MÎZÂN
Ölçü ve tartı işinde kullanılan terazi, ölçü aleti: ahirette günah ve sevapların iyilik ve kötülüklerin ölçülüp tartılacağı manevi ölçü aleti. Mizan, sadece eşyanın ağırlık miktarını tartıp bilmeye mahsus ölçü aleti değildir. Sıcaklık, soğukluk ve hız gibi arazları ölçmeye yarayan ölçü aletleri de vardır. Mîzân (terazi), eşyayı ve bir takım arazları ölçmek için kullanıldığı gibi; hukuk, iyilik ve kötülüğü ölçmek için de mecazen kullanılır. Adalet terazisi, hak terazisi, iyilik terazisi, akıl terazisi gibi… Allah Teâlâ bu çeşitli miktar ve değerlere şamil olmak üzere teraziyi Kur’an’da şöyle beyan eti: Âllah, göğü yükseltti. Mizanda (tartıda) haksızlık yapmayın diye teraziyi koydu. Tartmayı doğru ve adaletle yapın, terazide (mizanda) haksızlık ve eksiklik yapmayın ” (er-Rahman, 55/7-9).
Kıyamet gününde iyi ve kötü amellerin tartılarak miktarının bilinmesine mahsus mîzan (terazi) haktır ve konulacaktır. Yüce Allah kıyamet gününde konulacak bu terazi için şöyle buyurur: “Kıyamet günü adalet terazileri koyacağız. Hiç bir kimseye hiç bir haksızlık yapılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya koyarız. Hesab görenler olarak bizler yeteriz” (el-Enbiya, 21/47). “O gün (kıyamet günü) gerçek ve dosdoğru olan vezin (tartı) vardır. “(el-hakk kelimesi veznin haberi yapılarak mana verilirse) “O gün vezin (amellerin tartılması) haktır ve gerçektir. Mîzânları ağır basanlar, işte onlar kurtulanlardır. Mîzânları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıktan ötürü kendilerini zarar ve ziyana uğratanlardır” (el-A’râf, 7/8-9). Bir terazinin ağır gelmesi, onunla tartılan şeyin (mevzun’un) ağırlık ve miktarı ile orantılıdır. Ahirette terazinin ağır gelmesi istenilen tarafı iman ve iyi amellerin konulduğu gözüdür. Terâzide imanla birlikte iyilikleri, hayır ve hasenâtı ağır gelenler kurtulacaklardır. Yukarıda meali yazdığım âyetlerde geçen “mevazin’in, mîzânın cem’i olabileceği gibi “mevzun’un” (tartılan amelin) de çoğulu olacağına dair iki görüş rivayet edilmiştir. Allah katında kıymeti ve ağırlığı olan iyi ameldir ki, mîzânda ağır gelecek olanda budur. Ayetlerde “Mîzân”ın, “mevâzin” şeklinde çoğul yapılması: mizanın şanını yüceltmek ve önemini belirtmek için veya amelleri tartılacak kişilerin çokluğundan dolayıdır. Yahut da her ferd için müteaddid mizanların bulunacağına işarettir. Veyahut kalblere ait ameller ayrı bir terazide sözler bir terazi de organların amelleri de başka bir terazide tartılacağı için mîzân cem’i olarak getirilmiştir. Veya mîzân, kısım ve teferruatı çok olduğundan dolayı cem’ilenmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in vezin ve mîzânla ilgili beyanlarından çıkan netice şudur: Âhirette amellerin tartılması için her halde bir mîzân konulacaktır. Mîzânda amellerin tartılması, amel defterlerinin verilmesinden sonra olacaktır. Mîzân ile vezin esnasında, zâlimin hasenesi varsa, alacağı oranında mazluma verilecek: Hasenesi (iyiliği) yoksa, mazlumun günahı olacağı miktarda, zalime verilecektir. Herkesin muhtelif amellerinin tartılmasından sonra kâr ve zarar hesabı hepsinin toplamından çıkarılacaktır.
