Ahmet Bican Efendi, on beşinci yüzyılda yetişen veli ve Osmanlı yazarı olup meşhur alim Yazıcıoğlu Mehmet’in (Yazıcızâde Muhammed Efendi) küçük kardeşidir. Bütün yaşamını din ve ibadetle, sürekli perhizle geçirdiği için Bican (Cansız) diye anılır. Yazıcızâde lakabıyla da tanınmıştır. Babası ise âlim bir zât olan ve kâtiplik yapan Sâlih Efendi’dir.
Ağabeyiyle birlikte Hacı Bayram Veli’ye bağlandı; ömrünü çalışmakla geçirdiği Gelibolu’daki yalnızlık köşesinde tamamladı. En tanınmış eseri, ağabeyi Yazıcıoğlu Mehmet’in manzum Muhammediye’sinin düzyazı çevirisidir: Envâr ül-Aşıkin (Aşıkların Nurları).
Peygamber yaşamlarını, dinsel öyküleri, ahlaki öğütlerini yalın bir dille anlatan eser, yüzyıllarca halkın temel kültür kaynaklarından biri oldu. Envâr ül-Aşıkin”in yeni basımı Tercüman 1001 Temel Eser dizisinde üç cilt olarak gerçekleştirildi (1975). Günümüzde “Ahmed Bican Yazıcıoğlu” kitapları yeni ve eski yazım ile satılmaktadır ve piyasada diğer tüm kitaplarına erişimde mümkündür.
Ahmed Bîcân’ın hocası, Hacı Bayram-ı Velî hazretleridir. Onun sohbetlerinde bulunup, tasavvufda yetişmiştir, ilimde yetişdikten sonra, eserlerini yazmıştır. Yazdığı eserlerde son derece sâde bir dil ve anlaşılması gayet kolay olan güzel bir üslûb kullanmıştır. Umûmiyetle babasının ve ağabeyinin yazdıkları Arabca eserleri Türkçeye tercüme ve şerh etmiştir. Başlıca eserleri şunlardır:
1- Envâr-ül-âşıkîn: Bu eseri, dört-beş asırdan beri okuna gelmiş, çok sevilip, benimsenen bir eserdir. Bu eserin çeşitli yazma nüshaları olduğu gibi, pekçok baskısı da yapılmıştır. Ahmed Bîcân, 855 (m. 1451) senesinde tamamladığı bu eserinin sonunda, yazma sebebini şöyle kaydetmiştir “Benim bir kardeşim vardı. (Yazıcızâde Muhammed) Âlim, ârif ve faziletli, kâmil ve Allahü teâlânın sevgili bir kulu idi. Erenleri severdi. Cihanın kutbu Hacı Bayram-ı Velînin yakın talebelerinden idi. Ben ona dâima derdim ki: “Dünyâ geçicidir. Günlerin vefası yok. Bir yadigâr eser yaz, her yerde okunsun.” O da benim bu sözüm üzerine, “Megârîb-üz-zemân” adlı bir eser yazdı. Pekçok ilmî mes’eleleri ve hadîsleri o kitapta topladı. Sonra da bana, bu eseri Türkçeye tercüme etmemi söyledi. Ben de sözünü tutup tercüme ederek, “Envâr-ül-âşıkîn” kitabını hazırladım. Gelibolu’da tamamladım. Kardeşim Muhammed de, bu “Megârib-üz-zemân” adlı eserini “Muhammediyye” adı ile şiir şeklinde Türkçeye tercüme etti. Böylece her iki bakımdan da faydalı oldu.”
“Envâr-ül-âşıkîn” kitabının tertîbi, ana hatlarıyla beş bölümdür, içinde şunlar yer almıştır: Varlıkların tertîb ve nizâmı, Âdem aleyhisselâmın yaratılışı, Peygamberler ve kıssaları, ilâhî kitablar, dünyâ ile ilgili faziletler, kıyâmet alâmetleri, Kur’ân-ı kerîm, mahşer, sırat, Cennet, Cehennem, melekler, hûrîler, gılmanlar, Cennetliklerin makamları ve Cennet ni’metleri.
2- Dürr-i Meknûn: Bu eserini, insanların, Allahü teâlânın kudretini ve azametini bilmeleri için, onlara bunu anlatmak gayesi ile yazdığını belirtmiştir. Bu eser, onsekiz bölümdür. Gökler, Arş, Kürsî, Cehennem, ay, yıldızlar, güneş, yeryüzü, ilim, hendese (geometri), iklimler, dağlar, denizler, şehirler, mescidler, Süleymân aleyhisselâmın tahtı ve saltanatı, Belkıs’ın saltanatı ve ömürleri, helake uğrayan beldeler, otlar, yemişler, sûretler ve kıyâmet alâmetleri anlatılır.
