İŞÇİ, İŞÇİLİK
Bir işi ücret karşılığında yapan, ücret karşılığında iş yapmak. İş işlemek, yapmak, icra etmek, tasarruf etmek ve amel etmek. Bir isim olarak “amel”, iş ve vazife demektir. Çoğulu “a’mâl” gelir. Âmil ve ecîr de; işçi, bir işi yapan, işleyen ve çalışan kişi anlamında kullanılır. Bunların çoğulları, ummâl, amele; ecîr’in ise ücerâ gelir (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Beyrut 1955, amel ve ecr. mad.). Arapça’da genel olarak çalışmak ve iş yapmak anlamında başka terimler de vardır. “Sa’y”, “fi’l”, “cehd” ve “ecr” bunlar arasında sayılabilir.
Kur’an-ı Kerîm’de kendisinin veya başkalarının işinde çalışmak yahut ahiret için iyi işler yapıp hazırlamak anlamlarında olmak üzere 670 kadar ayet vardır. Yalnız “iş (amel sözcüğü ve türevleri 360 ayette geçer) (bk. M. Fuad Abdulbâki, el-Mu’cemu’l Müfehres Li Elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm, Kahire 1378/1958, ilgili sözcüklerin maddeleri). Hz. Muhammed’in hadislerinde de aynı terimleri ve işçi, işveren konularında çeşitli hükümleri bulmak mümkündür:
“…Onun meyvasından ve kendi ellerinin yaptıklarından yesinler diye… ” (Yâsin, 36/35); “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (en-Necm, 53/39); “İnanıp iyi işler yapanlara, Allah, ücretlerini tam olarak verecektir” (Âlu İmrân, 3/57);”Biz elbette, iman edip işini iyi yapanların ücretini zayi etmeyiz” (el-Kehf, 18/30).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “İşçinin ücretini teri kurumadan önce veriniz” (İbn Mâce, Rehin, 4); “işçi çalıştıran kimse, işçisine ne kadar ücret vereceğini bildirsin ” (Nesaî, Eymân ve’n-Nuzûr, 44; Zeyd b. Alî, Müsned, H. 654).
Bir hukuk terimi olarak işçi; başkasına ait bir işi veya hizmeti bir ücret karşılığında yapmayı üstlenen kimse anlamına gelir. Bu, işçinin emeğini kiralaması demektir. Bu yüzden işçi (âmil, ecir) ve iş akdi konusu, İslâm hukuku kaynaklarında kira akdi (icâre) içinde incelenmiştir (Ali Haydar, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkam, I, 682, Mecelle, Mad. 413; Mevsilî, el-İhtiyâr, II, 35 vd.). İnsanlar bütün işlerini her zaman kendileri göremez. Başkalarının yardımına ihtiyaç vardır. Bu yardımın sürekli olarak meccânen yapılması beklenemez. Sözleşme ve ücret, emeğin kiralanmasında sürekliliği sağlar. Bir ücret karşılığında başkasını çalıştıran kimseye “işveren” denir. işveren gerçek kişi olabileceği gibi, devlet, vakıf, şirket gibi tüzel kişi de olabilir. Tarım işçileri için, çiftçi anlamında “fellâh” sözcüğü de kullanılmıştır. Bu konuda er-Remlî (ö. 1004/1595) şöyle der:
‘Tarım yapılan bir toprağın yarar ve zararı, toprak sahibine aittir. Çalışan kimse (fellâh), sadece işçilik ücretine hak kazanır” (er-Remlî, Nihâyetü’l Muhtac ilâ Şerhi’l-Minhâc, V, 247). Diğer işçiler için daha çok “ecîr” kelimesi kullanılmıştır. Çoğulu “ücerâ” gelir. Ayette; “Ey babacığım, onu ücretli tut!…” (el-Kasas, 28/26), hadiste; “işçiye ücretini teri kurumadan önce verini;” buyurulurken, işçi, “ecîr” sözcüğü ile ifade edilmiştir (İbn Mâce, Rehin, 4).
