NARH
Fiyatların başı boş bir şekilde yükselmesinin önlenmesi, malların satış fiyatının önceden yetkili makamlarca belirlenmesi. Narh kelimesi Türkçe bir sözcük olup, Arapça “si’r” veya , sa’r” karşılığıdır. Ayni kökten “tes’ir” sözcüğü “tef’îl” babında bir mastar olup, sözlükte; bir mala narh koymak, fiyat takdir etmek, bir şeyin fiyatını sınırlamak demektir (İbn Manzûr, Lisanül-Arab, “Tes’îr” maddesi; Süleyman Sudî, Defter-i Muktesid, İstanbul 1307, III, 104). Narh, geniş olarak şu şekilde tarif edilir: İslâm devlet başkanının veya yetki verdiği memurların yahut da toplumun işlerini üzerine alan başka kimselerin, esnaf ve tüccara, mallarım belli bir fiyata satmalarını emretmesi ve onlara toplum yararı dışında, belirlenen fiyattan aşağı veya yukarı bir fiyata satış yapmayı yasaklamasıdır (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, Mısır 1357, V, 219).
Bir malın piyasa fiyatı genel olarak, rekabet şartları içinde arz ve talep sonucunda oluşur. Üretimin maliyeti arzı etkiler. Kıtlık, mal darlığı, savaşlar, ekonomik darboğazlar arz ve talep dengesini bozar. Böyle dönemlerde karaborsacılık meyli başlar. Tüketiciler devletin fiyatlara müdahalesini isterler. İşte devlet, fiyatları mâliyetin üstünde belli bir kâr haddi bırakarak tesbit ederse, onun belirlediği bu otoriter fiyatlara “narh” denir (Halil Sahillioğlu, “Osmanlılarda Narh Müessesesi “, Belgeleriyle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: I, Yıl: 1967, s. 36 vd.; Ali Şafak, “İslâm İktisadında Enflasyon ve Getirilen Önleyici Tedbirler”, Diyanet Dergisi, c. XVIII, Sayı: I, Yıl 1979).
Narh meselesi daha Hz. Peygamber döneminde ortaya çıkmıştır. Ashab-ı Kirâm yiyecek sıkıntısı çekildiğinde ve yiyecek fiyatları yükseldiğinde Allah Elçisine başvurup, fiyatlara müdahale etmesini istediler. Narhın birtakım sakıncalarını gören Hz. Peygamber onların bu isteklerini reddetmiştir.
Enes b. Mâlik (r.a)’ten rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.s) devrinde fiyatlar pahalandı. Bunun üzerine halk; “Ey Allah’ın elçisi, bize narh koy” dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem” (Ebû Dâvud, Büyû’, 49; Tirmizî, Büyû ; 73; İbn Mâce, Ticârât, 27; Dârimî, Büyû’,13; Ahmed b. Hanbel, II, 327; III, 85, 106, 286). Yine Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre, bir adam; “Ey Allah’ın elçisi, bize narh koy” dedi. Hz. Peygamber: “Belki bu konuda Allah’a dua ederim” buyurdu. Sonra başka bir adam geldi ve “Narh koy” dedi. Hz. Peygamber ona da şu cevabı verdi: “Belki fiyatları ucuzlatan ve pahalandıran Allah’tır” (eş-Şevkânî, a.g.e., V, 219).
Bu duruma göre, Hz. Peygamber döneminde piyasaya müdahale edilmeyip, piyasa fiyatlarının serbest rekâbetle oluşması amaçlanmıştır. Çünkü satıcının kendi mülkünde mutlak tasarruf hakkı vardır. Bu hak ancak nass’larla sınırlanabilir. Alış verişlerde ise karşılıklı rıza esası getirilmiştir. İslâm ticaret hukukunda çeşitli mallara yüzde hesabıyle bir kâr haddi belirlenmemiştir. Genel olarak arz ve talep kanunlarına bağlı, serbest rekabet esasları içinde kendiliğinden oluşacak fiyatlar ölçü alınmıştır. Ancak serbest rekabet esasını korumak ve insanların temel ihtiyaçlarının istismarını önlemek için bir takım tedbirler öngörülmüştür. Ribanın yasaklanması, karşılıksız kazanç yollarının kapatılması ve gerektiğinde narha başvurulması bunlar arasındadır.
