Sultan 1. Abdülhamit kimdir ve Sultan birinci Abdülhamit döneminde neler yaşandı? İşte Sultan 1. abdülhamit nasıl öldü, döneminde neler yaşandı yani Sultan 1. Abdülhamit kısaca hayatı hakkında tüm detaylar.
Sultan Birinci Abdülhamid, 20 Mart 1725 yılında dünyaya gelmiş, 27. Osmanlı padişahı ve 106. İslam halifesidir. III. Ahmet’in ve Rabia Şermi Sultan’ın oğlu, III. Mustafa’nın kardeşidir. Sultan 1. Abdülhamit Padişahlık dönemi 1774 – 1789 yılları arasındadır.
Sultan Birinci Abdülhamid Han çocukluğu ve eğitimi; babası, Patrona Halil Ayaklanması (1730) ile tahttan indirilinceye kadar kardeşleriyle birlikte sürdü. Ağabeyi III. Mustafa’nın tahta çıktığı 21 Ocak 1774’e kadar sarayda kapalı bir yaşam sürdü. Tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu kötü bir durumdaydı. Bir yandan 1768’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı sürüyor, öte yandan iç ayaklanmalar ve para sıkıntıları imparatorluğu sarsıyordu. Devletin bu durumdan kurtulması için reformlara gerek olduğuna inanan I. Abdülhamit, önce Ruslarla sürmekte olan savaşı sonuçlandırmaya çalıştı. Osmanlı Ordusu Eflak ve Boğdan’a saldırdıysa da Rus Genarali Suvorov’un kuvvetleriyle desteklenen Rus Orduları, üç koldan harekete geçerek Osmanlı kuvvetlerini Kozluca’da yenilgiye uğrattılar. Yenilen Osmanlı kuvvetleri, Serdar-ı Ekrem ve Sadrazam Muhsinzade Mehmet Paşa’nın karargâhı olan Şumnu’ya doğru çekilirken büyük bir karışıklığa yol açtılar. Şumnu’ya doğru ilerleyerek Osmanlı ordugâhını kuşattılar. Bu sırada ağır hasta olan Muhsinzade Mehmet Paşa gerekli savunma önlemlerini aldırdıysa da yanında 12.000 kadar asker kaldığı, ötekileri de başıbozuk bir biçimde Edirne’ye kaçtıkları için Ruslara barış önerisinde bulunmak zorunda kaldı. Osmanlı temsilcileri 17 Temmuz 1774’te Küçük Kaynarca’da Rus temsilcisi General Repnir ile buluştular. 21 Temmuzda imzalanan antlaşma ile Osmanlı Devleti Kırım’ın bağımsızlığını kabul etti; yalnızca padişah halife olarak Kırımlılarca tanınacak, adı hutbelerde okunacaktı. Ruslar Dnyepr ve Buğ ırmakları arasındaki bölgeyle Azak ve Kilburun kalelerini alacak, buna karşılık Eflak ve Boğdan ile Kafkaslar ve Ege Denizi’nde almış oldukları yerleri geri vereceklerdi. Ruslar İstanbul’da sürekli bir elçi bulunduracaklar ve bir Ortodoks Kilisesi açacaklar, Rus ticaret gemileri Akdeniz ve Karadeniz’de özgürce gidip gelebileceklerdi. Bu antlaşma, toprak kaybı az olmasına karşın, Osmanlı tarihinin en ağır belgelerinden biridir. Böylece Ruslar Kırım’ı ele geçirmek için önemli bir adım attıkları gibi, Ortodoksların koruyucusu sıfatını kazanarak Osmanlı Devleti’nin içişlerine çeşitli nedenlerle karışma fırsatını da ele geçirdiler. Barış sonrasında Avusturya, Osmanlı Devleti’nin zayıf durumundan yararlandı; bir zamanlar Ruslara karşı Osmanlılarla yaptığı antlaşma hükümlerini ileri sürerek toprak isteğinde bulundu. Savaş sonrası zayıf durumda olan Osmanlı Devleti, 8 Mayıs 1775’te Avusturya ile bu isteğin kabul edildiğini onaylayan dört maddelik bir antlaşma yapmak zorunda kaldı. Bu antlaşmaya göre, Boğdan Beyliği’niden dokuz kazalık bir alan (Buko-vina) Avusturya’ya bırakıldı.
