MÜTEKELLİM
A- “Konuşan, kelam eden” anlamlarına gelen Allah’ın kemal sıfatlarından birisi. “Allah Teâlâ’nın sese, harflere ve bu harflerden meydana gelen kelime ve cümleleri tertiplemeye muhtaç olmadan konuşması”nı ifade eden bir ilm-i kelâm ıstılahı. Allah’ın “kelam” sıfatıyla muttasıf olduğu ayet, hadis ve ümmetin icmaı ile sabittir. Allah’ın bu sıfatı Kur’ân-ı Kerim’in bir çok âyetinde ifade edilmektedir: “Bu peygamberlerin bazılarını bazılarından üstün kıldık. Allah, onların bazılarıyla konuşmuş ve onları derece bakımından üstün kılmıştır” (el-Bakara, 2/253); “Allah Musa ya hitap ederek konuştu” (en-Nisa, 4/164) “Allah’ın insanla konuşması ancak vahiy ile, yahut perde arkasından veya bir elçi gönderip de kendi izniyle dilediğini bildirmesiyle mümkün olur” (ef-Şurâ, 42/51); ayrıca şu âyetlere bakılabilir: (el-Bakara, 2/75; el-A’râf 7/143). Şu halde Allah, “kendisinin bir sıfatı olan kelâmla mütekellimdir”. Allah’ta kelâm sıfatının zıdları olan sükût ve dilsizliğin bulunması mümkün değildir. Çünkü konuşmak, dilsizliğe ve söz söylemeye karşı bir kemâli ifade etmektedir. Allah da, en yüce varlık olduğu için bu sıfatla muttasıftır. Allah, ezelî sıfatlarından birisi olan “kelâm” sıfatıyla peygamberleri ile konuşur, kitaplar indirir, emir ve nehiylerde bulunur (Taftazanî, Şerhu’l-Akaid, Çev. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1982, s. 167).
Allah’ın “kelâm” sıfatıyla muttasıf olduğu hususunda bütün kelâm âlimleri ittifak halindedir. Fakat kelâm sıfatının mahiyeti konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İslâm kelâmının belli başlı tartışma konularından birisi olan bu mesele, mezhepler arasında çok şiddetli münakaşalara yol açmıştır. Bu mesele, kaynaklarda “Halk-ı Kur’an” başlığı altında ele alınmaktadır. Bu konudaki tartışmalar şu soru etrafında dönüp dolaşmaktadır: Allah, kadîm ve yaratılmamış bir kelâm sıfatıyla mı mütekellimdir; yoksa hâdis (sonradan olma) ve yaratılmış bir kelâm sıfatıyla mı mütekellimdir?
Selef ulemasına göre, kelâm sıfatı
Allah’ın kadîm sıfatlarındandır. Bu sebeple, Kur’an-ı Kerim’de Allah’la kaimdir ve yaratılmamıştır. Kur’an’ı lafız ve mana şeklinde ikiye ayırmak da yanlıştır. Çünkü, o hem harflerden hem de manâlardan meydana gelmiş bir bütündür ve ne harfleri ne de manâları yaratılmış (mahluk) değildir (A. Saim Kılavuz, İslâm Akaidi ve Kelama Giriş, İstanbul 1987, s. 90;
A.Arslan Aydın, İslâm İnançları ve Felsefesi, İstanbul 1980, s. 315).
Diğer mezheplerle birlikte, Allah’ın kelâm sıfatıyla muttasıf olduğunu kabul eden Mutezile mezhebi, Kelâmullahın mahiyeti hususunda farklı bir görüş ileri sürmüştür. Onlara göre Kur’ân, ses ve harflerden müteşekkil olup; telif, tanzim, inzal, Arapça, fasih ve icaz niteliğine sahip olma gibi yaratıkların sıfatları ve hudûsun alâmetleri olan şeylerle muttasıftır. Bu nedenle de yaratılmıştır. Mutezileye göre, Allah’ın mütekellim olması; kelâmı mahallinde yani Cebrail’de, peygamberlerde, Levh-i Mahfuzda, şahısların okuyuşlarında yaratması demektir. Allah, işte bu yaratmadan dolayı mütekellimdir. O’nda, zatıyla kaim bir sıfat olarak kelâm sıfatı yoktur. Mutezile, Kur’ân’ın mushaflarda yazılan, dillerde okunan ve kulakla işitilen şeylerden ibaret olduğunu, bunların da zaruri olarak sonradan olma (hudûs) alametleri sayıldığını söylemiş ve bu nedenle de Kur’ân’ın yaratılmış olduğunu iddia etmiştir (Taftazanî, a.g.e., s.170; A. Saim Kılavuz, a.g.e., s. 90; es-Sâbunî, Matüridiyye Akaidi, Çev. Bekir Topaloğlu, İstanbul,1979, s. 85).