Narh uygulamasının temelde satıcı ve alıcının serbest iradesine ters düştüğü de öne sürülmüştür. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: Birbirinizin mallarını bâtıl yollarla yemeyiniz. Ancak bu, sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret malı olursa müstesnadır” (en-Nisâ, 4/29).
Diğer yandan Hz. Ömer’in (ö. 23/643) halifeliği döneminde fiyatlara müdahaleden kaçındığı nakledilir. Halife Hz. Ömer (r.a) Musallâ çarşısında Hâtıb b. Ebî Beltea’ya satmakta olduğu kuru üzümün fiyatını sorar. İki müdd’ünün bir gümüş dirhem olduğunu öğrenince, fiyatı ucuz bulan Halife şöyle der: “Tâif’ten üzüm yüklü bir kervanın gelmekte olduğunu haber aldım. Onlar senin fiyatına aldanırlar. Ya fiyatı yükselt, ya da üzümünü al, evine götür, orada istediğin fiyata sat”. Ancak daha sonra Hz. Ömer kendi kendine düşünmüş ve Hâtıb (r.a)’ın evine giderek şöyle demiştir: “Sana söylediklerim ne emirdir, ne de hüküm. Bu belde halkının iyiliği için arzu ettiğim bir şeydir. Nasıl ve nerede istersen satabilirsin” (Şafii, el-Ûmm, II, 209; İbn Kûdâme, el-Muğnî, IV, 240).
Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî temelde narh koymanın meşrû olmadığı görüşündedir. Bu esasın dayandığı illet şöyle açıklanabilir. Narh; ticaret yapanları hacr altına almak (kısıtlamak) demektir. Devlet hem tüketicilerin, hem de esnaf ve tüccarın maslahatını gözetmek ve dengelemekle yükümlüdür. Fiyatları narh yoluyla ucuzlatarak tüketicilerin yararını gözetmek, pahalılık yaratarak satıcıların maslahatını gözetmekten farksızdır. Mal sahibini razı olmadığı bir fiyatla satışa zorlamak, alış verişte karşılıklı rızayı şart koşan ayete zıt düşer. Çoğunluk fakihler bu görüştedir. Ancak, İmam Mâlik’ten narh koymayı caiz saydığı görüşü nakledilmiştir (bk. eş-Şevkânî, a.g.e., V, 219; eş-Şurbacî, et-Tes’îr, Mısır 1393, s. 22).
Narhı caiz görenler ve dayandıkları delilleri şu şekilde açıklayabiliriz:
Narhı caiz görmeyenler yukarıda zikrettiğimiz Hz. Enes ve Ebû Hureyre’nin naklettiği hadislerin açık anlamına dayanırlar. Bu hadisler sahihtir, ancak narhın yasak olduğunu bildirmek için buyurulmamıştır. Çünkü bu hadislerde; “narh koymayınız”, “narh koymak helâl değildir” denilmemiş, fiyat koyan, darlık ve bolluk getiren Allah’tır”; Ben Allah’a dua ederim”gibi ifadeler kullanılmıştır. Bu hadislerden çıkan ortak anlam şudur: “Allah bütün nimetlerin yaratıcısıdır. O dilerse, yarattıklarının hepsine, her yerde bol bol nimetler verir”. Ancak bu durum; Allah’ın karaborsadan ve yüksek fiyatlar koyarak, insanların birbirini aldatmasından hoşnut ve razı olduğu anlamına gelmez. Çünkü Allah Teâlâ bir ayetinde şöyle buyurur: Birbirinizin mallarını bâtıl yollarla yemeyiniz” (el-Bakara, 2/188). Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse haksız olarak başkasının malını alırsa, Allah’ın gazabına uğramış olarak ilâhi huzura çıkar” (Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, İman, H. No: 222-224).