Mutezile, “Mîzândan murad, Allah’ın koymuş olduğu adalettir. Ameller, arazdır, iadesi mümkün olsa bile, tartılmaları imkânsızdır. Kulların amelleri Allah’ın malumudur, tartılması faydasızdır” dedi. Ehl-i Sünnet, Mutezilenin bu iddiasına şöyle cevap verdi: “Mizanda amellerin vezni bütün halkın içinde Allah’ın dostlarını düşmanlarından ayırdetmek ve dosdoğru ve mükemmel adaletini göstermek içindir. Böylece herkes, Cenabı Allah’ın zulmetmekten münezzeh olduğunu anlayacaklardır. Mîzânda iyilikleri ağır gelenlerin derecelerinin kemali ve faziletlerinin zuhuru sebebiyle ferah ve sürurları artacaktır. Kötülükleri ağır gelenlerin ise, gam, hüzün, korku, rezillik ve rüsvaylıkları artacaktır. Mevâzin lafzı sırf adalet üzerine hamledilir, diyenlerin delilleri tutarsızdır. Lafza hakiki manasından aklî bir zaruret olmaksızın mecaz manası vermek caiz değildir. Mîzân konusunda şu anlamda hadisler varid olmuştur:
a) Mîzânda, tartılacak olan, amel defterleridir (İbn Kesir Tefsir, Beyrut 1966/1385, IV, 566).
b) Gerekli olan değerlerine göre iyilikler güıel ve nurani suretlere (miktarlara) kötülükler de çirkin suretlere çevirilerek tartılırlar (Fahrüddin er-Razi, Mefatihu’l-Gayb, İstanbul 1398 h. IV, s. 266-267, VIII s. 666).
c) İnsan bir defa sırtına iyiliklerini yüklenerek sevabıyla tartılır, ayrıca da veballerini sırtına yüklenerek günahıyla tartılır (İbn Kesir, III, s. 146-147).
O halde kulların amellerinin vezni için mîzânı tasdik etmek gerekir. Bununla beraber veznin (hasıl olacağını) keyfiyetini ve mîzânın mahiyetini akıl için tafsilatıyla bilmeye imkan yoktur. Bu sebeple bunların keyfiyetinin tafsilatına iman etmek şart değildir. Vezin ve mîzânı inkar etmeyerek bunları adalet-i ilahi ile te’vil edenler küfre nisbet olunmaz.
Fakat Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenlere gelince; Allah onların amelleri için hiç bir vezin ve tartı işlemi yapamayacaktır. Mîzânda vezin, iyilikleri ve kötülükleri bulunanların sevap ve günahlarının miktarı belli olsun diye gerçekleşecektir. Allah’ı, öldükten sonra diriltilerek hesap vermeyi inkâr ettikleri için kâfirlerin iyilikleri boşa gitmiştir. Çünkü iyilikleri tutan ve muhafaza eden kap imandır. Ahirette kâfirin küfür ve günahından başka hiç bir hasenesi kalmayacağından dolayı onun için vezin ve mîzâna gerek kalmaz. Bu sebeple Cenabı Hakk şöyle buyuruyor: “De ki: Size amelce en çok ziyanda olanı haber vereyim mi. Bunlar dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiş olanlardır. Oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. İşte bunlar, Allah’ı ve Ona kavuşmayı inkar edenlerdir. Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir. O halde onlar için kıyamet gününde tartı işlemi yapmayacağız (vezin ikame etmeyeceğiz)” (el-Kehf, 18/103-105).
Peygamberimiz mahşer gününde üç yerde korku ve endişesi sebebiyle kimse kimseyi hatırlamayacağım söyler
I- Mîzân başında terazisinin ağır çekip çekmeyeceğini öğreninceye kadar
2- Amel defterinin verildiği ve “alın kitabımı okuyun” denildiği zaman kitabının sağında mı solunda mı yoksa arkasında mı bulunacağını öğreninceye kadar,
3- Cehennemin üstüne kurulduğu vakit Sırat’ın yanında (Mansur Ali Nasıf et-Tac, V, 376).
Muhiddin BAĞÇECİ