MÜSLE
Başkalarına ibret olsun diye, burnunu, kulağını vesair uzuvlarını kesip, gözlerini oyarak kendisini çirkin bir şekle sokmak suretiyle düşmana ceza vermek. Müslenin iki manâsı vardır. Biri, kısas ve mukabele bi’l-misil (yapılan işe aynıyla karşılık vermek); diğeri de öldürülen şahsın (maktulün) burnunu, kulağını ve diğer azalarını kesmektir. Müslenin yasaklanan kısmı budur (Buhari, Tecrid-i Sarih Tercümesi, I, 186).
Müslenin Hz. Peygamber tarafından tatbik ettirildiği gibi yasaklandığı da birçok hadislerle sabittir.
Hicretin altıncı yılı Şevval ayında Ukl ve Ureyne kabilelerinden bir grup Rasûlüllah’a gelerek müslüman olduklarını söylediler. Hasta, karınları şişmiş ve benizleri sararmış olan bu kimseler Rasulullah’tan kendilerini barındırmasını rica ederler. Peygamber de bunları Suffa ashabı arasına katar. Zamanla Medine havasının kendilerine yaramadığını beyanla kır havasına çıkmayı, develerin bulunduğu yere gönderilmeyi isterler. Hz. Peygamber bunları devlet hazinesine ait develerin bulunduğu yere gönderir develerin süt ve bevillerinden içerek tedavi olmalarını buyurur. Bir süre develerin yanında kalan Ukl ve Ureyneliler Hz. Peygamber’in çobanı olan azatlı kölesi Yesar’ı elini ayağını keserek gözlerine diken batırıp ölünceye kadar o halde terkedip develeri de çalıp götürürler. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber Gürz b. Cabir el-Fehrî’yi bu adamları yakalamak için gönderir. Yakalanan bu caniler Peygamber’in emriyle yaptığı zulme kısas olarak elleri ayakları kesilir, gözleri çıkarılır, yani müsle yapılır. Bu olay “Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azab vardır” (el-Maide, 5/33) ayeti için nüzul sebebi olarak gösterilmektedir. Bu hadisle belirtilen ve bizzat Hz. Peygamber’in emriyle gerçekleştirilen müsle, İslâm âlimlerince kısas ve mukabele bi’l-misil olarak kabul edilmiştir. Konunun ilk başında tarifi yapılan müslenin ise yine Hz. Peygamber’in şu hadisleri ile yasaklandığı görülmektedir:
“..Hz. Peygamber bizi müsle yapmaktan nehyetti” (Ebu Davud, III, 53); “Allah’ın azabı, yani ateş ile yakmakla, dağlamakla tazib etmeyiniz”;
“Hayvanlara müsle yapılmasını nehyetti”; “Her kim başkasına saçını traş edip yolmak suretiyle müsle yaparsa kıyamet gününde Allah katında değer ve itibarı olmaz” (Buhari, Tecrid i Sarih Terrümesi, I, 186).
Uhud harbinde Hz. Hamza şehid edildikten sonra kendisine müsle yapıldığı bilinmektedir (Ebu Davud Şerhi el-Menhel, VIII, 297).
Müsleye benzerliği nedeniyle Hz. Peygamber’in “Kendisinde ruh bulunan hiç bir şeyi atış hedefi edinmeyiniz” hadisi ile bir kuşu hedef olarak tutan bir takım Kureyş gençlerine Hz. Ömer’in “Allah bu işi yapanlara lanet etmiştir” sözünü zikredebiliriz (Müslim, Kitabu’s-Sayd, Hd. no: 1956, 1958, terceme: 6/169, 170).
Hukukun en mükemmelini ortaya koyan İslâm, işlenen suçlara verilen cezaların tatbikinde çekimser ve merhametli davranılmasını (en-Nisa: 4/2) ve yapılan zulme fazla değil ancak misliyle mukabele edilmesi (el-Bakara: 2; 194) gerektiğini, geçmiş kavimlerden İsrailoğullarına da cana karşılık can; göze göz; buruna burun, kulağa kulak ve dişe karşı diş ile kısası (el-Maide, 5/45) emretmiştir. Bakara 194. ayeti hakkında Hasan el-Basri insanın burun, kulak ve dudağının kesilmemesi, kadın, çocuk ve savaşamayan kimselerin öldürülmemesi hükmünü çıkarmış ve müslenin caiz olmadığını, Hz. Peygamber’in müsle hakkındaki bir hadisini de delil getirerek ortaya koymuştur. “Allah’a inanmayan, kâfir olan her şahısla döğüşünüz, gaddarlık yapmayınız. İnsanların kulak, burun ve dudaklarını kesmeyiniz. Çocukları, kilise ve havralarda ibadet eden rahipleri öldürmeyiniz” (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azim: 1/226).
İslâm harb hukuku düşmana karşı bile haddi tecavüz etmemeyi emrederken kâfir toplumların bunun tanı tersini yaptıklarına tarih şahittir. Uhud harbinde Hz. Hamza’yı şehid eden kâfirler daha sonra müdâfaasız olan bu mübarek şehide müsle yapmışlardır (Ebu Davud şerhi el-Menhel, III, 297). Yine Uhud harbinde müşrikler tarafından şehid edilen Enes İbn Nadr’a müsle yapılmış, burnu, kulakları ve diğer azaları kesilmiş, tanınmaz hale getirilmişti. O kadar ki, kız kardeşi Rubeyyi O’nu ancak parmaklarından tanıyabilmişti (Buhârî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII, 271).
Cabir İbn Abdullah’ın rivayet ettiği hadiste Yahudi ileri gelenlerinden ve İslâm’ın en büyük düşmanlarından olan Şair Ka’b İbn Eşref Hz. Peygamber’in emri ile öldürülmüş, suçunun ağırlığına karşılık olarak da başı kesilerek Medine’ye getirilmiştir (Buhârî, Tecrid-i Sarih Tercemesi, X, 176).
Harbe katılan ve hazırlanan ve müsait bulunan her düşman eri öldürülebilir. Fülen harbe katılmamış olan kadınlar, rahibler, hahamlar, çocuklar, ihtiyar ve sakatlar öldürülmez. Harb sona erip zafer kazanıldıktan sonra müsle İslâm’ın yasakladığı şeydir. İmam Malik’e göre düşmandan alınan hayvanları öldürüp yakmak da müsle sayılır (Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, III, 368; İbn Abidîn, K.Cihad, III, 224; Fethu’l-Kadir, V; 201).
Harb devam ederken burun ve kulaklar gibi azaların kesilmesinde sakınca yoktur. (Öldürme kastıyle) harb esnasında düşmanın burnunu, kulağını kesmek caizdir. Ancak düşmanı yakaladıktan sonra eza vermek için müsle yapılmaz; herhangi bir azasını kesmeden doğrudan doğruya öldürülür. Daha önce zikredilen hadislerle müslenin yasaklığında ittifak edilmiştir.
Bir topluluk üzerine hücum ederek cinayet işleyip birinin burnunu, diğerinin kulaklarını, başka birinin ellerini, öbürünün ayaklarını, daha başka birinin gözlerini çıkarsa, bu cani kimseden her biri için kısas alınır (İbn Abidin, Kitabu’l-Cihad, III, 234).
Cengiz YAĞCI