Hz. Peygamber’in narhtan kaçınması, ticaretle uğraşanlara haksızlık olacağı endişesine dayanır. Çünkü fiyatların yükselmesinde Medine halkının rolü olmamış, serbest rekabetle, arz ve talep sonucu fiyatlar oluşmuştur. Tüketicinin istismar edilmediği ve karaborsanın görülmediği bir piyasa hâkimdir. Böyle bir toplumda narha gerek duyulmaması normal ve tabiîdir.
Ancak narh hadisleri ile Hz. Ömer devrindeki uygulama, devletin piyasa fiyatlarına müdahalesini meşrû gösterecek güçte değildir. Ağırlık noktası narhın aleyhindedir. Piyasa fiyatları her zaman ölçü olmuş ve fiyatların serbest rekabetle oluşması anlayışı hâkim bulunmuştur.
Hulefâ-i Râşidîn’den sonraki dönemde Tâbiîlerin bir kısmı narh hadislerinin açık anlamına dayanarak, satıcıya haksızlık olur korkusuyla piyasa fiyatlarına müdahaleyi uygun bulmadılar. Ancak ahlâkın bozulması, fiyatların yapay olarak yükselmeye başlaması ve toplumun bundan zarar görmesi üzerine bazı Tâbiîler narh koymayı caiz gördüler. Saîd b. el-Müseyyeb (ö. 94/712), Rabia b. Abdurrahman (ö. 136/753), Yahyâ b. Saîd el-Ensârî (ö.143/760) bunlar arasındadır (el-Bâcî, el-Müntekâ Şerhul Muvatta’, Mısır 1331, V, 18).
İmam Mâlik, malını pek az kimsenin alabileceği yüksek fiyatla satana; “Ya herkesin alabileceği bir fiyatla sat, ya da pazar yerinden çık git” denilebileceğini söyleyerek narha cevaz vermiştir (İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 240; el-Bocî, a.g.e., V, 17, 18).
Diğer yandan İmam Şâfiî kıtlık zamanlarında, Zeydîler de bazı maddelerde narh koymayı caiz gördüler. Müteahhırûn âlimlerinden bazıları da halkın zarara uğramaması için et ve yağ dışında kalan diğer gıda maddeterine narh konulmasını hoş karşılamışlardır (eş-Şevkânî, a.g.e., V, 220; İbn Hacer el-Askalânî, Bülûğul-Merâm, Terc. Ahmed Davudoğlu, III, 50).
Birden zengin olma hırsı, ticaretle uğraşanlarda mal darlığından yararlanma meyli doğurur. Bazan da karaborsacılık yaparak, mal darlığı sunî bir şekilde meydana getirilir ve fiyatların normalin üstünde yükselmesi sağlanır. Halk ihtiyaç maddelerini aslında razı olmadığı yüksek bir bedel ödeyerek alır ve bundan zarar görür. Burada satıcıların haklarını kötüye kullanarak, serbest rekabetle kendiliğinden oluşması gereken fiyatları etkilemesi söz konusudur. Acaba devlet bu durumda da fiyatlara müdahale edemez mi? Narh koyarsa bu uygulama narh hadisi ile çelişir mi?
Kazancı iki yanlı düşünmek gerekir. Satıcıyı tamamen serbest bırakıp, onu devlet kontrolünün dışında saymak da toplumun zulüm ve haksızlığa uğramasına yol açar, çünkü gerek Resulullah ve gerekse Hulefâ-i Râşidîn devrinde, ticaret ahlâkının ve faziletin en yüksek örneği yaşanmış, devlet müdahalesine gerek duyulmamış ve herkes meşrû haklarına razı olmuştur. Fakat giderek, insanlar fiyat tesbitindeki esnekliği veya arz ve talep dengesindeki bozukluğu kötüye kullanmaya başlamıştır. Kıtlıklar ve savaşların getirdiği ekonomik sıkıntılar fiyatların yapay olarak yükselmesine neden olmuştur. Bazan da hiçbir ekonomik neden yokken, karaborsacılık yoluyla veya aynı çeşit malı satanların gizlice anlaşmaları sonucu fiyatlar yükselmiştir. Çünkü bazı iş adamları piyasada güçlü rakiplere rastladıkları vakit, sert ve yıpratıcı bir mücadeleye girmektense onlarla anlaşmayı tercih ederler.
