Selahaddin Eyyubi kimdir ve Selahaddin Eyyubi nerelidir? İşte Eyyubiler Devleti’nin kurucusu, İslam hükümdarlarının en büyüklerinden Selahaddin Eyyubi hayatı ile ilgili tüm detaylar.
Mısır, Suriye, Yemen ve Filistin sultanı, Eyyubi hanedanının kurucusu, İslam hükümdarlarının en büyüklerinden Selahaddin Eyyubi (Selahaddin Yusuf bin Eyyub) 1138 yılında Irak-Tikrit’te dünyaya geldi. Baalbek ve Şam’da büyüyen Selahattin, medrese eğitiminin yanında askeri eğitim de aldı. Sanat ve ilimle uğraştı. Bütün hayatı boyunca İslam için çalışmış ve nice üstün başarılar göstererek, ismini tarihe altın harflerle yazdırmıştır.
Babası Emir Eyyub’tur. Emir Eyyup Baalbek Valisi iken Selahaddin Eyyubi doğmuş ve orada tahsilini tamamlayıp yetişmiştir. Daha sonra Musul Atabeyi olan Nureddin ile Mısır seferine katılmış sonra Kudüs Kralına karşı çıkarak onu mağlup etmiştir. Annesi ise Selçukluların Harim emiri Şihabeddin Mahmud ibn Tokuş el-Harimi’nin kızkardeşidir.
1174’de bağlı bulunduğu Nureddin Atabek vefat edince Selahaddin Eyyubi Mısır’da bağımsızlığını ilan etmiş ve haçlılara karşı bitmez tükenmez savaşlara girmiştir. Kısa zamanda Mısır, Suriye, Yemen, Hicaz ve Filistin’de tek hakim durumuna geçmiştir.
Büyük Hükümdar Selahaddin Eyyubi, Hıttin Savaşı’yla 2 Ekim 1187 tarihinde Kudüs’ü Haçlılar’ın elinden aldı. Kudüs’te 88 yıl süren hıristiyan egemenliğine son verdi. Bölgede yaşanan katliamları durdurdu.
Onun büyük gücünü ve kudretini gören, üstelik Kudüs’ü de ellerinden çıkaran hıristiyanlar III. Haçlı seferi ile, başlarında İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard olmak üzere hücuma geçmiş, uzun ve yorucu bir savaştan sonra ancak Akka kalesini ele geçirmiş ve Kudüs’e girememişlerdir. Bu savaşlarda ünlü İslam komutanı
Selahaddin Eyyubi’nin askerî ve siyasî dehası büyük rol oynamıştır. En güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen etkisi altına aldı.
Selahaddin Eyyubi ilme ve sanata aşık üstün bir insandı. Alçakgönüllü, iyiliksever, dürüst bir müslümandı. Kazandığı zaferler hiç bir zaman onu gururlandırmamış, üstelik Allah’a olan şükrünü artırmıştır. Büyük Sultan Selahaddin Eyyubi 4 Mart 1193 yılında 57 yaşında iken Şam’da vefat etmiştir. Mezarı Emeviye Camii haziresindedir.
EYYÛBÎLER
Ünlü kumandan ve siyâset adamı Selâhaddîn Eyyûbî tarafından Sûriye, Filistin, Mısır ve Yemen’de kurulan devletin adı. Hânedânın kurucusu olan Selâhaddîn Eyyûbî, Hazbani Kabîlesine mensuptu. Ancak bu âile uzun yıllar Türkler arasında bulunmuş ve tam mânâsıyla Türkleşmişti. Selâhaddîn Eyyûbî, 1138’de çok sayıda askeri ile birlikte Musul Türk kumandanı Zengî bin Aksungur’un hizmetine girdi. Bu durumun akabinde Selâhaddîn’in kardeşi Şirkuh da Zengî’nin oğlu Nûreddîn’in hizmetine girdi. Şirkuh bu hizmetteyken, 1169’da Mısır’ın kontrolünü ele geçirdi ise de, çok geçmeden öldü ve onun halefi olarak yerine Selâhaddîn geçti.
