Huneyn Savaşı nedir? Huneyn Savaşı tarihi yani ne zaman yapıldı? İşte Huneyn Gavzesi nedir anlamı ve Huneyn Gavzesi hakkında bilgi.
Huneyn Savaşı (Hicretin 8. Yılı Şevval Ayı)
“işte o Huneyn günü, çokluğunuz size kendinizi beğendirmişti…” (Tevbe, 9/25)
Huneyn, Mekke ile Tâif arasındaki bir vadinin adıdır. Arafat’tan 3 mil ileride bulunan Araplar’ın meşhur Zülmecâz panayırı bunun eteğindedir. Buraya Evtâs da denir. Hevâzin, birçok kolları olan büyük bir kabilenin adı olup buraya yerleşmiştir.
Mekke’nin fethinden önce, islâm fetihlerinin alanı her geçen gün genişlemekteydi. Buna rağmen müşrik Araplar en kutsal merkezlerinin yani Mekke’nin hâlâ kendi ellerinde bulunduğunu her an gördükleri için: “Eğer Muhammed, Kureyş’e üstün gelir de Mekke’yi ele geçirirse, işte o zaman gerçek peygamber olduğuna inanırız” diye düşünüyorlardı. Mekke fethedilince bütün Arap kabileleri kendiliklerinden gelerek islâm’ı kabul etmeye başladılar.
Ama Hevazin ile Sakîf kabileleri üzerinde bu fethin ters etkisi oldu. Bu kabileler son derece savaşçı ve savaş tekniğini iyi bilen iki kabileydi. İslâm üstün geldikçe ve bütün kabileleri teker teker yendikçe, liderlikleri ve seçkin bir kabile oluşları son bulacak diye endişeleniyorlardı. Bu yüzden Hevazin ile Sakîf kabilelerinin liderleri, Mekke’nin fethinden sonra artık sıranın kendilerine geldiğini düşündüklerinden bir araya gelerek anlaştılar ve o sırada topluca Mekke’de bulunan müslümanlara genel bir saldırı yapılmasına karar verdiler.
Bu karar gereği iki kabile büyük bir hışımla hücuma geçtiler. Ölesiye bir öfke ve heyecanla savaşıyorlardı. Her kabilenin savaşçıları bütün çoluk-çocuğunu toplayıp gelmişti. Kadınlar ve çocukları yanlarında olduğu takdirde, onları korumak için canlarını vermekten kaçınmazlar düşüncesiyle insanlar, kendilerini coşturacak her şeyi gözlerinin önüne dikmişler, hırsla savaşıyorlardı.
Bu savaşa Sakîf ve Hevazin kabilelerinin bütün kolları katılmışsa da Ka’b ve Ki-lâb kabileleri katılmamıştı. Ordu komutanlığına Hevazin kabilesinin lideri olan Mâlik b. Avf seçilmişti. Savaş danışmanı, Arapların ünlü şairi ve Cüşm kabilesinin lideri Düreyd b. es-Sımme idi. Onun şairlik ve kahramanlığa ait destanlar, Arap tarihinde hâlâ bir anı olarak durmaktadır. Ama yüz yaşım aşmış olduğundan adeta kemikten ibaret bir iskelet haline gelmişti. Yine de Araplar ona güvenip inandıklarından ve onun görüş ve kararlarına saygı duymalarından Mâlik b. Avf bu savaşa katılmasını kendisinden rica etmiş, döşeğinden kaldırarak savaş alanına getirmişti.
Düreyd: “Burası neresi?” diye sordu. İnsanlar: “Evtâs” deyince, “Evet burası savaş için uygundur, toprağı ne çok serttir, ne de ayak kayacak kadar yumuşaktır” dedi. Sonra: “Bu çocuk ağlama sesleri nereden geliyor” diye sordu. İnsanlar da: “Savaşan kişiler yılgınlık gösterip geri çekilmesinler, ayaklan yerlerinden kaymasın diye Çocukları ile kadınlarını birlikte getirdiler” deyince, “Bir kere ayaklar yerinden oynadı mı hiçbir şey onları durduramaz. Savaş alanında sadece kılıç işgörür. Talihsizlikten eğer yenilgi olursa, kadınlar yüzünden daha da zillete düşülür” dedi.
