Döküntü; bir şeyin asıl kitlesinden veya bütününden ayrılmış parça hâlindeki şeyler, dökülmüş parçalar, artakalmış, işe yaramaz, değersiz şeyler, çerçöp, hurda, bir topluluktan artakalmış kimseler, değersiz kimseler, ayak takımı, bâzı hastalıkların deri üzerinde meydana gelen çıban, leke, kabarcık hâlindeki belirtileri gibi anlamlara gelir. İşte döküntü kelimesi ile ilgili cümleler.
– Akşamdan kalma döküntü, süprüntü hep toplanacak. (H. R. Gürpınar)
– Bu döküntü masaya neden para verdin?
– Mahallenin bütün döküntüsü kapıya dolmuş. (A. K. Tecer)
– Kaçan düşmanın döküntüleri teslim oluyordu.
– Beni döküntülerden kurtar ey Sivas. (B. K. Çağlar)
– Bu döküntüler para etmez.
– Onlar çekilip orası aralanır aralanmaz arkadan cimnastik adım yürüyen birkaç yolcu döküntüsü gelir geçer. (H. R. Gürpınar)
– Odanın döküntüsünü topla.
– Etrâfa dökülmüş yâsemin döküntüleri. (N. Kemal)
– Şoföre önce kentin en döküntü mahallelerinin adını söylediler. (Ç. Altan)
– İki bey gemisi, askerin döküntüsü var ise devşirmek maslahatı için donanmadan bir saat sonra kalkar. (K. Çelebi)
– Meşrutiyete uygun yönetim, yurt hainlerinin döküntüleriyle kurulamaz. (H. C. Yalçın)
– Böyle döküntülerle arkadaş olma.
– Birer döküntü kalanlar, bütün ezik, hurda. (T. Fikret)
– Onlar kendi küfleri, kendi yırtık pırtıkları, kendi döküntüleriyle yaşayabiliyorlar. (Y. K. Beyatlı)
– Haçlı döküntülerinin, Ortaçağ’ın bâzı Anadolu şehirleri gibi Konya’da da büyük yekûn tuttuğunu tahmin edebiliriz. (A. H. Tanpınar)