MÜŞKİL
Karışık olan, güçleşen şey, rengi kırmızıya çalan nesne; bizzat lafzındaki bir sebepten veya başka bir nasla çatışmasından dolayı anlamı kapalı olan lafız anlamında bir fıkıh usulü terimi. Müşkil, delâleti açık olmayan lafızlardandır. Müşkildeki kapalılık doğrudan doğruya lafzın kendisinden kaynaklanır ve onunla kastedilen manâ, ancak onu kuşatan karîne ve emareler üzerinde incelemede bulunma ve derinlemesine düşünme yoluyla anlaşılabilir.
Müşkil’e, birden çok anlam ifade eden müşterek lafızlar örnek verilebilir. Müşterek lafız; her biri ayrı vaz’ ile olmak üzere birden fazla anlam için vaz’ olunmuş ve tek anlam için vaz’ olunmakla birlikte, mecaz yoluyla başka anlamda da kullanılan ve bu mecazî anlamının gerçek anlamıymış gibi yaygın hale gelecek ölçüde çok kullanılması sonucunda, birden çok anlama delâlet eder hale gelmiş lafızlardır.
Meselâ, müşterek bir lafız olan “ayn” sözcüğü; göz, pınar, mâhiyet, casus gibi anlamlara gelir. “Ayn” kelimesinin bu anlamlardan hangisine delâlet ettiği, cümlenin gelişinden veya dış bir karineden (delilden) anlaşılır. Cümlenin gelişine örnek: “Ordunun durumunu anlamak için aynları her tarafa yaydım” cümlesindeki “ayn”lar (uyûn) casus anlamında kullanılmıştır. Biz bunu, cümlenin gelişinden anlıyoruz.
Müşterek olan lafzı anlamak için baş vurulan şeyin cümlenin gelişi değil de dış bir delil olmasına örnek:
“Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç kurû’ beklerler. Eğer bu boşanan kadınlar Allah’a ve âhirete inanıyorlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri helâl olmaz” (el-Bakara, 2/288) âyetinde geçen kurû’ kelimesinde ihtilâf edilmiştir. Hanefilere göre kurû’ kelimesi hayız (ay hali)dir. Şafiî’lere göre ise, kurû’ iki ay hali arasındaki temizlik süresidir. Her iki tarafın da ileri sürdükleri dış delilleri vardır ve kurû’u bu delillere göre manâlandırırlar. Müşkile bir örnek:
“Sizden ölüp, hanımlarını bırakacak olanlar, evlerinden çıkmaksızın senesine kadar hanımları için nafaka vasiyet etsinler” (el-Bakara, 2/240) âyetidir. Bu âyet-i kerime, “Sizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler” (el-Bakara, 2/234) âyetiyle çatışır gibi gözükmektedir. Çünkü kelâmın zâhirine bakılırsa, iki türlü iddet bildirilmiştir: Biri dört ay on gün; diğeri ise tam bir yıldır. Ancak iyi düşünüldüğü zaman görülüyor ki, “Evlerinden çıkarılmaksızın senesine kadar karıları için nafaka vasiyet etsinler” (el-Bakara, 2/240) âyeti ölenin karısı için bir hak tesbit etmiş, onun, kocasının evinde bir yıl oturabileceğini göstermiştir. Bunun delili, “Çıkarlarsa onlar için bir günah yoktur” (el-Bakara, 2/240) âyetidir. “Sizden ölenlerin bırakmış olduğu kadınlar dört ay on gün beklerler” (el-Bakara, 2/234) âyeti ise, iddeti bildirir. Yani bu âyetlerden birisi kadının hakkını, ötekisi de görevini belirlemektedir.
Fıkhî hüküm ifade eden nasslardaki müşkillik, kendisinden kastedilen hüküm bilinemeyecek derecede kapalı olmak değil; ancak lafız veya üslûp üzerinde iyice düşünülmedikçe manânın anlaşılmama ihtimali bulunmasıdır.
Onun için müşkildeki kapalılık nisbî demektir. Mutlaka Sünnet tarafından tefsire ihtiyaç duyacak derecede bir kapalılık söz konusu değildir. Bu yüzden müşkildeki müşkillik (işkâl) müctehidlerin nasslar ve bunların genel maksatlarını birleştirmek için yaptıkları ictihadlarla ortadan kalkar.
Müşkilin hükmü şudur: Lafzın muhtemel bulunduğu anlamlar ele alınıp, lafzı çevreleyen karineler vasıtasıyla bu anlamlardan hangisinin kastedilmiş olduğunu tespit için ictihad yapılır. Bu konuda ictihad yapabilecek bir ilme sahip olmayan kimseler veya toplum, müctehidin yaptığı ictihad ve tercihe uyarak amel eder. Nitekim, boşanan kadının iddetinin belirlenmesinde, kuru lafzına Hanefiler “ay hali”, Şâfiiler ise “iki ay hali arasındaki temizlik süresi” anlamı vererek bununla amel etmişlerdir (Abdülkerim Zeydân, el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkh, s. 269-297; M. Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, Dâru’l-Fikri’l-Arabi tab’ı, y.y.,1958, s.128-131; Zekiyüddin Şabân, Usülü’l-Fıkh, Çv. İbrahim Kafi Dönmez Ankara 1990, s. 327-329).
Abdülbaki TURAN