Daha sonra: “Ka’b ve Kilâb kabileleri de bu savaşa katıldılar mı, katılmadılar mı?” diye sordu ve şerefli kabilelerden tek kişinin dahi bulunmadığını öğrenice: “Eğer bu gün şeref ve onur günü olsaydı, Ka’b ve Kilâb kabileleri gelmemezlik etmezlerdi” dedi.
Yaşlı ve gün görmüş Düreyd, ordunun güvenli bir yere toplanmasını ve orada savaş ilanı yapılmasını tavsiye etmişti. Ama otuz yaşında bir genç olan Mâlik b. Avf, gençlik heyecanı ile bu tavsiyeye uymadı ve artık onun yaşlandığını, akimin işe yaramaz hale geldiğini söyledi.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu olayları Mekke’de haber alınca ne derece gerçek olduğunu anlamak için Abdullah b. Ebu Cedred’i oraya gönderdi. Abdullah, casus olarak Huheyn’e geldi. Bir kaç gün askerler arasında kalarak, bütün durumları inceledi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem mecbur kalarak savaş hazırlıkları yaptı. Yiyecek içecek ve savaş malzemesi ayarlamak için borç para alma ihtiyacı doğdu. Ebu Cehil’in üvey kardeşi olan Abdullah b. Rebî’a çok zengindi. Ondan 30.000 dirhem ödünç para alındı. Safvan b. Ümeyye, Mekke’nin önde gelen liderlerindendi ve misafirperverliğiyle ünlüydü. Ama o ana kadar henüz müslüman olmamıştı. Hz. Peygamber ondan ödünç olarak savaş silahları istedi. O da yüz zırhla birlikte parçalarını takdim etti.
Hicrî sekizinci yılın Şevval ayında Ocak-Şubat 630’da- sayısı 12.000’e ulaşan İslâm ordusu, öyle bir ihtişamla silahlı ve tam donanımlı olarak Huneyn’e ilerledi ki/ dostları bile hayrete düşürüp heyecana sürükledi. Bazı sahabîlerin ağzmdan kendiliğinden:
“Bugün kim bize üstün gelebilir?” sözleri döküldü. Ama dergâh-ı ilâhf de bu gurur beğenilmedi ve şu âyetler indi:
“Hani o Huneyn gününde Allah size yardım etti. Çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip, gururlandırmıştı. Ama size birşey de sağlayamamıştı. Yer ise bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra arkanıza dönüp, gerisin geri gitmiştiniz.
Sonra Allah, Resulü ile mü’minlere güven duygusu ve huzur indirdi. Görmediğiniz orduları da indirdi ve küfre sapmış olanlara azap etti. Bu, küfre sapanların cezasıdır.” (Tevbe, 9/25-26)
Zafer yerine daha ilk anda hezimet açık olarak ortaya çıktı. Hz. Peygamber sal-lallahu aleyhi vesellem başını kaldırıp baktığında yanında en yakın arkadaşlarından hiç birini göremedi.[282] Bu savaşa katılmış olan Ebu Katâde (ra) şöyle der:
“İnsanlar kaçıp gidince, bir müslümanın göğsüne oturmuş bir kâfir gördüm. Arkasından omuzuna bir kılıç salladım, zırhını delerek içeri geçti. Dönerek bana öyle bir şiddetle vurdu ki, neredeyse öldürecekti. Ama gücünü kaybedip yere yığıldı. Bu arada Hz. Ömer’i gördüm: ‘Müslümanların bu hali nedir böyle?’ diye sordum, o da: ‘Takdir-i ilâhî böyleymiş’ dedi”.
Bu yenilginin çeşitli sebepleri vardı. Bazılarını şöyle sıralayabiliriz.
Birincisi: Hâlid’in (ra) komutasında bulunan öncü bölüğünde, daha çok Mekke’nin fethinin hemen arkasmdan henüz yeni müslüman olmuş gençler vardı. Gençlik hevesi ve gururuna kapılarak savaş silahlarını bile almadan gelmişlerdi. Ordu içinde hâlâ müslüman olmamış “Tulekâ” denen 2.000 kişi vardı. Hevâzin kabilesi, bütün araplar arasında bir örneği bulunmayan nişancı ve attığı oku hedefe vuran kimselerdi. Savaş alanında onların bir oku bile boşa gitmezdi.