Çarşı ve pazar teftişi: Çarşı ve pazarların kontrolü işine “ihtisap” veya “muhtesiplik” denir. İhtisap işi Hz. Peygamber devrinde başladığı halde, narh fiyatlarının kontrolüne daha sonraki devirlerde rastlanmaktadır. Hz. Peygamber, Medîne için Hz. Ömer’i, Mekke için de Said b. Said el-Âs’ı piyasa kontrolörü olarak görevlendirmişti. İhtisap işinin esası “el-emru bil-ma’rûf ve’nnehyu anil-münker (iyiliği emretmek, kötülükten menetmek)” prensibine dayanır. Hz. Ömer halife olunca Abdullah b. Utbe’yi çarşı ve pazar teftişine memur etti. Ayrıca Halife kendisi de bizzat kontrol işini yapardı. İhtisaplık hizmetleri dört hafife döneminden sonra da devam etti. Emevîler, Abbasiler ve özellikle Endülüs Emevîlerinde fiyat kontrollerine yönelindiği görülür (bk. Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediye, İstanbul 1922, I, 309, 310; Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi, Terc. Zeki Megamiz, İstanbul 1328/1910, I, 226, II, 80).
İhtisap görevi, Osmanlılarda da gelişerek devam etti. Narhı uygulamakla yükümlü memurların başında sadrazam gelirdi. İstanbul kadısı ile ihtisap ağası ve diğer memurlar da bu konuda görevli idiler. Taşralarda aynı görevi kadılar üstlenmişti. Çarşı ve pazar kontrolünü yapanlar giderek teşkilâtlandılar ve İhtisap Nezâreti adı ile özel bir bakanlık da kuruldu. Ancak bu nezâret,1854 M. yıllarında lağvedilerek, aynı vazifeyi görmek üzere Şehremâneti kurulmuş ise de, narh işine yine kadılar bakıyordu. Kadılar bu işten 1856 M. yılında el çekmişlerdir. Bu tarihten sonra kontrol işi tam olarak şehremâneti’ne geçti. Artık narhlar bu teşkilât tarafından konularak ilgililere tebliğ ve gazetelerle ilân edilmeye başlandı (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 2. baskı, İstanbul 1971, II, 655-657).
Osmanlı padişahları narh işiyle de yakından ilgilendiler. Onlar bu yolla halkın hayır duasını almayı istiyorlardı. Sadrazamlar da makamlarını koruyabilmek için narha önem vermişlerdir. Nitekim III. Selim tarafından kaymakam Mûsa Paşa’ya yazılan hatt-ı hümâyunda şu satırlar görülür:
“…ve ibâdullahın (Allah’ın kulları) es’ârı (narh fiyatları) hususlarına dahi dikkatle fukarâ ve zuafâ’dan taraf-ı hümâyûnuma hayır dua aldırmaya ihtimam edesin” (O.N. Ergin, a.g.e., I, 394 vd.).
Tevkü Abdurrahman Paşa Kanunnâmesinde şöyle denilmektedir: “Sadrazam kol gezerken, narh işlerini satıcı ve alıcılara gadir olmamak üzere tesviye edip tutmayanların hakkından gelirlerdi”. Aynı kanunnâmenin başka bir yerinde de şu cümleler yer alır: “Dükkân sahipleri, satışlarında kâr sınırını aşarak müşterilere zarar isabet etse, umumî zararı defetmek için Sultan tarafından narh tayini lâzım geldikte; devletin temsilcisi, tarafsız bilirkişilerle istişare edip, satıcı ve alıcılara zarar olmamak şartıyla insan yiyeceklerine, diğer ihtiyaç maddelerine ve hayvan yemlerine narh tayini için kadı efendiye yahut muhtesibe hitâben ferman buyururlar. Onlar dahi ferman mucebince narh tayin edip daima icrasiyle mukayyet olurlar. Narha uymayanları hallerine göre ta’zir ederler” (Pakalın, a.g.e., II, 655).