İslâm’da, emeğini başkasına kiralayan tüm çalışanlar aynı statü içinde değerlendirilmiş, işçi, memur, subay, kamu görevlisi olma veya özel sektörde çalışma gibi ayırımlar yapılmamıştır. Ancak iş ve mesleğin durumuna göre emeğin değeri üzerinde durulmuştur.
İslâm’da işçiler özel (hâs) ve ortak (müşterek) olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Özel işçi (el-ecîru’l-hâs): Yalnız, bir gerçek veya tüzel kişiye ücret karşılığında çalışan kimsedir. Bugün bir iş akdine dayanarak çalışan fabrika, inşaat, tarım işçileri ve memur kesimi bu gruba girer. Yapıları hizmetin özel veya kamu hizmeti niteliğinde olması sonucu etkilemez. Yalnız bir kişiye ait koyunları güden çoban, başkasının aracını kullanan şoför de bu statüye girer. işin kapsamı sınırlandırıldığı için işverenin birden fazla olması sonucu değiştirmez. Meselâ, bir köy halkı öğretmen, imam, müezzin veya köy çobanı tutsa, bunlar da”özel işçi” sayılır. Çünkü bu sayılanlar belirli işleri yapmakla yükümlüdür. Cami görevlileri Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre, İslâm’ın çıkışından, Hanefîlere göre ise Milâdî XIII. yüzyıldan itibaren emeğini ücret karşılığında kiralayan sınıf içinde yer almışlardır (el-Kâsânî, Bedâyîu’s Sanâyi’, Beyrut 1974, IV, 184; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, Bulak 1892, IV, 448; el-Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, Kahire 1298, s. 210; Ali Haydar, a.g.e., l, 919; Mecelle, Mad., 423, 569, 570).
Özel işçi, sözleşmedeki şartlara veya örfe göre belli sürede işveren için çalışmak zorundadır. Bu süre içinde başkası adına çalışamaz. Çünkü işverenin belli bir süre onun iş gücünden yararlanma hakkı vardır. İzinsiz olarak başkasının işinde çalışır ve bu yüzden kendi işverenin işi eksik kalırsa, bu eksiklik onun ücretinden düşürülebilir. Özel işçi, işinin başında hazır olmak ve iş verildiği taktirde yapmak üzere işyerinde bulunduğu surece ücrete hak kazanır (el-Merginânî, el-Hidâye, III, 245; Ali Haydar, a.g.e., I, 692 vd).
b) Ortak işçi (el-ecîru’l-müşterek): Belirli gerçek veya tüzel kişiye değil de herkese iş yapan boyacı, terzi, marangoz gibi zanaatkârlar; doktor, avukat, muhasebeci gibi serbest meslek sahipleri bu gruba girer. Bunlar işi yapmadıkça ücrete hak kazanamaz. Ortak işçi birçok kişiden iş kabul edebilir ve belli bir kişiye süreyle bağlı çalışma yapmaz. Meselâ; yalnız bir fabrikanın muhasebe işlerini yapan kimse özel işçi sayılırken, bu muhasebeci, başkalarının da muhasebe işlerini kabul edip ücretle yapabiliyorsa ortak işçi grubuna girer. Sözleşmede, herkesten iş alabileceği belirtilmişse, piyasadan başka iş alamamış olsa bile, ortak işçi özelliği devam eder. Çünkü istediği takdirde iş alması mümkündür (el-Fetâvâ’l-Hindiyye, IV, 410, 455, 456; Ali Haydar, a.g.e., I, 693, 694).
Bu duruma göre, İslâm’da işçi kapsamı, beşerî hukuktakinden daha geniştir.
Ücret karşılığı işçi çalıştırmanın meşrûluğu kitap, Sünnet ve icmâ delillerine dayanır. İslâm’dan önceki semavî dinlerde de ücretle işçi çalıştırma uygulaması vardır. Bunlardan birisi Hz. Musa ile ilgilidir. Hz. Musa, peygamber olmadan önce Mısır’dan ayrılarak, şuayb peygamberin bulunduğu Medyen yöresine gider. Kasabanın kenarında, koyunlarını sulamaya çalışan Şuayb (a.s)’ul iki kızına yardımcı olur. Olayın devamı Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Derken o iki kadından biri utana utana yürüyerek Musa’nın yanına geldi ve söyle dedi; Babam (koyunlarımızı) sulama ücretini vermek üzere seni çağırıyor”
“O iki kızdan biri dedi: Babacığım onu ücretle çoban tut. Şüphesiz çalıştırdığın işçilerin en hayırlısı bu güçlü ve güvenilir adamdır” (el-Kasas, 28/25, 26).
