MUHKEM
Sağlam, anlamı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez anlamında “if’âl” vezninde, arapça ism-i meful bir kelime; âyet ve hadislerde bulunan ve sevk edildiği maksada delâlet eden lafız manasına gelen bir fıkıh usulu terimi. Manâsı, tevil ve tahsis kabul etmeyecek derecede açıktır. Usul ilminde anlamı açık olan lafızlar dörttür: Zâhir, nass, müfesser ve muhkem. Bu sıralamada muhkem, mânâsı en açık olan lafızdır. Bunun zıddı olan müteşabih ise; manası kapalı, yorum isteyen kelimelerdir. Manâsı kapalı olan lafızlar dört olup; hatî, müşki, mücmel ve müteşabih olmak üzere az kapalıdan çok kapalıya doğru sıralanmışlardır (M. Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, Kahire t.y, s. 119 vd.). Müteşabih; manası kapalı olan, anlaşılması için akılca bir yol bulunmayan, Kitap ve Sünnet’te tefsirine rastlanılmayan ve anlamı Allah’a havale edilen nas (âyet-hadis metni)dir.
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Sana Kitab’ı indiren O’dur. O’nun bir bölüm âyetleri muhkem (anlamı apaçık) dir ki bunlar Kitab’ın anasıdır. Diğerleri müteşabihtirler. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak ve te’vîline yeltenmek için O’nun müteşabih olanına tâbi olurlar. Halbuki onun te’vilini Allah’tan başkası bilmez, ilimde ilerlemiş olanlar da şöyle derler: “Biz Ona inandık. Hepsi Rabbimizin katındandır” (Alu İmran, 3/7, 8).
Bu âyette sözü edilen te’vil, bir âyet veya hadisi açık (zahirî) anlamından çıkarıp, muhtemel bulunduğu başka bir anlama yüklemektir. Böylece Kur’an-ı Kerim âyetleri muhkem ve müteşabih olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Müteşabihler te’vil ve tahsisi kabul ederken; muhkem lafızlar bunları kabul etmeyecek derecede açık anlamlıdır. Hattâ bazan âyet veya hadis metninde, neshi (şer’î bir hükmün, daha sonra gelen bir hüküm tarafından yürürlükten kaldırılması) kabul etmeyeceğine delâlet eden bir ifade bulunur. Meselâ; “Cihâd kıyamete kadar devam edecektir” (Ebû Dâvud, Cihad, 33) hadisi ile zina iftirası (kazf) cezasına uğrayanlarla ilgili olarak inen: “Onların şahitliklerini ebedî olarak kabul etmeyin; onlar fâsıkların tâ kendileridir” (en-Nur, 24/4) âyeti buna örnek verilebilir. Bunlardaki “kıyamete kadar” veya “ebedi olarak” ifadeleri, bu hükümlerin sonsuza kadar bu şekilde devam edeceği anlamına gelir. Bu da nass’ın muhkem olduğunu gösterir. Âyetin devamında; “Ancak bu iftira günahından sonra tevbe edip, kendini düzelterek ilâhi yola dönenler müstesnadır” (en-Nur, 24/5) buyurulur. Hanefiler bu son nass’ın (âyet) istisnayı da kabul etmediğini, kazf cezasına uğrayan kimsenin, tevbe etse, durumunu düzeltse bile şahitliğinin kabul edilmeyeceğini söylerler. Çünkü onlara göre, şahitliğin kabul edilmeyişi dinî bir cezadır. İmam Şâfiî ise, bu istisnayı âyetin bütünü içinde değerlendirir ve tevbe edenlerin şahitliğinin kabul edilebileceğini belirtir. Hanefiler, istisnayı bir önceki cümlede yer alan “onlar fâsıkların ta kendileridir” kısmı ile bağlantılı kabul eder ve iftiracının tevbe edince yalnız fasıklık ithamından kurtulabileceğini belirtirler. Bu ilâhî hükümler, insanın hak, şeref, iffet ve haysiyetini korumayı amaçlamaktadır (M. Ebû Zehra, a.g.e., s.,123,124).
Muhkem’in neshi kabul etmeyişi nass’ın kendisinden ise, ona “muhkem li zâtihi” denir. Yukarıdaki örnekler bu niteliktedir. Nesheden başka bir nass bulunmaması yüzünden ise, buna da “muhkem li gayrihî” denir.
Muhkem lafız, kendinden daha az açık olan zahir, nass veya müfesser bir lafızla çatışırsa, muhkem tercih edilir. Şu âyetler arasında bir çatışma görülür: “Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca, onları güzelce nikâhınız altında tutun veya onlardan güzellikle ayrılın. İçinizden, adalet sahibi iki kişiyi yaptıklarınıza şahit tutun” (et-Talâk, 65/2). Bu âyetteki iki şahit, “‘adâletle” tefsir edilmiştir. Yani, şahit lafzı müfesserdir. Adalet ise, günah işlenmesi halinde ortadan kalkar. Bu âyet, yukarıda zikrettiğimiz, iffetli kadına zina iftirası atan kimse hakkındaki “ebediyyen onların şahitliğini kabul etmeyin” âyeti ile çelişir. Sonsuza kadar ifadesi, bu âyeti muhkem kılmakta ve tevbe etse bile şahitliğinin kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir. Manâ muhkem olunca da, Hanefilere göre, müfessere tercih edilmiştir (Fethi ed-Derînî, el-Menâhicü’l-Usûliyye, Dimaşk 1395/1975, s., 66, 67; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, t.y, II, 72, 73).
Muhkem’e, şu prensipler örnek verilebilir: Kur’ân’da zamanın değişmesi ile değişmeyen, temel hükümlere delâlet eden âyetler. Allah’a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve âhiret gününe iman gibi. “Mü’minlerin hepsi, Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti” (el-Bakara, 2/285). Yine fazilet ve ahlâk esaslarını bildiren ve selîm fıtratın benimsediği kurallarla, zulüm, hıyanet, yalan, sözde durmama, ana babaya karşı gelme ve fısk (bozgunculuk) gibi kötü hasletleri yasaklayan hükümler de muhkemdir.
Hamdi DÖNDÜREN