Çeşitli maddelere, normal olarak mevsimi geldiği zaman narh konulurdu. Bunun dışında gıdâ maddelerine biri kış, diğeri yaz olmak üzere yılda iki, hattâ bazan üç defa narh tespit edildiği de olurdu. Narh, yalnız ekmek, peynir, yağ, süt, et gibi yiyecek; yemeni, yaşmak, tülbent gibi giyilecek şeylere değil, diğer bütün zarurî maddelere uygulanırdı (Sahillioğlu, a.g.e., s. 39).
Kadılar narh için ayrıca sicil tutarlar, zaman zaman tanzim ve ilân ettikleri narh listelerini bu sicillere işlerlerdi. Eşya fiyatları ve kâr oranları bakımından bu listeler kendi dönemleri için ekonomik bakımdan önemli istatistikî bilgileri kapsarlar.
Osmanlılarda narh cetvelleri XVI. yüzyıl başlarından itibaren düzenlenmeye başlanmış ve bunlar şer’iye sicillerine işlenmiştir. İstanbul Kadısı İsa Oğlu Sadi Efendi tarafından 1525 Miladî tarihinde düzenlenen bir narh listesi beş sayfadan ibaret olup sabun, keten ve hasır çeşitleriyle, zift, katran ve hayvan yemlerine ait on iki kalem madde dışında, diğerleri gıda maddelerine ait olmak üzere 175 çeşit eşyanın narh fiyatlarını kapsamaktadır.
Sadi Efendi her mal için “götürücüsüne” ve “oturucusuna” olmak üzere iki fiyat takdir etmiştir. Birincisi “toptancı” veya “üretici”; İkincisi ise “perakendeci” fiyatı olmaktadır. Bu narh listesinde meselâ, ekmeğin maliyet ve satış bedelini hesaplamak için birinci, ikinci ve üçüncü kalite unun kile fiyatları esas alınarak maliyet hesabı yapılmıştır. Fiyatlar yükselince, ekmeğin birim ağırlığı da o oranda düşürülmüştür (Sahillioğlu, a.g.e., s. 39).
Konya Şer’iye sicili 16/20 no’da kayıtlı bir narh sicilinde, ekmek narhını hesaplamada ölçü alınan unsurlar daha açıktır,1642 M. yılında mahkemeye başvuran ekmekçiler zarar ettiklerini bildirerek, ekmek fiyatlarının yeniden belirlenmesini istediler. Mahkemece görevlendirilen üç kişilik bilirkişi heyeti birinci ve ikinci kalite olarak ikişer kileden, dört kile buğday almış, elekçi, hamur karıcı; pişirici ve tezgâhtar ücretleriyle, dükkân kirası, odun ve maya parası da eklenerek, masraflar tesbit edildikten sonra ekmek için narh fıyatı belirlenmiştir (Yaşar Yücel,1640 Tarihli Es’âr Defteri, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Basımevi, Ankara 1982, s. VIII).
Narh listelerinde görülen kâr hadleri:
Osmanlı devleti narh listelerinde genellikle malı dışarıdan getirip toptan satanlarla, perakende satanlar için olmak üzere iki çeşit fiyat belirlemiştir.
Ömer Lütfü Barkan’ın neşrettiği 1485 M. tarihli İstanbul İhtisap Kanunnâmesinde, üretilen bir malın maliyeti üzerine sanatın güçlüğüne göre % 10 veya % 20 oranında kâr takdir edilmesi öngörülmüştür.
1525 M. tarihli narh listesinde ise perakendeci kân en düşük olarak arpa için % 5, diğer birçok mallar için ortalama % 33,3 oranında kâr haddi uygulanmıştır (Sahillioğlu, a.g.e., s. 40).