Böylece hânedânın gerçek kurucusu olarak ortaya çıkan Selâhaddîn Eyyûbî, 1171 yılında, Şiî Fâtımî idâresini tamâmiyle ortadan kaldırdı. 1175 yılında ise İsmâil Zengî ile Böri Gâzi’nin kumanda ettiği orduyu Kurunhama’da bozguna uğrattı ve Eyyûbî Devletinin temellerini attı. 1176 yılında kardeşi Turan Şahla berâber Yemen’deki Abdün-nebi Fırkasını yıkan Selâhaddîn Eyyûbî, Abbâsî halîfesi tarafından Suriye, Yemen, Filistin ve Kuzey Afrika’nın sultânı îlân edildi. Bu durum aynı zamanda halîfe tarafından devletinin kabul edilmesi demekti.
Selâhaddîn Eyyûbî ilk iş olarak Mısır’daki Fâtımî idâresinin son izlerini de ortadan kaldırdı. Onların eski toprakları üzerinde din ve eğitimde kuvvetli bir siyâsetin teşvik ve uygulayıcısı oldu. Şiîliğin yerine Sünnî mezhebini yaymaya başladı. Bunda başarılı olan Selâhaddîn, Mısır ve Suriye’de Fâtımîlerin yaydığı yanlış îtikâdın önüne geçerek, Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasında önder oldu. Selâhaddîn Eyyûbî’nin tâkib ettiği siyâsetin diğer bir yönü de Haçlılara karşı cihâd hareketinin başlatılması idi. Bilindiği gibi bu yüzyılda Haçlılar iki defâ Anadolu’dan Kudüs’e kadar gitmişler ve geçtikleri yerlerde kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamışlardı. Hattâ bu zâlimler, kendi dindaşları ve ırkdaşlarının kalplerinde bile derin bir nefret uyandırmışlardı. Kutsal şehir Kudüs, yıllardır bu zâlimlerin elinde bulunmaktaydı. Nitekim Selâhaddîn’in Haçlılara karşı tesirli bir şekilde başlattığı cihâd siyâseti, bütün İslâmî gayret ve heyecanı onun etrâfında birleştirdi. Türk ve Arab ordularının aynı gâye etrâfında toplanmasını sağladı.
Topladığı bu kuvvetlerle 1187 yılında Haçlıların karşısına çıkan Selâhaddîn Eyyûbî, Hattin’de parlak bir zafer kazandı. Perişan bir vaziyete düşen Haçlıların elindeki bütün kaleler, Kudüs dâhil Eyyûbîlerin eline geçti. 89 yıl düşman elinde kalan kutsal şehir Kudüs’ün de ele geçirildiği bu zaferle, bütün Müslümanların gönüllerinde taht kuran Selâhaddîn Eyyûbî, büyük bir üne kavuştu. Avrupa bu hezîmet karşısında birbirine girdi ve üçüncü Haçlı seferi için çalışmalara başladılar. Ancak bu yeni Haçlı ordusu daha Akka’da iken hezîmete uğratıldı ve yine onların aleyhine olarak bir antlaşma imzâlandı.
Hemen hemen bütün günleri harp meydanlarında geçen, Ortadoğu’daki Haçlı varlığının belini kıran ve onu aslâ eski gücüne kavuşamayacağı bir hâle getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyâsının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren Mücâhid Sultan, 4 Mart 1193 Çarşamba günü Dımaşk (Şam)’da vefât etti. Aynı şehirde bulunan kabri bugün büyük ziyâretgâhlardandır.