İkincisi: Kâfirler savaş alanına önce gelerek uygun yerleri ele geçirmiş, okçu birliği dağların eteklerine ve sırtların arkalarına yerleşip siper almışlardı.
Üçüncüsü: İslâm ordusu sabahleyin ortalık iyice aydınlanmadan saldırdı. Müslümanların savaş alanında bulundukları yerde, sırtları o kadar bayır aşağıya doğruydu ki ayakların yere sağlam basması imkânsızdı. Saldırıya geçenler tam ilerlerken karşıdan binlerce asker sökün edip ortaya çıktı. Öte taraftan siperlerden okçular birliği yerlerinden harekete geçerek ok yağdırmaya başladılar. İslâm ordusunun en ön safında olanlar çaresizlik içinde, düzensiz olarak geriye çekildiler. Sonra da bütün ordunun ayağı kaydı. Sahîh-i Buhârfde de bildirildiği gibi: “Herkes geri çekilip gitti. Hz. Peygamber tek başına kaldı. Ok yağmuru kesilmiyordu. 12.000 İslâm askeri uçup gitmişti ama tek basma yüce Peygamber bir cesaret ve kahramanlık âbidesi olarak ayakları üzerinde dikili duruyordu. Tek başına bir ordu, bir ülke, bir kıta, bir dünya, hatta dünyalar birliğiydi.
Hz. Peygamber sağ tarafına baktı ve: “Ey ensâr topluluğu!” diye bağırdı. Bağırmasıyla birlikte: “Biz buradayız, emrindeyiz!” sesi yükseldi. Sonra sol tarafına dönerek bağırdı, yine aynı ses cevap olarak geldi. “Biz buradayız, emrindeyiz.” Hz. Peygamber bineğinden indi ve peygamber azametini yansıtan bir ses tonuyla, “Ben Allah’ın kulu ve Peygamberiyim” buyurdu.
Buhârfnin diğer bir rivayetinde ise:
“Ben Peygamberim, bunda yalan yoktur. Ben Abdulmuttalib’in oğluyum.” buyurduğunu belirtmektedir.
Abbas (ra) gür sesliydi. Hz. Peygamber ona: “Muhacirlerle ensâra seslen” diye emir verdi. O da:
“Ey Ensâr topluluğu! Ey Hudeybiye barışına katılanlar topluluğu!” diye seslendi.
İnsanı ürperten bu ses kulaklara gelir-gelmez bütün ordu geri döndü. Kargaşadan ve aşırı kalabalıktan dolayı dönemeyen atların üstündeki süvariler, zırhlarını fırlattılar ve atlardan aşağı sıçradılar. Birden savaşın gidişatı değişti. Kâfirler kaçıp, uzaklaştı. Kaçamayıp kalanların ellerine zincir vuruldu. Sakîf kabilesinin bir kolu olan Mâlik oğulları yerlerinden kıpırdamayıp sebat gösterdi. Ama yetmiş mensubu öldürüldü. Bayraktarları Osman b. Abdullah öldürülünce onlar da yerlerinde duramadı.
Yenilen düşman ordusu darmadağınık vaziyette, paramparça olarak bir kısmı Evtâs’ta toplandı, bir kısmı da Taife giderek kalelerine sığındılar. Sığınanlar arasında ordu komutanı Mâlik b. Avf da vardı.
Evtas
Düreyd b. es-Sımme, bir kaç bin müşrikle Evtâs’a geldi. Hz. Peygamber, Ebu Amir el-Eş’arî (ra) idaresi altında küçük bir askeri birliği, Düreyd’le birlikte askerlerinin kökünü kazımak için gönderdi. Ebu Amir (ra) Düreyd’in oğlu tarafından öldürüldü ve İslâm sancağını eline geçirdi. Durumu gören Ebu Mûsâ el-Eş’arî (ra) öne atılıp saldırdı. Düreyd’in oğlunu öldürerek sancağı elinden geri aldı. Düreyd, bir devenin üzerindeki kafes içinde oturuyordu. Rebîâ b. Refî’ (ra) ona kılıçla saldırdı. Ama hamlesi boşa gitti. Bunun üzerine Düreyd: “Anan sana iyi kılıç vermemiş” dedi. Sonra sözüne devamla: “Benim kafesimde kılıç var, çıkar al da, onunla öldür ve ananın yanına döndüğünde. “Düreyd’i ben öldürdüm de!” dedi, Rebî’a döndükten sonra annesine bu öldürme olayını haber verince annesi: “Allah’a andolsun ki Düreyd senin sülâlenden üç anneyi azâd ettirmişti” dedi.