Daha saltanatının ilk yıllarında birbiri ardınca oluşan bu acıklı olaylar I. Abdülhamit’i oldukça sarstı. Devletin iç durumu iyi değildi. Ülke bu savaşlar sonucunda hem maddi, hem manevi yönden oldukça hırpalanmıştı. Bunun sonucunda da çeşitli eyaletlerde yer yer ayaklanmalar baş gösterdi. Taşrada devlet otoritesi ayanlar lehine sarsılmaya başladı. Anadolu ve Rumeli’de ayanlar gittiçe güçlenerek devlete kafa tutar hale geldiler. Devlet de bunların gücü karşısında hoşgörülü davranmak yolunu yeğ tutuyordu. Öte yandan savaş sonrası bazı eyaletlerde, özellikle Suriye’de Tahir Ömer’in yeniden başlattığı ayaklanma da I. Abdülhamit’in rahatını kaçırdı. Tahir Ömer daha savaş sürerken Rus amiraliyle işbirliği yapmıştı. Şimdi bu sorunun çözümlenmesi gerekiyordu. I. Abdülhamit bu amaçla Cezayirli Hasan Paşa’yı Suriye’ye gönderdi (1775). Öte yandan Akkâ’yı bombardıman eden Cezayirli Hasan Paşa, ayrıca kenti karadan kuşatarak Tahir Ömer’i bu çatışmalar sırasında öldürttü. Cezayirli Hasan Paşa Mısır sorununu da yoluna koydu, Mısır’ı yeniden Osmanlı Devleti’ne kazandırdı. Ayrıca Mora Ayaklanmaları da onun çabalarıyla yatıştırıldı, Arabistan’daki Vahhabilik hareketinin de bir süre için önü alındı. Bu arada 1775 Osmanlı-İran Savaşı patlak verdi. Nadir Şah’ın ölümünden sonra İran’da karışıklıklar başladı. Bu durumdan yararlanan Zend Kerim Han, yönetimi ele geçirerek Doğu Anadolu ve Irak’a saldırdı. Basra’yı da işgal eden Zend Kerim Han’ın ölümü üzerine kardeşi Zeki Han, bu kenti yeniden Osmanlılara vererek antlaşma ortamı hazırladı (1779).
I. Abdülhamit döneminin en belirgin özelliği, ilerisi için de temel oluşturacak olan yenileşme hareketlerine girişilmesidir. I. Abdülhamit bu yenileşme hareketleri için en büyük desteği Kara Seyyit Mehmet Paşa ile bir süre sonra kendine karşı bir komplo girişiminde bulunduğu gerekçesiyle öldürteceği Sadrazam Halil Hamit Paşa’dan gördü, özellikle savaş sonrası Rusya’dan gelebilecek herhangi bir saldırıya hazırlıklı olmak düşüncesiyle Rumeli kalelerinin sağlamlaştırılmasının ardından, I. Abdülhamit önce istediği yenileşmeyi gerçekleştirebilecek nitelikte gördüğü Vezir Kara Seyit Paşa’yı sadrazam yaptı. Mehmet Paşa’nın ilk işi eyaletlerdeki vali değişikliklerini en aza indirerek bunun sık sık tekrarlanmasını, dolayısıyla halkın çektiği eziyeti önlemek oldu. Merkezdeki resmi dairelere işbilir görevliler yerleştirdi. Ancak daha fazlasına ömrü yetmedi; iş başına geldiğinden bir buçuk yıl sonra öldü. Halil Hamit Paşa’nın sadrazam olmasıyla yenileşme hareketleri daha da hızlandı. Kara ordusunda geniş düzenlemeler yapıldı. Daha önceleri İstanbul’a gelerek Osmanlı hizmetine giren Fransız topçu birliklerinde yetişmiş Macar soylusu Baron de Tott, Sürat Topçu Ocağı’nı kurarak Osmanlı topçularını dönemin çağdaş yöntemlerine göre eğitti. Ayrıca Fransa’dan asker uzmanlar getirildi ve Mühedishane-i