Selâhaddîn Eyyûbî, ölmeden önce devletinin çeşitli bölgelerini oğullarına ıktâ olarak dağıtmıştı. Bununla berâber merkezî kontrol, oğullarından El- Âdil’in elindeydi. Bu sultan zamânında, daha önceki aktif politika terk edilerek yumuşak bir siyâset izlenmeye başlandı. Frenklerle barış yapılarak ilişkiler normal bir ortama dönüştü. 1205 senesinde Samsat, Serve ve Ra’sul-ayn’ın şehirlerine hâkim olan Melik el-Efdal amcası El-Âdil’le ilişkisini keserek Anadolu Selçuklu Sultanı Keyhüsrev’e bağlandı. Bu dönemde Eyyûbîler, 1208’de Ahlat’ı, 1215 senesinde ise Yemen’i hâkimiyetleri altına aldılar. Beşinci Haçlı seferi sırasında Dimyat’ın Haçlılar eline geçmesi ile üzüntüsünden hastalanan Sultan El-Âdil çok geçmeden vefât etti (10 Eylül 1218). Yerine oğlu Kâmil geçti.
El-Kâmil kısa sürede orduyu toparlayarak Haçlıları geri püskürtmeye muvaffak oldu. Ancak daha sonra İmparator İkinci Frederik ile anlaşan El-Kâmil, anlaşılamayan bir tutumla Kudüs’ü Haçlılara terk etti. Böylece İkinci Frederik ile başlayan sulh dönemi, Mısır ve Suriye’ye bâzı iktisâdî faydalar sağlarken, aynı zamanda Akdeniz Hıristiyan devletleri ile ticâretin yeniden canlanmasına yol açtı. Sultan El-Kâmil’in devri diğer taraftan iç çatışmalara ve çalkantılara sahne oldu. Sultâna karşı ülkede ittifaklar kuruldu. Aynı zamanda sultânın kardeşi Muazzam ile Melik Eşref bile bu ittifakın içinde yer aldı. Hattâ Melik Eşref bir ordu ile sultânın karşısına çıktı ise de, âniden vefât ettiğinden kuvvetleri dağıldı.
Eyyûbî Devleti son parlak devrini, Sultan El-Kâmil ile yaşadı. Onun ölümüyle ülke parçalanmaya yüz tuttu. El-Kâmil’in yerine geçen Es-Sâlih zamânında, ülke bir taraftan iç mücâdelelere sahne olurken, diğer yandan altıncı Haçlı seferi başgösterdi. Bu karışık vaziyete rağmen Haçlılara karşı başarılar kazanıldı ve Fransa Kralı St.Louis esir alındı. Sultan Es-Sâlih’in kısa bir süre sonra ölümü üzerine Mısır Eyyûbî ülkesi 1250 yılında Türk Bahri Memlûk birliklerinin eline geçti.
Haleb’te ise, 1236 senesinde ölen El-Azîz’in yerine geçen En-Nâsır Yûsuf, Mısır’daki Sultan Sâlih’in ölümü üzerine bütün Suriye’yi ele geçirdi. Onun Suriye üzerindeki iddiâları Mısır Memlûkleri ile mücâdelelere sebeb oldu. Bu sürekli mücâdelelere ancak Moğolların taarruzu son verdi. Devamlı tâbi hâlde yaşayan Hama’daki Şûbe ise, varlığını 1342 senesine kadar sürdürdü. Bu târihte onlar da Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı. Sâdece Diyarbekir ve Hısnıkeyfa civârında mahallî bir beylik Moğolların ve Timurluların hücumlarından kurtulabildi. Eyyûbîlerin bu kolu da Akkayonlular tarafından ortadan kaldırıldı.
Eyyûbîler Devleti, Zengîlerin bir devâmıydı. Eyyûbî devlet teşkilâtı, diğer İslâm devletlerindeki teşkilâtlardan farklı değildi. Başta bir sultan ve onun hânedânı, sonra, idârî ve askerî yetkiye sâhip emirler, daha sonra bürokratlar ve ilmiye sınıfına mensup olanlar gelirdi.
