ÖZÜR
Bir işin olması veya olmaması, bir suçun affı için öne sürülen sebep; bir malda bulunan noksanlık veya kusur; daha fazla bir zarar meydana gelmeksizin, İslâm’ın hükümlerini yerine getirmek güç olan durumlar. İbâdet konusunda, abdesti bozan şeyin devam etmesine özür; buna müptela olan kimseye ise “özürlü” denir. Sonradan ortaya çıkan bazı özür halleri, akitleri de etkiler.
Devamlı gaz çıkaran, idrarı damlayan, burnu kanayan, yarasından kan gelen erkek ve kadınla, hayızda üç günden az veya on günden çok; nifasta kırk günden çok kan gelen kadın; henüz dokuz yaşına girmeyen kız çocuğundan ve elli beş yaşını geçen kadından kan gelmesi halinde bunlar “özürlü” sayılır. Erkeğe “ma’zur” kadına “ma’zure” denir.
Bir kimsenin ibadet konusunda özürlü sayılabilmesi için özrünün, bir vakit namaz içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bir zaman kesilmemek üzere tam bir namaz vakti devam etmesi, diğer zamanlarda da her namaz vaktinde en az bir defa bulunması gereklidir. Özür hali, tam bir namaz vakti kesilmekle ortadan kalkar.
Hz. Peygamber, sürekli özür kanı gelen bir kadının sorusu üzerine şöyle buyurmuştur: Allah’ın ilminde altı veya yedi gün hayız görürsün; sonra boy abdesti al, tam olarak temizlendiğine kanaat getirince yirmi üç veya yirmi dört gün ve gece namaz kıl, orucunu tut. Bu sana yeter” (Tirmizî, Tahâre, 95).
Özürlü kimse, her namaz için abdest alır. Hz. Peygamber özürlü kadına böyle yapmasını bildirmiştir (Buhârî, Vudû’, 63; Ebû Dâvud, Tahâre, 110, 112; Tirmizî, Tahâre, 93). Özürlünün abdesti namaz vaktinin çıkmasıyla bozulur. İmam Züfer’e göre, vaktin girmesiyle; Ebû Yusufa göre ise, hem vaktin girmesiyle, hem de vaktin çıkmasıyla bozulur. Güneş doğduktan sonra abdest alan kimse bu abdestle öğle namazını kılar. Çünkü vakit çıkmamıştır.
Hayız dışında özür kanı gören kadın, kocasıyla cinsel temasta bulunabilir. Çünkü bunu yasaklayan bir delil yoktur. Diğer yandan, özürlü hâliyle namaz kılabilmesine kıyas yapılmıştır. Özürlü kimse namaz vakti girince alacağı abdestle vakit sonuna dek dilediği kadar namaz kılabilir, Kâbe’yi tavaf eder, Kur’an-ı Kerim okuyabilir (Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, I, 76, 77).
Namaz kıldıracak olan imamın, idrarını tutamama, burun kanaması, sürekli yellenme gibi özürlerinin bulunmaması gerekir. Böyle bir kimse, ancak kendisi gibi özürlü birisine namaz kıldırabilir (İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 541).
Cuma namazını ve beş vakit namazı cemaatle kılmak için hasta olmamak, güvenliğin olması, kişinin hür olması, görme ve yürüme yeteneklerinin bulunması gereklidir. Bunlardan birisinin bulunmaması, kişi için cumaya veya cemaate gitmemek için özür teşkil eder (ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, II, 270).
Ramazan orucunu vaktinde tutmamak için özür sayılan haller şöyle sıralanabilir:
a. Yolculuk. Bulunduğu yerden doksan km. ve daha uzak yere yolculuğa çıkan kimse dört rek’atlı farz namazları iki rek’at kılabilir, Ramazan orucunu tutmayıp daha sonra kaza edebilir. Ayette, “Sizden kim hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca orucunu başka günlerde tutsun” buyurulur (el-Bakara, 2/184).
b. Hastalık. Oruç tutunca hastalık artacak veya oruca dayanılamayacaksa, iftar edilebilir. Delil, yukarıdaki ayettir.
c. Hâmilelik veya süt emzirme hali. Kendisinin veya çocuğunun ciddi zarar göreceğini anlayan hamile veya emzikli kadın Ramazanda oruç tutmayabilir. Delil, hasta ve yolcu üzerine kıyasla, şu hadistir: “Allah, yolcudan orucu ve namazın yarısını, hâmile ve emzikli kadından da orucu kaldırdı” (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr” IV, 230).
d. Yaşlılık. Oruca dayanamayacak derecede yaşlı veya iyileşme umudu kalmayan hasta oruç tutmaz ve kaza etmesi de gerekmez. Çünkü buna gücü yetmez. Bunlar, her gün için bir yoksul doyumu kadar fidye verir. Ayette, “Oruca güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumu kadar fidye verirler” (el-Bakara, 2/ 184) buyurulmaktadır.
e. Açlık ve susuzluktan ölme korkusu. Bu durumla karşılaşan kimse oruç tutmaz. Daha sonra kaza eder. Ayette, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara, 2/195) buyurulur.
f. İkrâh. Orucu bozmaya zorlanan kimse, bozabilir. Çoğunluğa göre orucu daha sonra kaza eder. Kadın zorla veya uykuda iken tecâvüze uğrasa, orucu kaza etmesi gerekir (el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, II, 94-97; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, I, 277-285; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 178 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 99 vd.; el-Fıkhul-İslâmî, II, 641 vd.).
