk bakır sikkesi 638 M. tarihlerinde Şam’da basılmış olan bir fels’dir. Çeşitli beldelerde standart olmayan felsler yanında, ağırlıkları aynı bile olsa, farklı beldelerde nominal değerlerin de farklı olması sonucunda bir fels’in, iki fels’e denk hale geldiği de görülmüştür. Bu yüzden Hanefîler 1 fels’in 2 fels karşılığında satılabileceğini söylemişlerdir. Ancak İmam Muhammed aksi görüştedir (el-Mevsır, el-İhtiyar, c. II, 31). Fels’lerin doğrudan semen sayılmayıp, hangi çeşit para yerine kullanılacaksa onun belirleme ile muayyen hale geleceği esası, standart olmamaları yüzündendir.
Altın ve gümüş para piyasada gerçek değeri ile dolaşır. Bu değerli madenler İslâm’da ayar ve vezinleri ile işlem görür. Altın, gümüş, ölçü veya tartı ile alınıp satılan diğer standart (mislî) şeyler kendi cinsleri ile mübadele edilirken, peşin ve eşit miktarda mübadele edilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla, tuz tuzla misli misline, birbirine eşit ve peşin olarak satılırlar. Ancak cinsleri ayrı olursa, peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satış yapınız” (Müslim, Müsâkât, H. 81; Ebû Dâvud, Büyü’,18; Ahmed b. Hanbel, V, 314, 320). Bu hadisin Tirmizî’deki rivayetinde; “Her kim fazla verir veya alırsa, şüphesiz faize düşmüş olur” ifadesi yer alır (Tirmizî, Büyü’, 23).
Bu hadîse göre, nakit para çeşidi ve mislî mallar cins olarak birbirine bağlanmış, faiz yasağı da cinsler arasında meydana gelebilecek satın alma gücüne engel olmuştur. Meselâ, tüm altın çeşidi ayar ve vezinde eşit sayılmıştır. Fudale b. Ubeyd şöyle der: Hayber günü boncuk ve altından oluşan bir gerdanlığı on iki dinara satın aldım. Altınlarını ayırdım. On iki dinardan fazla olduğunu gördüm. Durumu Allah Resulüne anlattım. Hz. Peygamber gerdanlıktaki altınların çıkarılmasını emretti. Onlar çıkarıldıktan sonra, altın altına karşılık tartı iledir” (Müslim, Müsâkât, 17) buyurdu. Burada satıcının aldandığı anlaşılıyor. Çünkü altınlar ayrılarak tartılsa, bunların on iki dinardan daha ağır oldukları görülecek ve gerdanlığa daha fazla fiyat isteyecekti.
Muaviye döneminde, ganimetler arasında bulunan gümüş bir kabın gümüş para olan dirhemle satılmak istenmesi üzerine de, ağırlık farkının faiz olacağı belirlenmiş, Ubâde b. es-Sâmit (r.a)’in rivayet ettiği altı madde hadisi delil getirilmiştir (Müslim, Müsâkât, 80; İbn Mâce Mukaddime, 2).
Altın veya gümüş paranın kendi cinsleriyle mübadele edilirken peşin ve eşit ağırlık prensibinin uygulanması, paranın maden değerinin üstünde veya altında nominal bir değer kazanması olur. Yani para ile, kendi cinsinden imal edilen altın veya gümüş ziynet eşyası arasında bir fiyat farkının oluşmasını, başka bir deyimle, o devirlerde enflasyonun oluşmasına İslâm’ın faiz yasağının engel teşkil ettiğini söylemek mümkündür.
Altın ve gümüş paranın kendi cinsleriyle mübadele edilirken peşin ve eşit ağırlık prensibinin uygulanması paranın maden değerinin üstünde veya altında nominal bir değer kazanması olur. Yani para ile, kendi cinsinden imal edilen altın veya gümüş ziynet eşyası arasında bir fiyat farkının oluşmasını, başka bir deyimle, o devirlerde enflasyonun oluşmasına İslâm’ın faiz yasağının engel teşkil ettiğini söylemek mümkündür.
Altın ve gümüş dışındaki madenî paralar ise itibarî (nominal) değerle dolaşır. Bu yüzden İmam Ebû Yusuf fels adı verilen madenî paraları o beldedeki altın veya gümüş paraya endeksli olarak kabul etmiştir. Buna göre borcun doğuşu sırasında 1000 fels 100 altın liraya eşit olsa; altı ay sonra borcun ödeneceği tarihte 100 altın, 1300 felse eşit hale gelse, borç 1300 fels olarak ödenir ve 300 fels faiz olmaz. Burada borç, satım akdinden doğmuşsa akit tarihi; karz (ödünç) akdinden doğmuşsa kabz tarihi esas alınarak, altın veya gümüş hesabıyla ödeme yapılır. Kendisiyle fetva verilen görüş budur (İbn Âbidîn, Tenbîhu’r-Ruküd alâ Mesâili’n-Nükûd, Mecmuatü’r-Resâil, c. II, 52; el-Fetâvâl-Bezzâziye (Hindiyye kenarında), IV, 510).