IV’ncü Mehmed devrinde 1680 M. tarihinde düzenlenen bir kanunnâmede, bazı ölçüler konmuş ve narh % 10 kâr esasına dayandırılmıştır. Ancak zahmetli ve çok işçilik isteyen işlerde % 20, hatta % 40’a kadar varan kâr hadlerinin uygulanabileceği belirtilmiştir. Kanunnâmede şöyle denilir:
“Şehir içinde alış-veriş yapan bütün esnaf ve tüccara bakılıp; her kişinin katlandığı güçlüklere, sermaye ve zahmet durumuna göre % 40 kâr ilâvesiyle narh konulsun. Eğer çok zahmetli ve emek isteyen bir iş olursa, o vakit kâr oranı % 20 olsun, bu oran aşılmasın”. Satılan hayvan olursa, % 20 veya % 30 yahut % 40’a kadar kâr eklenerek narh verilebilir. % 40 kârla satış yapabilecek esnaf arasında kitapçılar da vardır. Kitapçılığın o devirlerde zahmetli işlerden sayılıp yüksek kârla satışına izin verilmesi, matbaa ve kâğıt imkânlarının yetersiz oluşu ile yakından ilgilidir. Yiyecek ve giyecek maddelerini dışarıdan getirenler, esnafa “toptancı kârı” ile verirler, onlar da “perakendeci kârı” ile tüketicilere satarlardı. Bu gibi şeyleri dışarıdan getirenler, dükkân açıp satamazlar, buna teşebbüs edenler cezalandırılırdı (Pakalın, a.g.e., II, 656).
Narha uymamanın müeyyidesi:
Narh konulunca buna uymayanlara uygulanacak bir ceza nass’larda yer almamıştır. Bu konuda cinsini, şekil ve miktarını devletin belirleyeceği bir “ta’zir cezası” uygulanır. Ebû Hanîfe’ye (ö. 150/657) sorulur: “Muhtesip çeşitli ticaret mallarına kıymetlerine uygun olarak narh koysa, çarşı esnafından bazısı bu malı kıymetinden daha yüksek fiyatla satsa, bu kimseye ta’zir cezası gerekir mi?” Ebû Hanîfe, bu soruya; “Evet bu durumda narha uymazsa, ta’zir cezası verilebilir” şeklinde cevaplamıştır (bk. eş-Şurbacî, et-Tesîr fîl-İslâm, s. 138).
Hz. Peygamber (s.a.s)’in ıslak buğdayın üstüne kurusunu yayan kimseyi azarlaması, Hz. Ömer’in piyasada etin az olduğu bir sırada, bir kimsenin iki gün üst üste et aldığını görünce, ona kırbaç cezası uygulaması “ta’zir cezası” niteliğindedir (bk. Müslim, İmân, 164; Ebû Davûd, Büyû ; 50; Tirmizî, Büyû’, 72).
Ebussuud Efendi (ö. 982/1574) kendi devrinde narh uygulaması ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Zamanımızda eğer bir malın 100 liradan fazlaya satın alınmasını yasaklayan bir ferman sadır olduğu halde, bir kimse 100 liralık mala 130 Lira öder ve sahih bir muameleyle satın alırsa, yani az bir mala çok para öderse burada taşrîr (hile ve aldatma) söz konusudur. Çünkü her ne kadar emrin kendisi mübah ise de hükümetin emir ve fermanına uymak vacibtir” (Hamdi Döndüren, Kâr Hadleri, s. 190).
Bir İslâm devletinde narh konusunda çıkarılan kanunda, fazla ödenen paranın geri verilmeyeceği hükme bağlanmışsa buna uyulur. Fakat devletin koyduğu usullere uygun alış-veriş yapmadıkları için satıcı ve alıcı tevbe edinceye veya iyi hal gösterinceye kadar hapsedilir. Fazla ödenen para için rücû hakkı kanunda yer almışsa, fazlalık geri alınabilir; ancak buna dayanarak satım akdi bozulamaz. Bu konuda, cuma namazı sırasında, cuma namazı kılmakla yükümlü bir müslümanın yapacağı alış-verişin mekruh olmakla birlikte geçerli sayılmasına kıyas yapılmıştır. Buna göre, Allah’ın emrine muhalefet bile satım akdinin fesadını gerektirmezse, narh konusunda Devletin vereceği emre uymamak öncelikle gerektirmez (İbn Abidîn, Reddül-Muhtâr, IV, 175, 176).
Hamdi DÖNDÜREN