3- Müntehâ Tercümesi: Bu eser, “Kitâb-ül-müntehâ el-Müştehâ alel füsûs” adlı eserin şerhinin Türkçeye tercümesidir. Eserin aslı Muhyiddîn Arabî hazretlerinin “Füsûs-ül-hikem” adlı eseridir. Bunu, Ahmed Bîcân’ın ağabeyi Yazıcızâde Muhammed şerhetmiştir. Arabca olan bu şerhi de Ahmed Bîcân Türkçeye tercüme etmiştir. Eser otuz bölümdür. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) makamları, kıssalar, mi’râc, gazâ etmek, Muhammed aleyhisselâmın gazâları. Şehid olan kimsenin namazının kılınışı, kıyâmet alâmetleri, Cennet, Cehennem, nebîler, velîler, güneşe göre vakit bulmak, haftanın günleri, çeşitli sûrelerin tefsîri, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtı, Hazreti Ebû Bekr’in, Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın, Hazreti Ali’nin, Hazreti Fatıma’nın, Hazreti Hasen ve Hazreti Hüseyn’in vefâtları, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) zevceleri gibi konular yeralmıştır.
4- Rûh-ul-ervâh: Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) kıssalarından bahseden bir eserdir.
5- Bostân-ül-Hakâyık: Bu eseri babasının yazdığı “Şemsiyye” adlı eserin nazım şeklinde tercümesi olup, ba’zı bölümlerini yeniden ele aldığı bir kitaptır.
6- Acâib-ül-mahlûkât: Bu eseri, Zekeriyyâ Kazvînî’nin “Acâib-ül-mahlûkât” adlı eserini ana kaynak tutarak hazırlamıştır. Kendi zamanına kadar yazılmış olan coğrafya, kozmoğrafya ve biyoloji kitaplarından faydalanmıştır. Bu eser, yediyüzonyedi bölüm kadardır. Bu bölümlerde; ay, yıldızlar, göklerdeki melekler, Azrail (aleyhisselâm), günler, aylar, rüzgârlar, denizler, deniz canavarları ve denizdeki mahlûkât, çeşmeler, ma’denler, nebatlar, insan a’zâları, cinler, yiyecekler, kuşlar, haşerât gibi daha birçok şeylerden bahsetmektedir. Bu eserin coğrafyaya dâir mühim ve ilk Türkçe eserlerden olduğu kaydedilmiştir.
AHMEDİ BİCAN HAKKINDA BİR RİVAYET
Abdestsiz süt vermedim
Ahmed-i Bîcân bir gün, Gelibolu’nun en büyük câmisinde vâz veriyordu, bir ara başını kaldırdı ve giriş kapısında ağabeyini gördü. Abisi ayakta bekliyor ve kendisine tebessüm ediyordu.
Akşam annesi ile sohbet ederken bunun sebebini öğrenmek istedi ve; “Anne, Vâz ederken ağabeyim câmi kapısında durmuş, bana bakıyor ve tebessüm ediyordu. Ama içeri girip oturmadı. Sebebini ondan bir suâl eylesen.” dedi. Annesi, Muhammed Bîcân’a giderek kardeşinin vâzı arasında niçin câmiye girmediğini sordu. O da; “Kardeşim âlim, ârif biridir. Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerini görünce bir başka Ahmed oldu. Sözleri hikmet dolu. Gönülleri alan, ruhları cezbeden bir üslûbu var. İlminden, irfanından istifâde edenlerin sayısı belli değil. Ben de mübarek sözlerini dinlemek için gitmiştim. Meleklerin kanatlarını sererek vâzını dinlediklerini gördüm. Basmamak için içeriye girmedim.” dedi.
Annesi bu olayı küçük oğlu Ahmed-i Bîcân’a anlattı. Ahmed Bîcân sevineceği yerde durgunlaştı. Bunu fark eden annesi sebebini sorunca; “Ağabeyim melekleri gördüğü hâlde ben niçin göremiyorum, acabâ sebebi nedir?”
Annesi bir süre düşündükten sonra yaşlı gözlerle oğluna; “Sen henüz süt emme çağında idin. Namaza durmuştum. O esnada komşularımdan bir hanım geldi. Sen ağlamaya başladın. Selâm vermeme de az kalmıştı. Kadıncağız ağlamayasın diye seni emzirmeye başladı. Selâmı vermemle birlikte mâni oldumsa da sen bir kaç yudum almıştın. Sonra sordum hanım abdestsiz imiş. Ben seni hiç abdestsiz emzirmedim. Her halde sebebi odur.” diye cevap verdi.
Ahmed Bîcân’ın en meşhûr eseri olan “Envâr-ül-âşıkîn” adlı eserinden bir seçme
Sadaka vermek
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr hayra harcayan kimseler varya, işte onların, Rableri katında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlara hiçbir korku yoktur; ve onlar mahzûn da olmayacaklar” (Bekâra-127).
Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Bana peygamberlik veren Allah hakkı için, kim bir yetime sadaka verirse, Allahü teâlâ, kıyâmet gününde ona azap yapmaz. Kim kendi akrabasına sadaka verip başkasına vermezse, Allahü teâlâ, kıyâmet gününde o kimseye bakmaz.”
Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) şöyle nakletmiştir “Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Cennette nûrdan odalar vardır.” Eshâb-ı Kirâm; “Yâ Resûlallah, o odalar kimindir?” dediler. Resûlullah ( aleyhisselâm ); “İnsanlara sadaka veren güzel şeyler söyleyen, yemek yediren, insanlar uyurken gece namazını kılanlar içindir” buyurdu. Yine; “Allah katında en üstün amel, açlıktan yüreği yanmış birinin karnını doyurmaktır” buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyuruldu: “Sizin üzerinize olan sadaka vermekte altı haslet vardır. Bunlardan üçü dünyada, üçü âhırettedir. Dünyada olanlar:
1- Allahü teâlâ sadaka veren kimsenin rızkını artırır.
2- ömrüne bereket verir.
3- İki yakasını biraraya getirir.
Âhırette olan üç haslet:
1- Kıyâmet gününde çıplak kalmaz.
2-Kıyâmet günü başı üstünde bir gölge bulunur.
3- Sadakası Cehennem ile onun arasında perde olur.” Yine Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Kim sadaka verirse, Allahü teâlâ ona bir yerine on (mislini) verir. Kim ödünç verirse, bir yerine onsekiz verir.”
ENVAR’UL AŞIKIN’DAN BİR BÖLÜM
İblis’in Adem’e (as) olan hasedi
Müfessirler şöyle demişlerdir;
Hak Teala hazretleri yeri, göğü ve melekleri yarattığı zaman melekleri göklerde oturttu. Cinnileri arza koydu. Onlar, çok zaman yeryüzünde ibadet ettiler. Ondan sonra bunların arasında fesat belirdi. Hatta birbirini öldürdüler. Hak Teala hazretleri onlara, Cennetin hazinedarı olan Melekler ordusunu gönderdi. İbliste onların reisleri idi. İlk önce iblisin adı, AZAZİL di. Süryanice ve Arapça ismi de haris ti. Asi olduğu zaman Allah Teala onun adını, şeklini değiştirdi. Onun için İBLİS dediler. Allah’ın rahmetinden ümidini kesti. Melaike askerleri yeryüzüne inince cinleri dağlara ve adalara sürdüler. Ondan sonra Hak Teala hazretleri iblise destur verdi.
Yerde, gökte Cennette ibadet et, dedi. İblisin nefsine bir gurur geldi, dedi ki; “Hak Teala beni yerde yarattığı zaman feriştehlerden daha Ekrem, daha kerim yarattı. Bana bunca mülk verdi. İbadet et dedi.” O zaman Allahu Teala hazretleri;
İnni A’lemu Ma La Ta’lemun. “Benim bildiğimi, siz bilmezsiniz” diye buyurdu. Hak Teala hazretleri böyle deyince melekler Rabbın gazabından korktular ve her gün, üç saat Kabeyi tavaf ettiler ve ağlayıp hıçkırdılar. Hak’tan rahmet dilediler. Hak Teala; Benim arşımın altında bir nehrim vardır. Ona (Hayat suyu, Ab-ı Hayat) derler. Ondan avucunuza alınız, onunla yüzünüzü ve ayaklarınızı yıkayın! Diye buyurdu. Onlarda üç kere yüz ve ayaklarını yıkadılar. Hak Teala; “Bütün günahlarınızı bağışladım, yarlıgadım! Dedi.
Müfessirler derlerki; Hak Teala Azrail’e (a.s) buyurdu. O da Yer’in dört bucağından toprak aldı. Âdemoğullarının suratları, renkleri çeşit çeşit oldu. Hak Teala; Onu, acı ve tatlı, tuzlu su ile balçık ediniz! Dedi. Onlarda balçık ettiler. Ondan sonra Hak Teala Cebraile (a.s); “Yer’in kalbinden yüreğinden toprak al; ondan Muhammed Mustafayı (s.a.v) yaratayım” dedi.
Cebrail (a.s) ve Allahın en yakın melekleri, Kerubiyyin, Hazreti Resulin kabrinden birer avuç toprak aldılar. O’nu yüce Cennetin Tasnim, Rahik ve Selsebil sularıyla karıştırdılar. O ak bir inciye döndü. Ondan sonra Cebrail (a.s) o balçığı bütün Cennet ırmaklarına daldırıp yine çıkardı. Melekler o zaman bildilerki Muhammed Mustafa (s.a.v) budur. Bundan sonra Adem, kırk yıl böylece balçık halinde yattı. Nitekim Hak Teala;
“İnsan zaman içinde öyle devirler geçirdi ki, bu sırada bahse değer uzun bir zaman geçmemiş midir?
Diye buyurmuştur. İblis Âdem’in bu türlü kemalini görünce çok kıskandı. Adem (a.s) balçık halinde yatarken eli ile göğsüne vurdu. Onun içinin boş olduğunu gördü. Ağzından girdi, altından çıktı. Yarenlerine;
“Bunun içi boştur. Bu âlemde bir nesneye yaramaz, bir nesneye malik olamaz. Eğer Hak Teala bunu sizden ulu ederse ne edersiniz?” Dedi. Onlar da;
“Allahu Teala’ya muti oluruz!” dediler. İblis;
“Eğer o benden daha ulu olursa ben Ona isyan eder, asi olurum. Eğer o benden daha ulu olursa onu helak ederim!” Diye ant içti.