MUSAHHAF HADÎS
Metin veya isnadında bir kelime veya ravilerden birinin ismi hatalı olarak söylenmiş ve bu hata ile rivayet edilmiş hadis.
Musahhaf, kelimeyi yanlış okumak manasına tashiften ism-i mef’ûl bir kelimedir. Tashif hadisin gerek metnindeki bir kelimenin veya gerekse isnadındaki bir ravi isminin telaffuzunda meydana gelen hatâ, ya kelime veya ismin şekil ve hat yönünden değişmeden yalnız bazı harflerdeki noktaların değişmesiyle yani noktalı bir harften noktanın düşmesiyle, yahut noktasız bir harfin noktalı olarak okunmasıyla kasdedilen husustur (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 301).
Mütehassıs hadis hâfızlan, metni ve isnadı tashîfe uğramış hadisleri tanımak için büyük gayret göstermişler ve bu tür hadisleri tamnmayı çok mühim bir vazife kabul ederek bu sahada yetişenleri takdirle karşılamışlardır. Zira hadislerin metin ve isnadlarında tashif olanları tanıyabilmek özel bir bilgi birikimi isteyen bir husustur. Hadis münekkidlerinin bu fevkalâde ilmî gayretleri, onların hadislerin isnad ve metinlerini çok iyi tanıdıklarını gösterdiği gibi, muhaddislerin hadis metinlerine gereken önemi vermedikleri şeklindeki iddiaları da çürütmektedir.
Eski hadis münekkidleri (mütekaddimûn) musahhaf ile muharref’i birbirinden ayırmamışlardır. Bunlara göre, ister harfte yalnız nokta değişikliği olsun, ister kelimede şekil değişikliği olsun, her ikisi de musahhaftır; çünkü her ikisi de bir hatanın sonucudur.
Fakat daha sonraki hadis münekkidleri (müteahhirûn) musahhaf ile muharref’i birbirinden ayırmak istemişlerdir. Bununla beraber yaptıkları ayırım lafız ve şekil bakımından olmuştur. İbn Hacer, yazılışı aynı olmakla beraber, noktaların değişmesiyle meydana gelen harf veya harflerin değişikliğine musahhaf, şekil ile alâkalı olan değişikliğe muharref adını vermiştir (İbn Hacer, Nüzhetü’n-Nazar Şerhu-Nuhbeti’l fiker, Mısır, (t.y) s. 47).
İbn Hacer’in tarifine göre metin yönünden musahhaf olan hadise misal olarak şu hadis verilebilir: “Kim Ramazan orucunu tutar ve ardından da Şevvâl ayında altı (gün) oruç tutarsa, bütün sene oruç tutmuş gibi olur” (Müslim, Siyâm, 204; Tirmizî, Savm, 52; İbn Mâce, Sıyâm, 33; Darimî, Savm, 44; Ahmed b. Hanbel V, 417-419). Darekûtnî’nin belirttiğine göre, yine Ebu Eyyûb tarîkiyle hadisi, nakleden Ebu Bekr es-Sûli, hadis metinde geçen sitten (altı) kelimesinde tashif yapmış ve “men same Ramadane sümme etbeahu şey’en” demiştir (İbnü’s-Salah, Ulümu’l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr., Beyrut 1981, s. 255).
Muharref’in misali de, Câbir (r.a.)’ın şu hadisidir. Rumiye Ebî yevme’l-ahzâb. Ahzâb muhârebesinde, Ubey omuzundan vuruldu. Rasulullah (s.a.s) de onu dağladı. Bu hadisteki “Übey” lafzını Gunder tashîf ederek izâfetle “Ebî” hâline getirmiştir. Halbuki “Übeyy”den maksat Ubeyy b. Kab’dir. Üstelik Câbir’in babası da Ahzâb’dan önce Uhud’da şehîd düştüğü için, “Ebî” olması mümkün değildir (İbnü’s-Salah, a.g.e., s. 253).