Berri-i Hümayun açıldı. Burada yapılan dersleri ara sıra padişah ve sadrazam da izliyordu. Halil Hamit Paşa artık bir çıban başı durumunda olan Yeniçeri Oçağı’nın üçte ikisini askerlikten attı, eğitim ve disiplini artırdı. Avrupa tipi savaş teknikleri ve silahlar yeniçerilere öğretilmeye başlandı. Bu arada Ruslarla Akdeniz’de yapılan savaşlarda büyük başarı kazanmış olan Kaptanıderya Cezayirli Hasan Paşa da donanmayı modernleştirmek için harekete geçti. Fransız ve İngiliz sistemine göre daha hafif ve vurucu gücü yüksek gemilerin yapımı için Fransa’dan gemi ustaları getirildi ve yeni tersaneler açıldı. Ayrıca Cezayirli Haşan Paşa denizciliği bir meslek haline getirdi. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki köylerden toplanan erler Galata ve Kasımpaşa gibi başıboşların yuvası haline gelmiş yerlede bulunan bekâr odaları yerine, sürekli denetim altında tutulabilecek yeni kışlalarda sıkı bir disiplin altında eğitileceklerdi. Ayrıca deniz subayı yetiştirmek için de Mühendishane-i Bahri-i Hümayun açıldı. Askeri düzenlemelerin yanında toplumsal ve ekonomik sorunlara da eğilindi. Paranın değerini yükseltmek ve fiyatları dondurmak için önlemler alındı. Osmanlı endüstrisinin canlanmasına çalışıldı, yerli malların kullanılması özendirildi. Bu arada İbrahim Müteferrika tarafından kurulmuş olan matbaa da uzun bir aradan sonra yeniden açıldı. Ancak bir süre sonra Halil Hamit Paşa’nın kısa zamanda başarı kazanmasını çekemeyen bazı devlet ileri gelenlerinin, özellikle de Cezayirli Hasan Paşanın etkisiyle 1. Abdülhamit, bu değerli vezirini, III. Selim’i başa geçirmek için kendisine komplo hazırladığı gerekçesiyle önce görevden aldı sonra da idam ettirdi.
Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra da Osmanlı-Rus ilişkileri tam anlamıyla düzelmemişti. Osmanlılar bağımsızlık verilen Kırım’ı gözden çıkarmaya yanaşmıyor, Ruslar ise Kırım’ın tamamını ele geçirmek için türlü oyunlar çevirmekten geri kalmıyorlardı. Gerçekten bir süre sonra iki devleti savaşın eşiğine getiren Kırım sorunu ortaya çıktı. Ruslar bu sorunu çözümlemek için ömrünün büyük çoğunluğunu Avrupa’da geçirmiş ve Rusya tarzında bağımsız bir devlet kurma düşleri kuran Şahin Giray’ı Han olarak desteklemeye başladılar. Şahin Girayın Rusların desteğiyle Kırım’da duruma egemen olması yalnız Osmanlıları değil Kırım Türklerini de hoşnut etmedi. Bir süre sonra Kırım halkı Şahin Giray’a baş kaldırdı. Ruslara sığınmak zorunda kalan Şahin Giray, yeniden onların desteğiyle Kırım’a egemen oldu. Osmanlılar onun Hanlığını 1779’da Aynalıkavak Tenkihnamesi ile kabul etmek zorunda kaldılar. I. Abdülhamit devletin zayıf durumu nedeniyle buna ses çıkaramadı. Ancak Kafkasya ve Soğucak yörelerindeki Çerkez topluluklarını nüfuzu altına almaya çalıştı. Bu yörelere gönderdiği Farah Ali Paşa, önemli hizmetler yaptı. Bu sırada Kırım’da Şahin Giray