NESH
İzale, bertaraf, ibtal ve yok etme; izale edilen şeyin yerine başka birinin konulması veya konulmaması, nakletme, kaldırma, hükümsüz kılma, istinsah etme, değiştirme, tahvil etme (nesha) fiilinin mastarıdır. Nesh kelimesinin bu manâlardan hangisinde hakikat, hangilerinde mecaz olduğu konusu ihtilaflıdır. Bazı ilim adamları “izale ve iptal etme” manâsında hakikat, diğerlerinde mecaz olduğunu söylemektedirler.
Istılah âlimlerince nesh değişik şekillerde tarif edilmiştir. Neshin, ıstılâhî tariflerinin ortak noktaları alınmak suretiyle şu şekilde tarifi mümkündür: “Nesh, şer’î bir delil ile sabit şer’î ve fer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgası, tebdil ve tağyîr edilmesidir.” Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nâsih”, hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denilir.
Neshin caiz olup olmadığı ve vukûu konusunda İslam alimleri arasında değişik görüşler vardır.
Sadece Kur’an-ı Kerim’le kayıtlı olmaksızın neshin caiz olup olmadığı konusu muhtelif din mensupları ve İslâm âlimleri arasında ihtilâflı konulardandır. Bu ihtilâf önce caiz olup olmadığı, sonra da caiz ise vuku bulup bulmaması hususundadır. Nihayet son bir ihtilâf konusu da bunun İslâm şeriatinde olup olmadığıdır.
Bu husustaki tartışmaları:
a) Nesh, aklen ve naklen mümkün müdür?
b) Şayet caiz ise bilfiil vukubulmuş mudur?
c) İslâm’da, yani Kur’an ve Sünnette nesh caiz midir?
d) Şayet İslâm’da nesh caiz ise vukubulmuş mudur?
e) İslâm’da nesh caiz ve vukubulmuşsa nerelerdedir? şeklinde maddeleştirmek mümkündür.
Nesh konusunda ihtilâf edenler bu soruların cevabını vermeye çalışmışlar ve her bir görüş sahibi delillendirmek suretiyle bu sorulara müsbet veya menfî cevaplar vermeye başlamışlardır.
Müslüman âlimlerin cumhuru neshin hem eski şeriatlerde, hem de İslâm’da caiz ve vaki olduğunu kabul etmişlerdir.
Neshin en şiddetli karşıtları yahudilerdir. Zira yahudi âlimleri, neshi kabul ettikleri takdirde bunun, kendi şeriatlerinin neshedilmiş olduğu neticesine varacağını çok iyi anlamış durumundaydılar. Bu yüzden nesh konusu gündeme gelince buna şiddetle karşı çıkmışlardır.
Bunun yanında daha İslâm’ın ilk intişarı yıllarında müşrikler neshi İslâm için bir kusur olarak görmüşler ve “Görmüyor musunuz, Muhammed ashabına dün emrettiğini bugün değiştiriyor; bugün yapılmasını emrettiği bir şeyi yarın kaldırıyor!” diyerek İslâm ile alay etme yolunu tutmuşlardı.
Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm’ın, eski şerîatleri kaldırdığını ve hükümsüz bıraktığını ilân ettiği zaman yahudiler kendi dinlerinin kıyamete kadar bâkî kalacağı ve Hz. Muhammed’in getirmiş olduğu dinin kendi dinlerini neshedemeyeceğini ileri sürerek neshe karşı çıktılar.
Hz. Peygamber’in ashabı ve Tâbiûn içinde nesh aleyhinde konuşan, onun aklen ve naklen caiz olup olmadığı konularında gerek müsbet, gerekse menfi fikir ileri sürenlere rastlamıyoruz. Diğer taraftan neshin aklen ve naklen caiz olup olmadığı konularında müslümanlar arasında yine herhangi bir görüş ayrılığı görülmemektedir. Ancak, neshin nerelerde olup olamayacağı, Kur’an ve hadiste nerelerde nesh meydana geldiğinde bazı ihtilâflar mevcuttur.
Kur’an-ı Kerim’de neshin caiz olmadığını ilk ileri süren, Mu’tezile âlimlerinden olan Ebû Müslim Muhammed İbn Bahr el-Isfahânî (öl. 322/934)’dir. Daha sonra gelen Hindistanlı âlim Şah Veliyyullah Dihlevî (öl. 1176/1762) de Ebu Müslim’in şüphelerine dayanarak bu hususta birtakım iddialar ortaya atmış ve Kur’an’da neshin olamayacağını, mensuh sayılan ayetlerin aslında mensuh olmayıp muhkem olduklarını, bazılarında tahsis veya te’lifin mümkün olduğunu ileri sürmüştür.