“Şuayb (a.s) dedi: Bu iki kızımdan birini -sen bana sekiz yıl işçilik yapmak üzere- sana nikâhlamak istiyorum” (el-Kasas, 28/27). İslâm’dan önceki ümmetlere ait hükümler, neshedildiği sabit olmadıkça geçerliliğini korur. Özellikle bunlar tenkit ve kötüleme için zikredilmemişse, yararlanılması amaçlanmış olur (Ali Haydar, a.g.e., I, 673).
Diğer bazı ayetlerde de isçilikten söz edilir: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (en-Necm, 53/39);
“İnsanlara mal ve ücretlerini eksik vermeyin ” (el-A’râf, 7/85); “Eğer boşadığınız kadınlar, sizden olan çocuklarınızı emzirirlerse, onlara ücretlerini veriniz” (et-Talâk, 65/6); “Musa (a.s) ile Hızır, yolculuk yaparken yolları bir köye uğrar. Hızır (a.s) orada yıkılmak üzere bulunan bir binayı sağlamlaştırır ve buna karşılık herhangi bir ücret talep etmez. Yiyecek sıkıntısı içinde olduklarından, Musa (a.s) ona şöyle der: “‘Eğer sen isteseydin, bu işe karşılık ücret alırdın ” (el-Kehf, 18/77).
Yukarıdaki ayetler, bir insanın, diğer bir insan tarafından ücret karşılığında çalıştırılmasının meşrû olduğunu gösterir. Diğer yandan geçmiş toplumlarda da uygulamanın böyle olduğuna işaret eder.
Hz. Peygamber’in işçi konusunda çeşitli hadisleri vardır: “İşçiye ücretini teri kurumadan veriniz” (ez-Zeylaî, Nasbu’r-Râye, Kahire 1973, IV, 129; eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, Mısır, tş IV, 292); “Bir işçi çalıştıran kimse, ona vereceği ücreti bildirsin” (Nesaî, Eymân ve’n-Nuzûr, 44). Kudsî bir hadiste de şöyle buyurulur: “Üç kimse, kıyamet gününde beni karşılarında bulacaktır: Benim adımı verip haksızlık eden; hür bir insanı satıp parasını yiyen; bir kimseyi çalıştırıp da, ona ücretini vermeyen” (Buhârî Büyû’, 106, İcâre, 12, 15; İbn Mâce, Rehin, 4; Ahmed b. Hanbel, II, 292, 358, III, 143)
Hz. Peygamber, eski toplumlarda işçilerin haklarının gözetildiğini belirtirken özet olarak şöyle demiştir: “Geçmiş kavimlerden üç kişi bir yere gitmekte iken, yolda fırtınaya yakalanarak bir mağaraya sığınırlar. Fırtınanın getirdiği büyük bir kaya parçası mağaranın ağzını kapattığı için, içeride mahsur kalırlar. Kendi aralarında konuşarak, Allah katında, en değerli olması muhtemel amellerini öne sürüp, kurtuluş için dua etmeye karar verirler. İlk ikisinin duasıyla kaya parçası biraz aralanır. Bir işveren olan üçüncüsü şöyle dua eder: Ey Rabbim, ben birtakım işçiler çalıştırdım. Ücretlerini ödedim. Ancak işçilerden birisi ücretini almadan gitti. Onun hakkını ticaretle işletip arttırdım. Bir çok malı oldu. Bir süre sonra gelerek ücretini istedi. Ben, gördüğün şu deve, sığır, koyun ve hizmetçiler senin ücretinden meydana geldi, dedim. Benimle alay etme, diye cevap verdi. Seninle alay etmiyorum, dedim. Bunun üzerine bütün malını alıp gitti, hiç bir şey bırakmadı. Ey Rabbim; bunu sırf senin rızanı kazanabilmek için yapmışsam, bizi bu mağaradan kurtar!” Bu duanın arkasından mağaranın ağzını kapatan taş yuvarlanır ve oradan kurtulurlar” (Buhârı, İcâre, 12; Kâmil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1957-1972, VII, 37-41).