Devlet işlerini yürüten üç dîvân vardı. Dîvân-ül-İnşâ; bürokrasinin idâresi ve diplomatik işlerin yürütülmesiyle uğraşırdı. Dîvân-ül-Ceyş; ordu ve onun mâlî işlerinden sorumluydu. Dîvân-ül-Mâl; bugünkü mâliye bakanlığının görevini yapardı. Dîvânlar arasında en geniş teşkilâta sâhib olan bu dîvândı.
Eyyûbîler Devletinin en önemli hedefi, Ortadoğu’da Haçlılar tarafından işgâl edilen İslâm topraklarını kurtarmaktı. Bu sebepten sultan, her zaman, savaşa hazır güçlü bir orduyu beslemek mecbûriyetindeydi. Ordunun temelini, toprağa bağlı süvârîler meydana getiriyordu. Bunların yanında maaşlarını para olarak alan bir mikdâr piyâde ve süvârî vardı. Piyâdeler kale müdâfaa veya muhâsaralarında vazîfe alıyorlardı. Diğer muhârebelerde ise timarlı süvârîler savaşıyordu. Süvârîlerin en önemli kısmını, parayla satın alınarak veya devşirilerek yetiştirilen memlûkler teşkil ediyordu. Bunların büyük çoğunluğu Türktü.
Eyyûbîler Devletinde sağlık hizmetleri çok gelişmişti. Birçok şehirde hastahâneler yapılmıştı. Bu hastahâneler arasında Dımaşk’taki Nûreddîn ve Kâhire’deki Selâhaddîn hastahâneleri mükemmel tıp merkezleriydi. Buralarda erkekler, kadınlar ve sinir hastaları için ayrı kısımlar vardı. Târihte sinir ve ruh hastalıkları için ilk ilâçlar, bu hastahânelerde hazırlanmıştır. Hastahânelerin yanında, kimsesiz, bakıma muhtaç çocukların ve fakirlerin korunması için birçok bakım evleri ve misâfirhâneler açılmıştır.
Eyyûbîler Devletinde, teknik ve sanat da gelişmişti. Dımaşk ve Kâhire’de dökümhâneler ve cam îmâlathâneleri vardı. Bu şehirlerde ayrıca su ile çalışan kâğıt değirmenleri de yer alıyordu. Kâğıt; buğday, pirinç sapları ve pamuktan yapılıyordu. Musul kumaşları, Mısır pamukluları ve Dar-ut-Tirâz’da îmâl edilen yünlü, ipekli ve pamuklu kumaşlar çok meşhurdu. Bakır işlemeciliği gelişmişti. Bugün, Eyyûbîler devrine âit şamdanlar, leğen ve tabaklar çeşitli ülkelerin müzelerinde bulunmaktadır. Silâh îmâlâtı da oldukça ileri seviyede idi. Bilhassa Dımaşk’ın meşhûr çelik kılıçları çok ünlüydü.
Eyyûbîler devri, ilmî hayat bakımından İslâm târihinin en canlı ve hareketli dönemlerinden biriydi. Bozuk îtikâdlara karşı, Ehl-i sünnet îtikâdını yaymak gâyesiyle, Kâhire ve Dımaşk’ta birçok medreseler açıldı. Burada tefsir, hadis, fıkıh ilimleri yanında, fen ilimleri de öğretiliyordu. Ayrıca Kur’ân ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Kurrâlar, hadîs ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Hadîsler ve fen ilimlerini öğretmek için Dâr-ül-Hendeseler açıldı. Medreselerin yanında câmiler de önemli ilim merkezleriydi. Câmilerde çeşitli ilimlerin okutulduğu halkalar ve köşeler vardı.
Târihte çok önemli bir rol oynayan Eyyûbîler, Büyük Selçuklu Devletinin geleneklerini yeniden kurarken, Şiî Fâtımî Devletine en büyük darbeyi vurmuş ve İslâmın yeniden ihyâsına canla başla çalışmışlardır. Haçlılara karşı büyük bir devlet ve güç meydana getirmişler, nitekim muvakkat bir zaman için de olsa Kudüs’ü ele geçirebilmişlerdir. Eyyûbîlerin devlet teşkilâtının izleri daha sonra Memlûklü ve Osmanlı devlet teşkilâtında tesirli olmuştur.