aleyhine başlayan ayaklanma. Rusların 1783’te Kırım’ı resmen topraklarına katmasına ve bozuk olan Osmanlı-Rus ilişkilerinin tümüyle kopmasına yol açtı. Fakat I. Abdülhamit Osmanlı Ordusu’nun yetersizliğini bildiği için yeni bir savaşı göze alamadığı gibi Ruslarla iyi olan ilişkileri bozmaya yanaşmadı. Üstelik bu yüzden Ruslarca Kırım’ı bırakmaya zorlanan ve Osmanlı topraklarında da rahat durmayan eski Kırım Hanı Şahin Giray’ın idamı konusunda da, bu işin gizlice çözümlenmesi yolunu seçti. I. Abdülhamit’in bu çekingen davranışı, Koca Yusuf Paşa’nın sadrazam olmasıyla değişti. İngiliz ve Prusya elçileri de Osmanlı Hükümeti’ni kışkırtıyor, 1781′ den bu yana Avusturya ile müttefik olan Rusların, Osmanlı Devletinin paylaşılması tasarıları konusunda padişahı aydınlatmaya uğraşıyorlardı. Başta Koca Yusuf Paşa olmak üzere Osmanlı devlet adamları da Kırım’ı yeniden ele geçirmek için Ruslarla savaşı zorunlu görüyorlardı. Sonunda İstanbul’da iki taraf arasındaki anlaşmazlıkları çözümlemek için Rus elçisi ile yapılan görüşmeler sırasında Osmanlı Hükümeti, Rus Elçisi Bulgakofa 17 maddeyi içeren bir ültimatom verdi. Buna cevap alınamayınca da elçi göz hapsine alınarak Rusya’ya savaş ilan edildi. (1787). Bundan altı ay sonra da Avusturya elçisi Rusların müttefiki olarak savaşa gireceklerini Osmanlı Hükümeti’ne bildirdi (1788). Savaşın ilk yıllarında Sadrazam Koca Yusuf Paşa komutasındaki Osmanlı Orduları, Avusturya Cephesi’nde önemli başarılar elde ettiler. Bu arada Şebeş yöresinde Avusturya Ordusu kuşatıldı, Avusturyalılar başlarında İmparator II. Josef olmasına karşın, panik halinde kaçmak zorunda kaldılar. Fakat Rus Cephesi’nde durum hiç de iyi değildi. Osmanlı Ordusu’ndaki düzensizlik yüzünden Yaş ve Hotin kaleleri Rusların eline geçti, Özi Kalesi de kuşatıldı. Karadeniz’de Rus Donanması’na karşı bazı başarılar kazanan Cezayirli Hasan Paşa’nın Özi’ye yardıma gitmeside durumu değiştirmedi ve Özi, Rusların eline geçti.
Tüm bu kötü haberler I. Abdülhamit’in sağlığını bozdu, Özi’nin düşmesiyle de iyice sarsıldı. Bir süre sonra da felç geçirdi ve 7 Nisan 1789 yılında öldü. Bahçekapı’da 4. Vakıf Han’ın karşısında kendisi için yaptırdığı türbesine gömüldü.
I. Abdülhamit, çevresindekilerin etkisi altında kalmakla birlikte, devlet işleriyle yakından ilgilenirdi. Halka karşı sevecendi. Yeniliğe açıktı ve bu işi gerçekleştirecek bir kadroyu işbaşına getirmek için özen gösterdi. Bu konuda en güvendiği kişi, sonradan öldürttüğü Sadrazam Halil Hamit Paşa oldu. Oğullarında IV. Mustafa ve II. Mahmut padişah oldular.
İstanbul’da çeşitli yapılar yaptırdı, bazılarını da onarttı. Beylerbeyi’nde annesi için bir cami, okul ve hamam; Emirgan’da eşlerinden Hümaşah ile oğlu Mehmet için bir cami ve çeşme. Bahçekapı’da 4. Vakıf Han’ın yerinde bir imaret, sebil, kütüphane ve türbe; İstanbul’ un çeşitli yerlerinde çeşmeler yaptırdı.