Son zamanlarda Mısır’ın tanınmış alimlerinden Dr. Muhammed Tevfik Sıdkı da Kur’an-ı Kerim’de neshin vukuunu şiddetle reddedenler arasındadır. 1906 senesinde el-Menâr dergisinde neşrettiği “en-Nâsih vel-Mensûh” adlı makalesinde bu nazariyesini geniş bir şekilde ve müdellel olarak izah etmiştir. Türkiye’de “Tanrı Buyruğu” adlı Kur’an-ı Kerim mealinin müellifi Ömer Rıza Doğrul da bu nazariyeyi destekleyenlerdendir. Günümüzde de bazı ilim adamları aynı nazariyeyi benimsemiş görünmekte ve Kur’an-ı Kerim’de neshi kabul etmemektedirler.
Neshin caiz olduğu görüşünde olanlar bunu, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetlerle delillendirmektedirler:
1) “Biz, bir ayeti ondan daha iyisini veya onun gibisini getirmeden neshetmeyiz veya unutturmayız” (el-Bakara, 2/106).
2) “Biz bir ayeti diğer bir ayetin yerine tebdil ettiğimiz, değiştirdiğimiz zaman -Allah ne indireceğini en iyi bilir- derler ki: Sen yalnız bir müfterisin. Hayır onların pek çoğu bilmezler” (en-Nahl, 16/101).
3) “Yahudilerin zulümleri onların birçoğunu Allah yolundan alıkoymaları, nehyedilmelerine rağmen faiz almaları, halkın mallarını haksız yere yemeleri sebebiyledir ki Biz, (evvelce) kendilerine helâl kılınan temiz ve güzel şeyleri onlara haram kıldık” (en-Nisâ, 4/160-161).
4) “Ayetlerimiz onlara apaçık deliller olarak okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar. “Ya bize bundan başka bir Kur’an getir, yahud onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olmayacak şeydir. Ben, bana vahyolunagelenden başkasına tâbi olmam. Eğer Rabbime isyan edersem şüphesiz büyük günün azabından korkarım” (Yunus, 10/15).
5) (Ey Habibim) Biz seni okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O âşikârı da bilir, gizliyi de” (el-Âlâ, 87/6-7).
Neshin Kur’an-ı Kerim’de olmadığını iddia edenler bu ayetlerin neshin Kur’an’da vukuuna değil de neshin aklen caiz olduğuna delil kabul, eder veya bu neshi geçmiş şeriatlere tahsis ederler.(Bu ayetlerin neshe delalet vecihleri ve bunlar üzerindeki tartışmalar hakkında geniş bilgi için bk. Ali Hasen el-Arîd, Fethul-Mennân, s. 85-124).
Aralarında meşhur müfessirlerin de bulunduğu ve müslüman âlimlerin ekseriyetinin sahip olduğu görüş, neshin cevazı ve vukuudur. Bunlara göre Kur’an-ı Kerim, kendisinden evvel indirilmiş semâvî kitapları neshettiği gibi yeni kurulmaya başlanan İslâm toplumunun inkişaf ve tekâmülü icabı emir ve yasakları ihtiva eden bazı ayetlerin hükümlerinin sonradan kaldırılmasından daha tabii ne olabilir? Kaldı ki nesh keyfiyeti, ebedî olan akîdelere dokunmayıp sadece ahkâmdaki emir ve yasaklara inhisar etmektedir. Aynı zamanda bu değiştirme müminlerin, dinî vecibelerini daha kolay ve pratik bir şekle sokma maksadıyla meydana gelmiştir. Bu yüzden nesh keyfiyetini Allah Teâlâ’ya yakıştırmamak gibi bir düşüncenin temeli yoktur. Zira bu nesh keyfiyeti Allah Teâlâ’ya nazaran değil, kullara nazarandır.
Nesh konusunda ittifak halinde olan İslâm âlimleri nâsih ve mensûh hakkında ihtilâf etmişlerdir. Nâsih hakkında ihtilâfları daha ziyade hadislerin Kur’an ayetlerini nesh edip edemeyeceği konusundadır. İmam Şâfiî’nin de içlerinde bulunduğu bir grup müctehid, Kur’an ayetini ancak yine bir Kur’an ayetinin neshedebileceği görüşündedirler. Bunlara göre mütevatir de olsa bir hadis herhangi bir Kur’an ayetini neshedemez.