Savaş esirlerinin sayısı binleri aşıyordu. Bunlar arasında Hz. Peygamber’in süt kızkardeşi olan Şeyma (ra) da vardı. Esir edilince: “Ben Peygamberinizin kızkarde-şiyim” dedi. Bunun üzerine gerçek olup olmadığını anlamak için onu Hz. Peygamber’in yanına götürdüler. Şeyma da omuzunu açarak, çocukluğunda bir keresinde Hz. Peygamber’in dişiyle ısırdığı izin yerini gösterdi. Hz. Peygamber birden coşan muhabbetinden ve sevgisinden dolayı gözlerinden yaşlar boşandı. Oturması için kendi mübarek cübbesini yere yaydı, sevgi dolu sözler söyledi. Bir kaç deve ve koyun ikram ederek: “İstersen gel benim evimde kal, yok eğer evine dönmek istiyorsan seni oraya ulaştırayım” buyurdu.[288] O da ailesine olan sevgisinden dolayı yurduna gitmek istedi. Saygı ve sevgiyle yerine ulaştırıldı.
Taif Kuşatması
Huneyn’de yenilen düşman ordusunun kaçıp kurtulanlarından bir kısmı Taife gidip oranın kalesine sığındı ve savaş hazırlıklarına başladı. Tâif son derece korunaklı bir yerdi. Buraya Tâif denmesinin sebebi, şehri koruyan surların şehrin her tarafını kuşatmış olmasıydı. Buraya yerleşmiş olan Sâkif kabilesi çok cesur, bütün Araplar arasında seçkin ve Kureyş’in de bir bakıma dengiydi. Burada kabile reisi olan Urve b. Mesud, Ebu Süfyân’ın kızının nişanlısıydı. Mekkeli kâfirler: “Eğer Kur’ân inecekse Mekke veya Tâif liderlerinden birine inmeliydi” diyorlardı. Buranın insanları savaş tekniğini iyi biliyordu. Taberî ve İbn tshâk: “Urve b. Mesud ile Gaylân b. Seleme’nin Yemen’in bir kasabası olan Cürş’e giderek mancınık ve tanka benzer, kale duvarı yıkan bir başka aletin yapım ve kullanımını öğrenmişlerdi” diye yazmaktadırlar.
Burada korunaklı bir kale vardı. Şehir halkı ve Huneyn’den mağlup olarak kaçan asker kalıntıları, kaleyi tahkim ederek uzun zaman yetecek yiyecek malzemelerini depoladılar. Dört bir tarafa mancınık ve yer yer de okçular yerleştirdiler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Huneyn’de elde edilen ganimet mallarının ve savaş esirlerinin Cu’râne’de korunmalarını emretti ve kendisi Taife gitmek üzere harekete geçti. Öncü birliği olarak Hâlid (ra) daha önceden hareket ettirilmişti. Tâif kuşatıldı. Bu, müslümanlarm kale yıkan aletler, yani tank ve mancınığı ilk kullandıkları savaştı. Kaledekiler tanka karşı top mermisine benzer, ısıtılmış yuvarlak demir madenler yağdırdılar ve öyle şiddetle ok yağmuruna tuttular ki islâm ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Bir çok insan yaralandı. Kuşatma yirmi gün boyunca devam etti, ama şehir fetholunamadı. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Nevfel b. Muâviye’yi çağırarak, “Bu noktada görüşün nedir?” diye sordu. O da: “Tilki inine girmiştir, uğraşmaya devam edilirse yakalanacaktır. Ama bırakılsa da endişelenecek hiçbir durum yoktur” dedi.