Bir ücret karşılığı işçi çalıştırmanın caiz olduğu konusunda görüş birliği (icmâ’) vardır. Çok az sayıda bilgin, iş akdinde yararlanma, akit sırasında elde edilemediği için, bu akdin caiz olmadığını öne sürmüşse de, bu görüş zayıf kalmış ve yüzyıllar içinde taraftar bulamamıştır. İbn Rüşd (ö. 520/1126) bu konuda şöyle der: Yararlanma her ne kadar akit sırasında mevcut değilse de, süre geçtikçe elde edilir ve genel olarak meydana gelir. İslâm hukuku, bu şekilde, çoğunlukla ifası mümkün veya ifa edilme şansı yarıdan fazla olan yararlanmalar üzerinde icare akdini kabul etmektedir (ibn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, ts., II, 218; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 544 vd.). Diğer yandan İslâm hukukunda kira ve iş akdi kıyasa aykırı sayılmıştır. Çünkü bu akitlerde konu yararlanmadır. Yararlanma ise, akdin yapıldığı tarihte henüz meydana gelmemiştir. Ma’dûm mevcut olmayan bir şeyin satımı sayıldığı için, bu akitlerin geçersiz olması gerekirken, insanların ihtiyacı nedeniyle, yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadis delilleriyle meşrû kılınmıştır. Çünkü, zenginin işçiye, yoksulun ise paraya ihtiyacı sardır. İş akdi, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir. Akıl da bunun böyle olması gerektiğini kabul eder (es-Serahsî, el-Mebsût, XV, 74, 75; el-Kâsânı, Bedâyîu’s-Sanâyi’, IV, 173, 174; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l Kadir, Bulak 1316/1898, VII, 147).
İslâm’da, emeğinin geliriyle geçimini sağlayan işçi ve memurlar bir sınıf oluşturmaz. Çünkü bu gün emeğiyle geçinen kimsenin yarın emek-sermaye (mudarabe*) ve ziraat ortakçılığı (müzâraa*) gibi ortaklıklar içinde işveren sıfatını kazanması mümkündür.
İş sözleşmesinin önemli unsurlarından birisi de ücrettir. İşçi, çalışması karşılığında ücrete hak kazanır. Böylece hak ve görev birlikte bulunur. Hatta görev, ücretten de öde gelir. Hz. Peygamber’in is akdinde, ücretin miktarının belirlenmesini (Nesâî, Eymân ve’n-Nuzûr, 44)ve bunun işçiye teri kurumadan verilmesini istemesi (İbn Mâce, Rehin, 4) bu hakkın önemini ortaya koymaktadır. İşveren genel olarak ekonomik bakımdan daha güçlü olduğu için, işçiyi korumak amacıyla, çeşitli toplumlarda düzenleyici bazı hükümler getirilmiştir.
Avrupa ülkelerinde işçilerin haklarını koruyucu tedbir ve düzenlemeler ancak 18. yüzyıldan itibaren alınmaya başlanmıştır. Büyük sanayi inkılâbı ile işçi kitleleri bazı teşkilatlar kurarak haklarını korumak veya yeni haklar istemek ihtiyacını duymuşlardır. İşçi hakları konusunda ilk sosyal politika tedbiri, İngiltere’de 1802 tarihinde, dokuma sanayiinde çalıştırılan çocukların çalışma şartlarım düzenleyen kanunla başlar. 1819, 1844 ve 1867’de çıkarılan kanunlar bunu izledi. Daha sonra kadınlar ve yetişkin işçiler için koruyucu hükümler getirildi. Aynı tarihlerde, Fransa ve İsviçre’de de benzer sosyal politika tedbirleri alındı (Central Office of Infor-mation: Main-D’oeuvre et Conditions de Travail en Crande- Bretagne, Londres 1965, s. 1’den naklen, Cahit Talaş Sosyal Politika, Ankara 1967, s. 117- 129; Antony Babel, Le’gislation du Travail en Suisse, Geneve 1925, s. 112’den naklen, Cahit Talas a.g.e., s. 113, 136, 137).
