Ustura, Milâttan çok önceleri biliniyordu. İlk zamanlarda bilenmiş çakmak taşından, sonraları keskinleştirilmiş bronzdan yapılırdı. Bu usturalar sık sık tıraş olmaya elverişli değildi. Çünkü deriyi tahriş ediyor ve yüzüyordu. Ustura; tıraş olmakta kullanılan, çok keskin, açılır kapanır bıçak demektir.
Asurlular, Persler ve Yunanlılar gibi Eskiçağ insanlarını heykel ve gravürlerde genellikle sakallı görürüz. Zira o çağlarda pek kaba saba olan usturaları sık sık kullanmak olanaksızdı. Sakal bırakmak bir moda değil, doğal bir zorunluluktu. Buna karşılık alçak kabartmalarda firavunları sakalsız ve bıyıksız görüyoruz. Onların yüzlerini böyle tüysüz hale getiren, ustura kullanmaları değil, doğrudan doğruya kıllarını düzenli olarak yolmalarıydı. Eskiçağ’dan itibaren, ilk gezici berberler ortaya çıktı. Berberliği meslek edinen bu kimseler, demir makaslar, cımbızlar ve bronz bıçaklar yardımıyla, zengin müşterilerini tıraş ediyorlardı.
Roma’da, dükkânını İlk açan, berber ya da tonsor’du. Tonsor, kaygan ve sert bir taşta bilediği demir usturasını, müşterisinin ıslak yüzünde gezdirdi. O sırada tıraş sabunu yoktu. Bıçağı sapının içine katlanabilen düz ustura, ancak Ortaçağ’da çıktı. Bu tür ustura, günümüzde hâlâ kullanılmakla birlikte, insanlar giderek bıçağı değiştirilebilen tıraş makinelerini tercih ediyorlar.
Elektrikli tıraş makinesi, ortaya çıktığı tarihten, yani yüzyılımızın başından bu yana, pek çok kişi tarafından benimsendi. Onun bıçakları, bir gitgel ya da dönme hareketiyle çalışır. Yazlığa çıkanlar, pille çalışan bir elektrikli tıraş makinesi de kullanırlar.
Atilla İlhan Usturanın ağzında şiiri için tıklayın!