Ehl-i Sünnet kelâmcılarının, Kelâmullah konusunda benimsedikleri yol, İtizâli görüşle Selefî görüş arasında orta yolu temsil etmektedir. Kelâmullah konusunda lafzî ve manevî şeklinde bir ayrımı kabul etmeyen Selefi görüşe karşı Mutezile, Kelâmullah’ın manevi yönünü inkâr etmiş; meseleyi “hudûs”ün sınırları içinde ele almıştı. Ehl-i Sünnet ise bu iki görüşü telif ederek yeni bir senteze ulaşmıştır. Ehli Sünnete göre, “kelâmın mahiyeti, zat ile kaim olan ve harflerle sesler tarafından ifade edilen bir manâdan ibarettir” (es-Sâbûnî, a.g.e., s. 86). Bu sebeple Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim, nefsî ve lafzî olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Nesfî kelâm, Allah’ın zatıyla kaim, onun ne aynı ne de gayrı olan kadim bir sıfat; lafzî kelâm ise harf ve seslerden müteşekkil olan Kur’ân lafzıdır. Allah, nefsî kelâm ile ezelî olarak mütekellimdir. Lafzî kelâm ise ezeli olmayıp yaratılmıştır. Lafzî kelâma, Kelâmullah demek hakiki manâda değil, mecâzî manâdadır. Hakiki manâda kelâmullah, Allah’ın zatıyla kaim olan nefsî kelâmdır (es-Sâbûnî, a.g.e., s. 86 vd.; A. Saim Kılavuz, a.g.e., s. 90; A. Arslan Aydın, a.g.e., s. 316 vd.; Metin Yurdagür, Allah’ın Sıfatları, İstanbul 1984, s. 217).
Kelâmullah’ın, lafzî ve nefsî olmak üzere ikiye ayrıldığı hususunda aynı görüşte olan Ehli sünnet kelâmcıları, Kelâmullah’ın işitilip işitilmeyeceği konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Eş’arilere göre, “varolan her şeyin nasıl görülmesi mümkün ise, işitilmesi de mümkündür.” Bu nedenle Allah’ın kelâmı da işitilebilir. Matüridiler ise Allah kelâmının işitilemeyeceğini savunmuşlardır. Onlar, Allah kelâmının değil, bu kelâmın delâlet ettiği şeyin işitilebileceğini söylemişlerdir (es-Sâbûnî, a.g.e., s. 89).
B- Mütekellim, aynı zamanda, “Kelam ilmi ile uğraşan âlim, Kelâmcı”, anlamında bir ilm-i kelâm ıstılahı olarak da kullanılmaktadır. Çoğulu, mütekellimûn-mütekellimîndir.
İslâm akidelerini nazar ve istidlal yoluyla ele alan, izahlarında naklin yanında akla da ehemmiyet veren, yani kelâm metodunu benimseyen âlimlere “mütekellim” denmiştir. İlk mütekellimler (kelâmcılar) Mutezile âlimleridir. İslâm dünyasında ilk olarak Mutezile ile başlayan kelâmî düşünce, çok geçmeden Sünnîler tarafından da benimsenmiştir. Ehli Sünnet ilm-i kelâmı Ebu’l-Hasan el-Eşarî (öl. 324/936) ile Ebu Mansur el-Matürîdî (öl. 333/944) tarafından kurulmuştur. Bu düşünürlerin açmış olduğu yolda bir çok Ehli sünnet kelamcısı (mütekellimin-i Ehlisünnet) yetişmiştir.
Kelâm ilmi kaynaklarında, el-Eş’arî’den başlayarak Ebu Hamid el-Gazzalî (öl. 505/1111)’ye kadar olan dönem, Mütekaddim kelamcılar (kudema-i mütekellimîn) dönemi olarak bilinmektedir. Bu dönemde, el-Eşarî, el-Matürîdî, Ebu Bekir el-Bakıllânî (403/1013), İmamu’l-Haremeyn el-Cüveynî (478/1085) gibi meşhur kelâmcılar yetişmiştir. Kelâm ilminin Gazzalî ile başlayan dönemi ise, müteahhir kelamcılar (müteahhirîn-i mütekellimîn) dönemi olarak adlandırılmıştır. Felsefenin kelama karışmaya başladığı bu dönemde de, el-Gazzalî, eş-Şehristanî (548/1153), Fahruddin er-Râzî (606/1210) ve daha bir çok İslâm âlimi yetişmiştir.
Yaşar K. AYDINLI