İslâm’da, bu konulardaki düzenleyici hükümlerin VI. yüzyılda getirildiği ne Hulefâ-i râşidin devrinde ilk onemli uygulamaların yapıldığı düşünülürse, Batı toplumlarından çok daha önce aynı konulara çözümler getirildiği anlaşılır.
Aynı şekilde Osmanlı döneminde görülen aşağıdaki uygulama örneği işçilerin hak arama ve isteme bakımından Avrupa’dan çok önce teşkilatlandıklarını göstermektedir. Uygulama şöyledir: XVIII. yüzyılda Kütahya yöresi çinicilik sanatının merkezi olmuştu. Çini atölyelerinde çalışan çok sayıda işçi hayat pahalılığı nedeniyle geçinemez duruma düşmüştü. Atölye sahipleri ücretleri kendiliğinden yükseltmeyince, işçi temsilcileri mahkemeye başvurmuş ve Kütahya Eyalet Divanı’nda 13 Temmuz 1766 Miladî tarihinde aşağıdaki “Toplu İş Sözleşmesi” hüküm altına alınmıştır: l) Kütahya’da 24 iş yeri (çini ve fincan atölyesi)nden başka atölye açılmayacaktır. 2) Bu is yerlerinde kalfalar 100; has (değerli) fincan işçileri de 40 akçe alacaktır. 3) Çıraklara, 100 âdi fincan ve 250 normal fincan imal ederlerse, günde 60 akçe verilecektir. 4) Hatıfeler (yaldızcı) 150 has fincan işlerse kendilerine 60 akçe ödenecektir. 5) Çıraklar usta oldukları zaman ücretleri orantılı olarak artacaktır. 6) Fincanın tanesi 4 kuruşa perdahlanacaktır. 7) Günde azamî 160 fincan işlenecektir. 8) Bu sözleşmeden işçi ve işveren hoşnuttur. 9) Bu sözleşme üstat ve zennîler önünde yapılmıştır. 10) Bu sözleşmeye aykırı hareket edenler şer’iyye Mahkemesi tarafından cezalandırılacaktır. 11) Taraflar bir zarara uğrarsa bu ortalama olarak ödenecektir. 12) Bu sözleşme Şer’iyye Mahkemesi’nin himayesindedir. 13) Kalfa ve ustalar bir hastalığa yakalanırsa, yardım olunacaktır. 14) Çıraklar, belirli bir süre sonunda usta olabilirler 15) Bu sözleşme, Şer’iyye Mahkemesi sicilinin 57. sayfasındadır.
Bu sözleşmenin, işçi ve işveren münasebetlerini düzenleyici hüküm ve tedbirler getirmekte kaynak sayıları İngiltere’deki ilk “Toplu İş Sözleşmesi”nden 51 yıl önce yapıldığı ortaya çıkmıştır. Diğer yandan belge; şer’iyye sicillerinin, sosyal, hukukî, malî ve ekonomik alanlarda ne kadar zengin bilgileri kapsadığını göstermektedir.
İşçi ücretinin miktarı: İşçi ücretlerini miktar olarak belirleyen bir ayet veya hadis yoktur. Ancak ayet ve hadislerde adaletli bir ücretin belirlenmesi için bazı ölçüler verilmiştir. Çünkü işin çeşidi, çalışma süresi, beldenin ekonomik şartları, işçinin becerisi ücretin miktarı üzerinde etkili olan unsurlardır. Alış-verişlerde eşya fiyatlarını uzun sure sabit tutmak mümkün olmadığı gibi, emeğin değerini de dondurmak mümkün olmaz. İslâm’da çeşitli iş ve meslekler için maktu ücret miktarları belirlenmemekle birlikte, bunun, iş akdi yapılırken tespiti öngörülmüştür. Aksi halde iş akdi geçersiz olur ve işçi çalıştığı günler için emsal ücrete hak kazanır.