Musahhaf daha çok hadis metinlerinde, bazan da isnadlardaki isimlerde vuku bulur. Metin yönünden musahhaf olan hadîse misâl şudur:
Muhammed b. Yahyâ ez-Zühelî öldüğü zaman hadis anlatmak (tahdîs) için Mahmiş diye bilinen bir şeyh vazîfelendirildi. Mahmiş, Hz. Peygamber (s.a.s)’in “Yâ Ebâ Umeyr mâ feala’l-baîr…” (Ey Ebû Umeyr devecik ne yapıyor.) buyurduğunu rivâyet etti. Halbuki doğrusu “Mâ feale’n-nuğeyr” (Serçecik ne yapıyor) şeklindedir (Hakim, Marifetu Ulumil hadis, Nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin, Beyrut 1980, s. 146).
Hz. Peygamber tarafından sadaka âmili (memuru) olarak gönderilen Esd (Ezd) kabîlesinden İbnu’l-Lutbiyye isminde biri, dönüşünde, topladığı vergileri getirip “bunlar sizin” diyerek Hz. Peygamber’e teslim etmiş, bazı şeyleri de yanında alıkoyup “bunlar da benim bana hediye edildi” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, mescidde minbere çıkarak memurların hediye kabul etmelerinin doğru olmadığını bildiren bir konuşma yapmış ve hediye alanların, aldıklarını (deve, inek ve koyun cinsinden olursa, her biri kendi sesleriyle bağırır oldukları halde) boyunlarında taşıyacaklarını haber vermiştir (Buharî, Ahkâm, 24; Müslim, İmâret 26).
Bu hadiste “ev şâtun tey’ını (tey’aru) “eğer bir koyun ise meler” ibâresi yer almıştır. İbnü’s-Salah’ın Dârekutnî’den naklen bildirdiğine göre, Ebû Musâ Muhammed b. Müsennâ bu ibâreyi tashîf ederek “ev şâtun ten’ıru” şeklinde rivâyet etmiştir (İbnü’s-Salah, Ulümu’l hadîs, s. 253).
İsnadda vâki olan tashîfe örnek de Kur’an-ı Kerîm kârî’lerinden Muhammed b. Abdülkuddûs’ün bir şeyhten rivayet ettiği şu sözlerdir: “Bağdat’ta bir şeyh bize rivâyet ederken dedi ki: An Süfyân es-Sevrîan Celed el-Cedâ, ani’l-Cisr… Halbuki demek istediğinin doğrusu şöyledir: An Süfyân es-Sevrî, an Hâlid el-Hazza, ani’l-Hasen” (Hakim, a.g.e., s. 152).
Hangi çeşidiyle olursa olsun metindeki tashifler, çoğu zaman manâyı değiştirir ve gerçekleri çirkinleştirir (Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Had”ıs Istılahları, Terc. M. Yaşar Kandemir Ankara 1981, s. 222).
Musahhaf’ın hemen hemen bütün çeşitlerinde göze çarpan zayıflığa rağmen, “sahîh-hasen-zayıf hadisler arasında müşterek olan ıstılahlar” kısmında zikredilmesi, bir çoklarınca acâib karşılanacaktır. Araştırıcı, onâ “mevzû” damgası vurulmasa bile, tamamen zayıf olarak kabul edilmesi gerektiğini zannedecektir.
Bu zannın hatalı olduğu, daha işin başında bellidir. Zira bu zan, fâsit bir kanâate dayanmaktadır. Kısaca bu kanâate göre, tashifcilerin sahîh ve hasen hadisleri tahrif etmeleri yasaklanmış ve son derece zayıf rivayetlerle istedikleri gibi oynamalarına da müsâade edilmiştir. Gerçekler ise bu kanaati yalanlamaktadır. Zîra tashifçiler bütün hadîs ne’vilerini tahrîfe yeltenmekle kalmamışlar; hatta bâzılarının hayâsızlığı, Allah’ın Kitabı’nda bile tashîf yapacak kadar aşırı bir hadde varmıştır. Mütevâtir olan Kur’ân-ı Kerim’in, bu tashiflerden berî olduğu ve onda katiyyen tashif yapılmadığı gibi, sahîh, hasen ve zayıf hadisi şerifler dahi bu tashiflerden uzak kalmıştır.
Tashîf yapılan hadisler hakkında şu ifâdeler kullanılır: Bu hadis sahihtir; fakat onu falan tashîf etmiştir. Bu hasendir; ona tashif yapılmıştır. Nitekim zayıf hadis için de, ister tashîf edilsin, ister edilmesin, bu hadîs zayıftır, denir (Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 223).
Sabahaddin YILDIRIM