Duhan Suresi, Kur’ân’ın kırkdördüncü sûresi olup Mekke döneminde inmiştir ve 59 âyettir. Sûre, adını onuncu âyette geçen “duhân” kelimesinden almıştır. Duhan, duman demektir. Sûrede başlıca, Kur’an’ın indirilişi, müşriklerin ona karşı tutumu, Firavun ve halkının başlarına gelen azaplar, Kureyş’in Hz. Peygamberi yalanlaması, iyilerin ve kötülerin karşılaşacakları akıbet konu edilmektedir.
Duhan suresi 25. ayet Arapça yazılışı
كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
Duhan suresi 25. ayet Türkçe okunuşu
Kem terekû min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Duhan suresi 25. ayet anlamı (meali)
Diyanet İşleri (Yeni) Meali: Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar.
Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Onlar neler bırakmışlardı, ne bahçeler, ne pınarlar!
Ömer Çelik Meali: Sonunda Firavun ve kavmi Kızıl Deniz’in karanlık sularına gömüldüler. Neler bırakmadılar ki geride: Bahçeler, pınarlar ve çeşmeler…
Duhan suresi 25. ayet tefsiri
Cenâb-ı Hak Hz. Mûsâ’ya kavmini geceleyin yola çıkarıp Mısır’ı terk etmesini emir buyurdu. Firavun ordusunun da kendilerini takip edeceğini haber verdi. Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla Mûsâ (a.s.) ve İsrâiloğulları Kızıl Deniz’i geçip kurtuldular. (bk. Şuarâ 26/52-66) Hz. Mûsâ denizi geçtikten sonra, açtığı yolun kapanıp denizin eski haline gelmesi için asasını ona vurmak istedi. Çünkü Firavun’un peşinden gelmesinden korkmuştu. Fakat Allah Teâlâ, Firavun ve ordusunun boğulabilmesi için yolun açık tutulmasını emretti. İsrâiloğullarının ardından geçeriz ümidiyle denizde açılan yollara dalan Firavun ve ordusu, arka tarafları da bütünüyle suyun içinde kalacak duruma gelince, yollar kaldırıldı ve o azgınlar suyun içinde boğuldular. Mısır’da büyük bir refah, sayısız nimetler içinde yaşıyorlardı. Bâtıl bir dava uğruna bütün bu nimetleri ve daha önemlisi canlarını kaybettiler. Bu nimetler, dün köle muamelesi gören İsrâiloğullarına miras bırakıldı.
29. âyette yer alan “Gök ve yerin ağlaması”, mecazi bir ifadedir. Onların hâline hiç kimsenin acımadığını haber verir. Bir açıklamada şöyledir: Araplar bir büyük insan vefat ettiğinde: “Onun için gök ve yer ağladı” derler, bununla, onun ölümü ile gelen musibetin her şeyi kuşattığını söylemek isterlerdi. Halkın kullandığı bu ifade seçilerek, Firavun ve adamlarının değersizliği anlatılmıştır. Bir yoruma göre de gök ve yerden maksat, gök ve yer halkıdır. Bunlardan hiçbiri onların helakine üzülmemişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın yarattıklarına karşı herhangi bir kimsenin kendileri için üzülmesini gerektirecek bir iyilik bile yapmamışlardır. Yine onlar, göktekilerin, onların yıkılmasından üzüntü duyacakları, Allah rızâsı için bir iyilik de yapmamışlardır. Allah’ın kendilerine tanıdığı fırsat boyunca, yeryüzünde fesat çıkarmışlar ve sonunda haddi aştıklarında azaba uğramış, adeta bir çöp gibi ezilerek bir kenara atılmışlardır.
“Onlara ne gök ağladı ne de yer” ifadesi, hakiki anlamda kullanılmış da olabilir. Dolayısıyla bunların başkaları için ağlayabileceğini hatıra getirmektedir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her bir mü’min için gökte iki kapı vardır. Bunların birinden onun yaptığı ameller yükselir, diğerinden de onun rızkı iner. O mü’min öldüğünde ikisi de onun arkasından ağlar.” Peygamberimiz (s.a.s.) bunu söyledikten sonra Duhan sûresi 29. âyeti okumuştur. (Tirmizî, Tefsir 44/2)
Şunu ifade edelim ki, nasıl göklerin ve yerin Allah’ı tesbihini tam olarak anlamamız mümkün değilse (bk. İsrâ 17/44), onların ağlamasının mâhiyetini de tam olarak anlayamayız. (Ömer Çelik Tefsiri)