Kâğıt para sistemine geçiş
Altın ve gümüşten sürekli olarak para basma hammadde temininde bazı güçlükler meydana getirince; basımı, korunması ve taşınması kolay olan kâğıt para uygulamasına geçilmiştir. Kâğıt para temsili bir para olup, ilk çıkışı itibariyle altına endeksli olarak çıkarılmıştır.
Kâğıt paranın tarihçesi çok eskilere dayanır. Avusturyalı iktisatçı Dobretsberger, Mısır’da M.Ö.1600 yıllarında banknot tedavül edildiğinin belirlendiğini söyler. Bu ülkede halk elindeki altın, mücevherat ve zahireyi saklanmak üzere devlet hazine ve depolarına teslim eder, buna karşılık kendisine emanet bıraktığı şeylerin cins ve miktarını belirleyen bir makbuz verilirdi. Ticaretle uğraşanlar bu makbuzları mal ve para yerine kabul ediyordu. Hattâ bu belgeler Fenike ve Mezopotamya’da da dolaşıyordu. Bu uygulama, Kur’an-ı Kerim’de Yusuf süresinde açıklanan Hz. Yusuf’un çeyrek yüzyıl süreyle devletin hazine ve ekonomik işlerini üstlendiği devreye rastlar. Hz. Yusuf, yedi bolluk yıllarında halkın elindeki fazla ürünleri depolamış, kıtlık yıllarının sıkıntısı bu şekilde atlatılmıştır (bk. Yusuf Suresi,12/47 vd.). Arkasında mislî (standart) mallar bulunan hamiline yazılı bu makbuzların kâğıt para niteliğinde piyasada dolaştığı anlaşılmaktadır.
Kâğıt paranın yaygınlaşması XVII, yy.da İngiltere ve İsveçteki uygulamalarla olmuştur. Halk elindeki altın ve kıymetli eşyayı devlet depolarına ve daha sonra sarraflara vermeye başlamış, sarrafların emânet bırakanlara verdiği (Golds-mith’s notes) denilen makbuzlar para yerine kullanılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda 19. y.y.ın ikinci yarısında bir altın lira (yaklaşık, 7,2 gr.) yüz kuruş itibar edilerek kâğıt para “kâime” basıldı. Ancak kısa bir süre sonra kâime altın karşısında değer kaybetmeye başlayınca borçlular gerek devlete ve gerekse şahıslara olan borçlarını altın yerine bu kaime ile ödemeyi tercih etmeğe başladılar. Bunun üzerine fetva ve kararnamelerde, borç, altın lira ile ödenecekse tam miktarınca, kâğıt para olan kaime ile ödenecekse, ödeme gününde bir altın kaç kaimeye denk ise o kadar kâime hesabıyla ödenmesi istenmiştir (bk. Abdilaziz Bayındır, Paranın değer kaybetmesiyle Ortaya Çıkan Problemler ve İslâm Hukukuna göre Çözüm Yolları “, İstanbul 1983, 2 î vd.; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar).
Başlangıçta, üzerinde temsil ettiği altın miktarı yazılı bulunan kâğıt paraya altın hükümlerini uygulamakta açıklık vardı. 20 yy.ın, ikinci yarısından itibaren kâğıt paranın altınla bağı koparılınca ve merkez bankalarında tonlarca altının bloke edilmesine gerek olmadığı, zira kâğıt paranın değerini devletin ekonomik gücünden aldığı esası kabul edilince, kâğıt para için belli bir karşılık, söz konusu olmaktan çıktı. Enflasyon endekslerinin de sağlıklı olmaması, bölgeden bölgeye, hatta şehirden şehire değişiklik göstermesi sebebiyle, kâğıt para için belirsizlik dönemi başladı. Ebû Yusuf’a göre, itibarî para sayılabilen kâğıt para belli bir karşılığa endekslendiği takdirde, borçların ödenmesinde bu karşılıkla kâğıt para arasında meydana gelen değer farkı faiz olmaktan çıkar. Bu karşılık temeldeki gibi yalnız altın olabileceği gibi, altınla birlikte toplum için zarûri olan bazı standart eşyanın ortalamasına endeksleme tarzında da olabilir.
Hamdi DÖNDÜREN