Emeğiyle çalışan kimsenin, ücret veya maaş miktarının işçinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin yeme, içme, giyim, eğitim, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde olması gerekir. Ayetlerde şöyle buyurulur: “Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği ve yakın hısımlara muhtaç oldukları şeyleri vermeyi emreder”(en-Nahl, 16/90). “Ölçü ve tartıyı tam yapın. İnsanlara mal ve ücretlerini eksik vermeyiniz” (el-A’râf, 7/85).
Hz. Peygamber bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bizim işimize tayin olunursa, evi yoksa ev edinsin; bekarsa evlensin; hizmetçisi yoksa hizmetçi ve biniti yoksa, binit edinsin. Kim, bunlardan fazlasını isterse o, ya emanete hıyânet eder veya hırsızlığa düşebilir” (Ebû Dâvud, İmâre, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 299).
Burada, ücret ve maaşların, işçi, yahut memur kesimine sağlaması gereken hayat seviyesine işaret edilir. Buna göre, işçi ücretinden; memur maaşından yapacağı tasarruflarla makul süre içinde ev edinebilmeli; bekârsa evlenebilmeli ve arabası yoksa, bir araç satın alabilmelidir. Ayrıca, bu aracı rahat kullanabileceği ekonomik bir ortamın meydana gelmesi de amaçlar arasında sayılabilir. Gerçekte, işçinin ürettiği ekonomik değerlerin bedelleri içinde, bu sayılanları karşılayacak ölçüde emek bedeli vardır (Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s. 166-176).
Beşinci Raşid Halife Ömer b. Abdülazîz (ö. 101/720) işçi kesimine şöyle seslenmiştir: “Herkesin barınacağı bir evi, hizmetçisi, düşmana karşı yararlanacağı bir atı ve ev için gerekli eşyası olmalıdır. Bu imkânlara sahip olmayan kimse borçlu (gârim) sayılır ve zekât fonundan desteklenir” (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Nşr. M. Halil Hurras, Kahire 1388/1968, s. 556).
Kısaca, yukarıdaki ölçüler içinde temel ihtiyaçlara göre, çeşitli san’at ve meslekler için belirlenecek ücret veya maaş, eşya fiyatlarında meydana gelebilecek artışlar oranında, ücreti yeniden belirleme hakkı doğar.
İşçiye, gücünü aşan iş yüklememek gerekir. Ayette şöyle buyurulur: “Allah hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez ” (el-Bakara, 2/286). işçiye ağır yük ve yükümlülükler yükletilirse, ona yardım etmek gereklidir (bk. Buhârî, İmân, 22, ltk, 15; Müslim, Eymân, 40).
İşçi, namaz ve oruç gibi farz ibadetleri ve sünnet çeşidine giren taatleri yerine getirme hakkına sahiptir. İşverenin, işin yoğun olması nedeniyle cemaatle namaz kılmaya izin vermeme hakkı vardır. Ancak tek başına kılınması caiz olmayan cum’a ve bayram namazları bundan müstesnadır. Eğer yakında bir mescid varsa, ibadet süresi için işçinin ücretinden bir kesinti yapılmaz. Çünkü bu, büyük bir süre kaybına yol açmaz. Ancak cuma namazı kılınan yer günün dörtte birini alacak kadar uzak olursa, geçen sure ücretten düşürülebilir (İbn Abidin Reddü’l-Muhtâr, Beyrut, t.y., V, 59).
İşçiye akitle belirlenen ücret ve maaş dışında yeme, içme, giyim eşyası gibi sosyal yardımlar yapmak prensip olarak zorunlu değildir. Ancak bu gibi yardımlar iş akdinde yer alır veya örfleşmiş bulunursa, buna uymak gerekir (Ali Haydar, Dürerü’l Hukkâm, İstanbul 1330/1912, I, 926, Mecelle, Madde, 43, 576; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 185-187).
Hamdi DÖNDÜREN