Diğer bir kısım âlimler ise Necm Suresinin 4 ve 5. ayetlerinde: “O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O’nun sözü kendisine gelen vahyden başka birşey değildir” buyurulmasını delil göstererek Hz. Peygamber’in sözlerinin de nihayet vahye müstenid olduğunu, lafzı Hz. Peygamber’e, manâsı Allah Teâlâ’ya ait kudsî hadislerin bulunduğunu, dolayısıyla bunların da birer vahy olduğunu göz önünde bulundurarak Hz. Peygamber’in sözlerinin Kur’an ayetini neshedebileceğini ileri sürmüşlerdir. Yalnız burada bir şart ileri sürülmektedir ki buna göre Kur’an ayetini neshedebilecek hadisin Hz. Peygamber’in şahsî ictihadına dayanmaması gerekir. Allah Resulünün bizzat kendi ictihadı olduğunu belirttiği söz ve sünneti Kur’an ayetini neshedemez (Bu görüşü İbn Habîb en-Neysâbûrî tefsirinde naklediyor, bk. Suyutî, el-İtkân, II, 21.)
Neshin Türleri Usûl âlimleri neshi, değişik bakış açılarından bazı türlere ayırmışlardır:
1) Kur’an’ın Kur’an’la neshi: Buna Bakara 180. ayetinin Nisâ 11. ayeti ile neshi misal olarak gösterilebilir.
2) Kur’an’ın Sünnetle neshi: İmam Mâlik, Ebu Hanife’nin öğrencileri ve cumhuru mütekellimîn bu tür neshin caiz olduğu görüşündedirler. İki görüşünden birinde İmam Şâfiî ile İmam Ahmed, İbn Hanbel ve Zahirilerin çoğu da bu tür neshin caiz olmadığı görüşündedirler. Sünnetin Kur’an’ı neshini caiz görenler buna Bakara Suresinin 180 ayetinin “Varise vasıyyet yoktur” (Buhârî, Vasâyâ, 6; Ebu Davud, Vasâyâ, 6; Buyu’, 88; Tirmîzi, Vasaya, 5) hadisi ile mensuh olduğunu söylemektedirler.
3) Sünnetin Kur’an’la neshi: Hz. Peygamber’in kendi re’yi ile Mekke-i Mükerreme’de Beytul-Makdis’e doğru namaz kılarken daha sonraları bunun el-Bakara 144. ayeti ile neshedilip kıblenin Kabeye çevrilmesi örnek gösterilebilir.
4) Sünnetin Sünnetle neshi: Meselâ Hz. Peygamber, önce kabir ziyaretini yasaklamışken daha sonra “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, şimdi artık onları ziyaret ediniz” (Müslim, Cenâiz, 106; Nesâî, Cenâiz, 100) hadisi ile buna izin vermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de nesh de kendi içinde dörde ayrılır:
1) Kıraat ve hükmün birlikte neshedilmesi: Bu tür neshin caiz olduğu görüşünde olanlar azdır. Bunu caiz görenler Hz. Âişe’den nakledilen “Süt kardeşliğinin (Radâ’) tesbitinde beş emmenin yeterli olacağına dair olan ayetin daha sonra on emme ile sabit olacağına dair ayetle neshedilmesi”ni örnek gösterirler. Geçmiş şerîatlerin neshi de bu kısma dahildir. Çünkü o şeriatlerin kitaplarının da hem tilâvetleri, hem hükümleri neshedilmiştir” (el-Kâfiyecî, Kitâbu’t-Teysîrfı Kavâidi İlmi’t-Tefsîr, tercüme ve neşr: İsmail Cerrahoğlu, Ankara 1974, s. 75-76).
2) Hükmün neshedilip tilâvetinin bırakılması: Bu tür neshin ilki kıbleye dair olanıdır. Bunda el-Bakara 115. ayeti, aynı surenin 144. ve 149. ayetleri ile neshedilmiştir.
3) Tilâvetin neshedilip hükmün yerinde kalması: Bu tür neshe de ihtiyar ve evli zânîlerin recmedilmeleri hakkındaki ayet misal olarak verilmektedir. Bu konudaki nesh İbn Hıbbân’ın sahihindeki Ubeyy İbn Ka’b’dan rivayet edilen bir hadis-i şerife dayandırılmaktadır (ez-Zerkeşî, el-Burhân fı Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1972, II, 35-37). Ebu Ca’fer en-Nehhâs, Muhammed Hudarî Bey, Dr. Muhammed Suad ve Dr. Mustafa Zeyd gibi âlimler bu tür neshi kabul etmemektedir (Ali Hasen el-Arîd, Fethul-Mennân, s. 223-230).
4) Hükmün vasfının neshedilmesi: Bu bir nesh olmayıp aslında meşhur bir haberle nass üzerinde bir ziyadeliktir.