Sadece savunma amaçlandığı için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Kuşatma kaldırılsın” buyurdu. Sahabe-i kiram, Hz. Peygamber’den onlara beddua etmesini istediler. Hz. Peygamber ise şöyle dua etti:
“Allahım! Sakîf’e hidayet et ve onları bana gönder.”
Ganimetlerin Taksimi
Hz. Peygamber kuşatmayı bırakarak Cu’râne’ye geldi. Sayısız ganimet malı toplanmıştı. 6.000 savaş esiri, 24.000 deve, 40.000’den fazla koyun ve 4.000 okka gümüş vardı.[294] Savaş esirleri meselesinde Resûlullah kendileri ile görüşüp birtakım iyi sonuçlar alabilmek için esir yakınlarının ve akrabalarının gelmesini bekledi. Bir kaç gün geçmesine rağmen kimse gelmedi. Ganimet malları beşe bölündü. Dört bölümü prensibe uygun olarak askerlere bölüştürüldü. Beşte biri devlet hazinesine ve yoksullara, fakirlere bırakıldı. Henüz İslâm’ı yeni kabul etmiş olan Mekke’nin birçok ileri geleni hâlâ kararsız inançlılardı. îman, kalplerinde tam ve sağlam olarak yerleşmemişti. Kur’ân-ı Kerîm bunlara “Müellefe-i Kulûb” demişti. Kur’ân-ı Kerîm’de zekatın harcanacağı yerler anlatılırken bu insanların adları da geçmektedir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu insanlara son derece cömertçe ikramlarda bulundu. Bunun dökümü şöyledir:
Ebu Süfyân ve ailesine: 300 deve ve 120 okka gümüş Hakîm b. Hizâm’a: 200 deve
Nudayr b. Haris b. Kilde es-Sekafî’ye: 100 deve
Safvan b. Ümeyye’ye: 100 deve
Kays b. Adiyy’e: 100 deve
Süheyl b. Amr’e: 100 deve
Huveytıb b. Abdu’l-Uzzâ’ya: 100 deve
Bunlardan başka, Mekkeli olmayan yeni müslüman kabile reisleri de ikrama layık görülmüşlerdir.
Temîm kabilesinden Akra’ b. Hâbis’e: 100 deve Uyeyne b. Husayn el-Fizârî’ye: 100 deve
Bundan başka birçok insana 50 deve ikram edilmiştir. Genel taksim’e göre; askerlerin payına düşen adambaşı 4 deve ve 40 keçi idi. Ama süvarilere iki misli daha fazla pay düştüğünden her süvarinin payına 12 deve ve 120 keçi düşmüştür.
Kendilerine ikram ve ihsan yağmuru yağdırılanlar, genellikle Mekkeliler ve daha çok yeni müslüman olmuş kimselerdi. Bundan dolayı ensâr gücendi. Bazıları: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kureyş’e ikramlarda bulunup bizi mahrum etti. Halbuki kılıçlarımızda Kureyş’in kanı hâlâ tazedir” dediler ve: “Zorluk ve musibet zamanında hatırlanıyoruz, ganimet ise başkalarına veriliyor” diye söylendiler.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu huzursuzluğu duyunca ensârı istetti. Bir deri çadır kuruldu, içinde insanlar toplandı. Hz. Peygamber ensâra hitaben: “Siz böyle dediniz mi?” Buyurdu. Onlar da: “Ey Allah Resulü! Bizim önde gelenlerimizden hiçbiri böyle demedi. Yeni yetme gençlerimiz böyle konuşmuş olabilirler” dediler.
Sahîh-i Buhârfmn Menâkıbü’l-Ensâr bölümünde, Hz. Enes’ten şöyle rivayet edilmektedir:
“Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ensân çağırarak: ‘Bu ne haldir* diye sorunca ensâr yalan söylemediğinden: ‘Ey Allah Resulü, işittikleriniz doğrudur’ dediler.”
Bu nedenle Hz. Peygamber, edebiyat sahasında bir benzeri görülmemiş bir hitabede bulundu:
‘Şurası bir gerçek değil midir ki, önceleri dalalette ve hak yoldan uzaktaydınız. Allah benim aracılığımla size hidayet verip, doğru yola getirdi. Siz darmadağınıktınız, Allah benim aracılığımla sizi bir araya getirdi. Siz hiçbir şeyi olmayan yoksul kimselerdiniz, Allah benim vasıtamla sizi zengin kıldı.’
