Dünya bir padişaha yetecek kadar geniş değilmiş, diyen Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, İstanbul Fatihi Sultan Mehmed’in torunudur. Babası II. Beyazıd’ı tahttan indirerek yerine geçmiş, kısa süren padişahlığı zamanında Türk ve İslâm tarihine altın zaferler armağan etmiştir. İlmi, adaleti, kahramanlığı ve cesareti ile tarihimizin şerefi olan Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470 yılında Amasya’da doğmuştur. 43 yaşında tahta çıkmış 8-9 yıl kadar hükümdarlık yapmış, 22 Eylül 1520 yılında Çorlu’da vefat etmiştir.
9. Osmanlı padişahı, 74. İslam halifesi ve ilk Osmanlı halifesi olan Yavuz Sultan Selim; Orta boylu yuvarlak yüzlü, çatık kaşlı, göğsü ve omuzları geniş ve heybetli bir insan olan Yavuz Sultan Selim sağlam bir tahsil görmüş, Arapça ve Farsça’yı ana dili gibi öğrenmiş, askerlik sanatının inceliklerine vakıf olmuştur. Zamanında Osmanlı ordusu zaferden zafere koşmuştur. Yavuz kısa süren hükamdarlığında; İran’ı fethetmiş, Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye zaferlerini kazanmış, Mısır’ı almış, halifeliği Osmanlılara geçirmiş ve Osmanlı Padişahları içinde ilk halife olarak haklı bir şöhrete kavuşmuştur. Din ve devlet için ölümü göze alan bu büyük Osmanlı Padişahı, gerektiğinde yumuşak kalpli bir insan, gerektiğinde en yakın dostlarını bile hemen cezalandıran bir hükümdardı. Bir çok vezir, yaptıkları hatalardan dolayı O’nun emriyle idam edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim, dindar ve samimi bir müslümandı. Allah’tan çok korkar, her türlü hareketinin hesabını vereceğini çok iyi bilirdi. Vefat ederken yanından hiç ayrılmayan Haşan Can isimli nedimine “Yasin-i Şerif” okutmuş, kendisi de onunla beraber sûreyi baştan sona okumuştur. Bir ara Haşan Çan’a: — Bu ne hal Hasan? diye soran Yavuz ondan: — Allah’la beraber olunacak zamandır padişahım cevabını alınca, —“Bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin Hasan”… diyerek vefat etmiştir.
YAVUZ SULTAN SELİM
“Devrin seçkin ulemasından Kemalpaşazade Ahmet Şehseddin Efendi’nin atının ayağından Mısır fatihinin kaftanına bir çamur parçası sıçradı. Yavuz, ilim adamının kıymetini de muzaffer bir hükümdarın şefkati ile tarttı:
“Bu kaftanı böylece saklayın, ulema atının ayağından sıçrayan çamur bizim için ziynettir, öldüğüm zaman tabutumun üzerine sersinler!..” dedi. “(Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları)
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Meydan Muharebesi için İran hükümdarı Şah İsmail’i kovalıyor, Şah İsmail devamlı surette kaçıyordu. Yavuz ona şöyle bir mektup yazdı:
“İsmail, sen benim ülkemin sınırları üstünde görünerek bana meydan okudun, işte ben geldim. Haftalarca yürümekte olduğum halde, ne senden ne de askerinden bir eser yoktur: ölü müsün? Yoksa sağ mısın? bilemem. Hile ve entrikadan başka bir şey bilmez misin? Eğer korkuyorsan bir doktor çağır ki, seni tedavi etsin. Seni çok korkutmamış olmak içindir ki seçkin askerlerimden kırk binini Kayseri yakınlarında bıraktım. Düşman hakkında ancak bu kadar yüksek ruhluluk gösterilir. Fakat kendini gözlemekte devam edecek olursan, erkek sayılmazsın, öğütlerimi dinle: Miğfer yerine bir kadın baş örtüsü, Zırh yerine de çarşaf giyerek, hükümet etmek arzusundan vazgeç.(Hammer-Osmanlı Tarihi)
(Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethettikten sonra) “Bu fethi mübine mazhar olduğunun haftasında Mısır’a giderek, Cuma namazını eda için melik-el Müeyyed camiine gitmiş ve hatip minberde “Hadimü’l Haremeynuş’ Şerifeyn” Mukaddes beldelerin, Mekke ve Medine’nin hizmetkarı ünvanıyla kendi namını anınca altından seccadesini kaldırmış ve başından sarığını atarak toprak üzerine secdeye kapanmış ve gözyaşlarıyla Cenab-ı Hakk’a şükretmişti.” (Namık Kemal-Evrak-ı Perişan)
YAVUZ’UN BİN ALTINI
Yavuz Sultan Selim, babasının padişahlığı zamanında Trabzon valisi iken bir derviş kılığına girip İran’a gider; maksadı o memleketin durumunu gözü ile görmektir. Terbiz şehrinde misafir olduğu handa satranç oynayıp herkesi yener. Bu, satranç meraklısı Şah İsmail’e haber verilir, o da dervişi huzuruna çağırır. Sultan Selim, ilk oyunda hatır sayarak yenilir, fakat ikinci oyunda Şah’ı mat eder. Şah kızar ve elinin tersiyle dervişin çıplak göğsüne vurarak:
— Bre derbeder âşık! Hiç şah olanlar mat edilir mi? Sende utanma yokmuş! der ve şehzadeye bin altın ihsan eder.