Neshi Bilmenin Yolları Nâsih ve mensûh ancak şu üç şekilden biri ile bilinebilir:
1) Nâsih ve mensûh delillerin nüzûl veya vürûd zamanlarının bitinmesi. Bu da delilin kendi ibaresinde mevcut bir ifadeden, ya Sahabeden, iki delilden birinin diğerinden daha sonra nazil veya varid olduğuna dair gelen sarîh bir haberden, ya da herhangi bir asırda iki delilden birinin diğerinden muahhar olduğuna dair vaki olan icmadan anlaşılabilir. Dolayısıyla zaman itibariyle muahhar olan delil ötekini neshetmiştir.
2) Nâsih olan delilde, daha önceki bir delilin hükmünü neshettiğine dair açık ifade bulunması.
3) Sahabeden “Şu veya şu ayet veya hadis, şu ayet veya hadisi neshetmiştir” diye açık ve kat’î bir rivayetin bulunması.
Bunlar bilinmeden veya bu bilgiler olmaksızın bir müfessirin veya bir müctehidin re’y veya sözüne dayanılarak veya Mushaftaki sıralarına bakılarak ayetlerin nâsih veya mensûh olduklarına hükmedilemez (Suyûtî el-İtkân, II, 24; ez-Zerkânî, Menâhilul-İrfân, II, 209-210).
Kur’an-ı Kerim’de neshin caiz olduğu görüşündeki âlimlerin en zayıf tarafı Kur’an-ı Kerim’de ne kadar mensûh ayet olduğu konusunda ve hangi ayetlerin mensûh olduğunda ittifak edememiş olmalarıdır. Mensûh ayetlerin beş yüz civarında olduğunu söyleyenler yanında bunları dörde kadar indirenler de vardır. Meselâ; Abdurrahman İbn Ali İbnul-Cevzî (öl. 597/1201) mensûh ayetlerin sayısını 274 olarak verirken, Hibetullah İbn Selâme (öl. 410/1019) 235, Muhammed İbn Hazm (öl. 456/1064) 214, Ebu Ca’fer en-Nehhâs (öl. 338/949) 138, Abdülkadir el-Bağdâdî 66 olarak vermektedir. Ancak müteahhir birçok âlim Celâluddin es-Suyûtî’nin vermiş olduğu 22 sayısını aynen naklederken, Abdülazîm ez-Zerkânî bunlar üzerinde yaptığı değerlendirmeler neticesi bir kısmının nesh olmadan aralarının te’lif edilebileceğini söyler ve mensûh ayetlerin sayısını ancak yedi olarak gösterir (Menâhilul İrfân fi Ulümil-Kur’an, Kahire 1943, II, 256-269). Muhammed Suâd Celâl de mensûh ayetlerin sadece dört olduğunu iddia eder (Ali Hasen el-Arîd, Fethul-Mennân, s. 243-245). İmam Suyûtî’ye göre ise sadece: el-Bakara, 115, 180,183,184, 217, 240, 482, Âl-i İmran, 102, en-Nisâ, 8, 15-16, 53, el-Mâide, 2, 42, 106, el-Enfâl, 65, en-Nûr, 3, 58, et-Tevbe, 41, el-Ahzâb, 52, el-Mücâdele, 12, el-Mümtehine, I 1 ve Müzzemmil, 2-4. ayetleri olmak üzere 22 ayet mensûhtur (Suyûtî, el-İtkân, II, 22-23).
Kur’an’da neshi kabul edenlerin, hepsinin mensuh olduğunda ittifak ettikleri dört ayet: en-Nisâ 15-16, el-Enfâl 65, el-Mücâdele 12 ve el-Müzzemmil 2-4 ayetleridir.
Nesh konusu, tefsir usûlüne dair bütün eserlerde öncelikli olarak işlenmiş, ihtilâflar, deliller geniş bir şekilde anlatılmış olması yanında sırf bu konuya tahsis edilen eserler de kaleme alınmıştır. Katâde İbn Diâme (öl. 118/736), Ebu Ubeyd el-Kâsım İbn Sellâm (öl. 223/838), Ebu Cafer en-Nehhâs, Hibetullâh İbn Selâme, İbnul-Cevzi, Mekkî İbn Ebî Tâlib (öl. 313/925) ve Celâluddîn es Suyûtî (öl. 911/1505) gibi âlimler bu konuda müstakil eser yazanların sadece bazılarıdır.
Nesh konusunda söylenecek en ihtiyatlı söz, herhalde, neshin geçmiş şeriatlere tahsisi olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de bir neshten bahsetmek ise aslında Kur’an-ı Kerim’i daraltmak ve belki de ileri ki yüzyıllarda uygulama şartları tahakkuk edecek birtakım hükümleri Kur’an’dan çıkarmak neticesine müncer olacaktır ki, ne kadar âlim olursa olsun kimsenin buna hakkı yoktur.
Bedreddin ÇETİNER