Şuara Suresi, Kur’an-ı Keñm’in yirmi altıncı sûresi olup Mekke döneminde inmiştir. 227 âyettir. Sûre, adını 224. âyette geçen “eş-Şu’arâ” kelimesinden almıştır. “Şu’arâ” şairler demektir. Sûrede başlıca Mûsâ, İbrahim, Nûh, Hûd, Salih ve Şu’ayb peygamberlerin kıssaları dile getirilmekte; müşriklerin, Kur’an’ın vahiy dışı bir kaynağa dayalı olduğu iddialarına karşılık, onun bir vahiy eseri olduğu vurgulanmakta, söz konusu kaynakların Kur’an üzerinde hiçbir etkisinin bulunamayacağı ifade edilmektedir.
Şuara suresi 80. ayet arapça yazılışı
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
Şuara suresi 80. ayet okunuşu
Ve-iżâ meridtu fehuve yeşfîn(i)
Şuara suresi 80. ayet meali (anlamı)
Diyanet İşleri (Yeni) Meali: Hastalandığımda da O bana şifa verir.
Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Hastalandığım zaman bana O, şifâ verir.
Ömer Çelik Meali: Hastalandığım zaman bana şifâ veren O’dur.
Şuara suresi 80. ayet tefsiri
Öncelikle dostunun sadece ve sadece Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ olduğunu söyler. Peşinden hem Allah’a duyduğu muhabbetin bir tezâhürü olarak hem de O’nun gerçek ilâh olduğunu izah etmeyi hedefleyerek “O ki…, O ki…, O ki…” şeklinde devam edip giden bir üslup içerisinde, sanki hiç susmayacakmış gibi, Cenâb-ı Hakk’ın bir kısım ulûhiyet ve rubûbiyet sıfatlarını zikreder. Yaratan, dünyaları ve ukbâları için kullarına doğru yolu gösteren, yediren, içiren, hastalara şifa veren[1], öldüren, dirilten ve kıyâmet günü günahları bağışlayacak olan[2] yalnız O’dur. İşte bu şekilde Halîlullah (a.s.) çok sevdiği Mevlâsı’nın zikrini uzatmıştır. Çünkü sevgiliyi çokça anmak ve gayrin zikrinden yüz çevirmek muhabbetin alâmetlerindendir. Âşıkların tenezzühü, rahat ve huzuru, ancak maşuklarının zikir bahçelerinde gezip dolaşmaları ile mümkündür. Zâhitler evratlarının sayısıyla, onları saymakla meşguldürler; ihtiyaç sahipleri ihtiyaçlarını sayıp dökerler, dualarını uzatıp dururlar; âşıklar ise bütün nefeslerini maşuklarının zikri ve senâsıyla geçirir, hep O’nu anar dururlar. (bk.Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 401)
İbrâhim (a.s.), Rabbinin kim olduğunu beyân eden ifadelerden sonra, bu kez ilâhî dergâha yönelerek dua etmeye başlar:
[1] İbrâhim (a.s.), bütün üstün fiilleri Allah’a nispet ederken, hastalık da O’ndan olmasına rağmen, “hastalandığım zaman” demiş, edebe riâyet ederek kul için zâhiren zararlı bir durum olan hastalanmayı kendi nefsine izâfe etmiştir.
[2] Hz. Âişe şöyle anlatır: “Bir gün “Ey Allah’ın Rasûlü! İbn Ced‘ân cahiliye döneminde akrabalık bağlarını gözetir, yoksullara yemek yedirirdi. Fakat müşrik olarak öldü. Bunun mahşer günü ona bir faydası olacak mı?” diye sordum. Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: «Hayır, ona bir faydası olmayacaktır. Çünkü o bir gün dahi: ‘Rabbim! Hesap günü hatalarımı bağışla’ demedi.»”(Müslim, İman 365) (Ömer Çelik Tefsiri)