Derviş, huzurundan çıkıp atına bineceği sırada o bin altını keseyle beraber, binek taşının altına saklar. Ertesi gece Tebriz’den kaçıp Trabzon yolunu tutar. Aradan yıllar geçip de Yavuz Selim padişah olduktan ve Şah İsmail’i Çaldıran’da yenerek Tebriz şehrine girdikten sonra, Şah’ın sarayına gider ve Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa’ya;
— Osman Ağa, şu kapı eşiğinde, Şah’ın ata bindiği taşın altında kendi elimle koyduğum bin altın vardır. Helâl maldır, sana hediye ettim, der.
Herkes hayretle bakışır. Osman Ağa taşı kaldırır. Bakar ki kesesi çürümüş bin altın, bir kor yığını halinde duruyor.
Balyemez Osman Ağa, bu fıkrayı anlatırken hüngür hüngür ağlarmış… “O zamana kadar bir hikaye sandığımız satranç kıssası meğer hakikatmiş” dermiş.
BEN YALNIZ DA GİDERİM
1514’de Yavuz Selim, Çaldıran seferine çıkmıştı. Yolda mırın kıtın eden askerler, birgün padişahın çadırına kurşun atacak kadar işi ileri götürdüler. Azim ve sebat numunesi olan ve memleket meselelerinde en küçük kusurları bile af edemeyen Yavuz Selim, hemen çadırından dışarı fırladı. Atına atladığı gibi toplu bir halde duran yeniçerilerin arasına atını sürdü. Hepsine öfkeli nazarlarla sert sert baktıktan sonra:
— “Bre asker kıyafetli korkak herifler asker itaat, emre muhalefetten mi ibarettir? Zahmete katlanmadan zafer kazanmak kande görülmüştür?.. Şecaat ve erliğinden şüphe edenler, rahatını düşünenler geri dönüp karılarının yanlarına gitsinler. Ben buraya kadar zahmetler ihtiyar edip kemali zeliline bir suretle geri dönmek için gelmedim. Şimşiri celadetim altında hamaset ve şecaat göstermek isteyenler benimle beraber gelsinler. Siz gelmezseniz ben yalnız da giderim. ” diyerek atını Çaldıran’a doğru sürmüştür.
Yerinde söylenmiş bir söz, kılıçlardan daha tesirlidir. Türk çocuğu bu sözleri kulağına küpe yapıp takmalı ve unutmamalıdır.
1514’de Yavuz Selim’den önce Çaldıran Ovası’na gelen Şah İsmail, Osmanlı Ordusu’nun Çaldıran’a gelip muharebe nizamı almaya başladığını haber alınca, bir kısım kumandanları ile ve Osmanlı öncü kuvvetlerinden alınmış Murad isminde bir esirle beraber, keşif yapmak ve izahat almak için bir tepenin üzerine çıkmıştı. Osmanlı Ordusu hem dereler tepeler aşarak, kös ve trampetler çalarak geliyor, hem de muharebe nizamı alıyor, açılıyordu. Hiç konuşmadan bu muazzam manzarayı bir müddet seyrettikten sonra Şah İsmail, yanındaki esir Murad’a Osmanlı Ordusu’nun sağ tarafını göstererek:
— “Şu!.. Bir kan seli gibi derelerden akıp, tepelerden coşup gelen kırmızı sancaklılar kimdi?” Murad:
— “Bunlar! Şimdiye dek bileği bükülmemiş Anadolu askerleridir. Kendilerine Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa kumanda eder. ” dedi. Şah İsmail sol tarafı göstererek:
— “Ya şu tarafta, yeşil bir Osman gibi tepeleri işgal eden kuvvetler kimlerdir!..”
— “Bunlar, aralarında Kosova’nın, Niğbolu’nun güngörmüş olayları da bulunan Rumeli askerleridir. Kendilerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa kumanda eder.” dedi. Şah İsmail, merkezden bir tepenin arkasından öne doğru inip gelen al ve yeşil sancaklı kuvvetlerin kim olduğunu soracaktı. Fakat o sormadan Murad, heyecanlı bir ifade ile:
— “İşte!.. İşte!.. Ortadan da Yavuz Sultan Selim geliyor. ” diye bağırdı. Şah İsmail tepeden inip kuvvetlerinin başına geçti.(Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi, Tahsin Ünal, Nur Yayınları, s.64-66).