Genel anlamda özrün muamelât konularına da etkisi olur. Meselâ, kira akdine özür şu şekillerde etki yapabilir: Kiracının iflâsı, sanat değiştirmesi, başka beldeye tayininin çıkması akdi fesih için özür sayılır. Kiraya veren de, borçları yüzünden kiradaki gayri menkulünü satmak zorunda kalırsa; akdi, süresinden önce feshedebilir. Bazan özür, kiralanan malın kendisi ile ilgili de olabilir. Bir köydeki hamamı kiralayan kimse, daha sonra köy halkı oradan göç etse, süresinden önce kira akdini feshedebilir (es-Serahsî, el-Mebsût, XVI, 2; el-Kâsânî, a.g.e., IV,197; el-Fetâvâl-Hindiyye, IV, 198, 458, 462).
Ziraat ortakçılığında da, arazi sahibinin borçları yüzünden arazisini satmak zorunda kalması, tarım işini üzerine alan ortağın işi takip edemeyecek şekilde hastalanması gibi özürler fesih sebebidir. Ancak, ürünün yetişme dönemleriyle yakın ilgisi olan ziraat, bağ-bahçe (müsâkât) ve ağaç dikimi (muğârese) gibi ortaklık akitlerinde, feshin karşı tarafa zarar vermeyecek zamanda ve şekilde yapılması da gereklidir. Meselâ; iki yıl için yapılan bir ziraat ortakçılığı sözleşmesinin sonradan çıkan bir özür sebebiyle, birinci yılın sonunda ve ürün hasad edildikten sonra feshedilmesi gibi (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 183 vd.; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, VIII, 42; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, V, 196 vd.).
Umumî seferberlik halinde, savaşa katılmamak için özür sayılan haller şöyle özetlenebilir: “Kör, topal, hasta, felçli, yaşlı, zayıf; kol veya bacakları kesik, aile fertlerinin maişeti sağlanamayan kimse, çocuk, kadın ve köle savaş dışı kalır. Bu son ikisinden kadın kocasının, köle de efendisinin hizmeti ile dolu sayılır. Çocuk yükümlü ve savaşa ehil değildir. İbn Ömer (ö. 73/692) şöyle demiştir: “Uhud gününde Resulullah (s.a.s)’a arzedildim. O zaman on dört yaşında idim. Beni savaş için yeterli bulmadı” (Tirmizî, Cihâd, 32; İbn Mâce, Hudûd, 4). Diğerlerinin acı hali bir özür sayılır: “Allah’a ve peygamberine karşı samimi olmaları şartıyla âcizlere, hastalara, harcayacak bir şey bulamayanlara, cihada çıkmamaktan dolayı bir sorumluluk yoktur” (et-Tevbe, 9/91); “Kör için bir güçlük yoktur, topal için bir güçlük yoktur, hasta için bir güçlük yoktur” (en-Nûr, 24/61).
Kadın, düşmanın İslâm beldesine genel saldırıya geçmesi dışında, ancak kocasının izniyle savaşa katılabilir (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 97; İbnül-Hümâm, a.g.e., IV, 276, 283; İbn Âbidîn, a.g.e., III, 238, 241).
Cizye vergisi ergin, hür ve erkek gayri müslimlerden alınır. Bu vergiden muaf tutulmada özür sayılan haller şunlardır: Kadın, çocuk, akıl hastası, bunak, müzmin hasta, kör, felçli ve çok yaşlı olmak. Gayri müslimler cizyeyi kendileriyle savaş yapılmaması ve dış tehlikelere karşı korunmaları sebebiyle verirler. Yukarıdaki özür sahipleri ise savaşmaya ehil değildirler. Yoksuldan, gücü yetmeyeceği için cizye alınmaz. İnsanların arasına karışmayan papaz ve rahiplerde cizye ödemez (bk. et-Tevbe, 9/29; Celal Yeniçeri, İslâmda Devlet Bütçesi, İstanbul 1984, s. 32, 33,190; Ziya Kazıcı, Osmanlılarda Vergi Sistemi, İstanbul 1977, s. 35-38; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 444). Ancak, Şâfiî ve Hanbelîler cizye için âkıl, bâliğ ve erkek olma şartlarını esas alırlar ve yukarıda sayılan özürleri cizyeden muaf tutulma sebebi saymazlar (ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 445).
Hamdi DÖNDÜREN