SELAHADDİN-İ EYYUBİ
Kahramanlıkları dünya tarihinin en kanlı sayfalarında dehşet saçan kumandanlar; şöyle dursun, ordusunun fertlerinden sadır olan kahramanlıklara ait bir takım destanlar vardır ki okundukça şehnâme zannedilir. Bunlardan başka sayıları o kadar çok ve zırhları o kadar sağlamdı ki, Salâhaddin kumandanlarına “Et iken demirle çarpışıyoruz. Yüz olursak karşımızda bin düşman buluyoruz. Kaleler ateş saçıyor, denizler düşmanlar kusuyor” sözleriyle acıklı bir şekilde şikâyet etmiştir.
İşte Salâhaddin, Avrupa’nın böyle baştan başa demirle kaplı olarak üzerine yığılıp gelen büyük kuvvetini, çırılçıplak, zayıf bir alay askerle yere geçirdi. İdaresi müddetince hemen hiçbir gün kılıcı elden düşürmediği halde yalnız iki meydan muharebesi kaybetti ki onların da birincisinde asker yağmaya dalmıştı, diğerinde de kendisi hastalanmıştı.
İbret almak gerekir ki yaptığı o kadar çok muharebenin hiç birine kendi isteğiyle başlamadı. Şayan-ı dikkattir ki hiçbirinde de kendi düşmandan fazla değildi. Hayret etmeye değer ki din ve devletini düşman tasallutundan korumak için hemen bütün dünya ile uğraşmaya mecbur olmuş ve her muharebenin içinde her muhasaranın yanındayken yine de vakit bulup tebaasının en acizlerinin haklarını aramıştır. Adaleti muhafazaya ve halk arasında ilmin yayılmasına, kendi mülkünde medeniyet ve imarın tervicine çok büyük hizmetlerde bulundu.
Selâhaddin Eyyübi faziletleri, siyasi ve askeri meziyetlerinin çokluğu çeşitliliği akla durgunluk verecek nice üstün sıfatları kendisinde toplayan büyük bir timsal idi. Ancak bu üstün meziyetlerin en büyüğü mücahede-i nefs ile faziletlerini ifâde gösterdiği başarıdır ki o kuvvetle, dervişçe yaşayışını tamamiyle şeriata uygun bir hale çevirebilmiştir. Tavrını, hattı hareketin — beşer tabiatındaki, büyükleri taklit hassasının yardımıyla — akraba ve kumandanlarına dahi tesir ettirmiş, adil idaresine boyun eğenleri her yönden bahtiyar etmiştir. Kapısındaki seyisler müşfikçe ve eşit muamelesine nail olurlarken, tabii hasımlarından olan Atabek ve Selçuklular içinde, kendisi ata binerken, büyük huşu ve tevazuyla atının dizginini tutup, kendine çeki düzen verenler bulunurdu. Din düşmanlığının, dünyanın iki büyük kıtasını birbirine düşürdüğü ve çeşitli çarpışmalara sebep olduğu böyle bir mutaassıp devirde dahi kendisiyle harbetmeye en büyük sevap addeden haçlı ordusu kumandanlarının nazarında bile akrabalığı istenecek derecede kadrü kıymet kazandı.
Ehl-i Salibin mukavemetini ilk önce kendisi kırdığı için yeryüzünde en büyük ve en sağlam değişmelerden birinin meydana gelmesine sebep olmuştur. Hal böyleyken, böyle bir büyük işi gerçekleştirmek yolunda dahi adalet ve merhametten hiç ayrılmamıştır. Bunun için de onun büyük ismi, hâlâ dünyanın her tarafında insanlığa övünme vesilesi olan belli sayıdaki büyüğün şanlı isimleriyle beraber hürmet ve hayranlıkla anılır. (Evrak-ı Perişan, Namık Kemal, 2-Kitap Salâhaddin-i Eyyubi, S:98-99)