Hz. Peygamber konuşmasına devam ediyordu. Ensâr her bir cümlesinde: ‘Allah ve Resûlü’nün ikramı ve lütfü her şeyden üstündür’ diyorlardı.
Hz. Peygamber: ‘Hayır! Siz şöyle cevap veriniz. Ey Muhammed! İnsanlar yalanlarlarken biz seni tasdik ettik. İnsanlar tek basma bırakmışken biz seni barındırıp himayemize aldık. Yoksul gelmiştin, biz her çeşit yardımı yaptık’.
Hz. Peygamber bunları söyledikten sonra: ‘Siz böyle cevap vermeye devam ediniz, ben de doğru söylüyorsunuz demeye devam edeceğim. Ama ey ensâr! İnsanlar deve ve keçi alıp gitsinler! Sizler Muhammed’i yanınıza alıp yurdunuza dönmeyi arzu etmez misiniz?’ buyurdu.
Ensâr Hz. Peygamber’in bu konuşmasını dinledikten sonra: ‘Biz sadece Allah Resulü Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’i isteriz’ diye bağrıştılar. Ağlamaktan çoğunun sakallan ıslanmış, herkes gözyaşlarına boğulmuştu. Hz. Peygamber Ensâr’a Mekkelilerin yeni Müslüman olduklarını, onlara verdikleri şeyleri, haklan olduğundan dolayı değil, aksine kalplerini kazanmak için verdiğini söyledi.”
Huneyn savaşı esirleri hâlâ Cu’râne’de tutuluyorlardı. Hatırı sayılır insanlardan kurulu bir elçi heyeti Hz. Peygamber’in huzuruna geldiler ve savaş esirlerinin serbest bırakılmalarını istediler. Elçi olarak gelen bu heyet Hz. Peygamber’in süt annesi Hz. Halime’nin kabilesindendi. Kabilenin reisi olan heyet başkanı Züheyr b. Sured ayağa kalkıp bir konuşma yaptı ve Hz. Peygamber’e dönerek: “Muhafaza altında tutulan kadınlar arasında teyzelerin, halaların da var. Allah’a andolsun, eğer Arap hükümdarlarından biri bizim sülâlemizin sütünü içmiş olsaydı, ondan bazı ümitlerimiz ve beklentilerimiz olurdu. Halbuki senden daha fazla ümit ve beklentimiz var” dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “Abdülmuttalib sülâlesinin bu ganimette ne kadar payı varsa onlann hepsi senin olsun, ama herkesi serbest bırakma meselesine gelince, namazdan sonra halk biraraya gelmişken bu talebini hepsinin önünde söyle” buyurdu.
Öğle namazmdan sonra aynı kimseler, toplanan kalabalığın önünde bu isteklerini tekrarladılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ise: “Benim sadece kendi sülalem üzerinde tasarruf hakkım var. Ama bütün müslümanlardan bu in-sanlann serbest bırakılmalan için ricada bulunuyorum” buyurdu.
Muhacir ve ensâr hep birlikte: “Bizim payımız da emrinize amadedir” diye bağırdılar. Böylece 6.000 kişi bir anda azâd oluverdi.
Hicri 8. Yıla Ait Değişik Olaylar
Hz. Mariye’den (ra) bu yıl bir çocuk doğdu. Hz. Peygamber, adını İbrahim Voydu. Resûlullah bu çocuğunu çok seviyordu, ibrahim birbuçuk yıl yaşadı. Öldüğü gün güneş tutuldu. Cahiliyye dönemi Araplannın inancına göre güneş tutulması çok önemli bir kişinin ölümüne işaretti, insanlar bu tutulmanın ibrahim’in ölümü sonucu olduğunu sandılar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, insanları toplayarak şöyle buyurdu: “Ay ve güneş Allah’ın kudretinin alametleridir. Hiç kimsenin ölmesinden veya yaşamasmdan dolayı tutulmazlar” buyurdu. Sonra da cemaatle küsûf namazı kıldı.
Hz. Peygamber’in kızı Zeyneb (ra) de bu yıl vefat etti.