Furkan Suresi; Kur’an-ı Kerîm’in yirmibeşinci suresi olup Mekke döneminde inmiştir. 68-70. âyetlerin Medine döneminde indiği konusunda bir rivayet de vardır. 77 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “el-Furkân” kelimesinden almaktadır. Furkân, “hak ile batılı birbirinden ayıran” demek olup Kur’an’ın isimlerinden biridir. Sûrede temel konular olarak Hz. Peygamber’in tüm insanlığa gönderildiği, onun tebliğ sırasında karşılaştığı zorluklar ve şirkin kökünün kazınacağı, geçmiş ümmetlerin hayatlarından bazı örnekler de verilerek ele alınmaktadır.
Furkan suresi 74. ayet arapça yazılışı
وَٱلَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَٰجِنَا وَذُرِّيَّٰتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَٱجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا
Furkan suresi 74. ayet okunuşu
Vellezîne yekûlûne rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zurriyyâtinâ kurrete a’yunin vec’alnâ lil muttekîne imâmâ(imâmen).
Furkan suresi 74. ayet meali (anlamı)
Diyanet İşleri (Yeni) Meali: Onlar, “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diyenlerdir.
Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Ve onlar ki: “Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl” derler.
Ömer Çelik Meali: Onlar: “Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve zürriyetimizden gözümüzü aydınlatacak, gönlümüzü sevindirecek sâlih kimseler ihsân eyle! Bizi takvâ sahiplerine önder yap!” diye duâ ederler.
Furkan suresi 74. ayet Tefsiri
Onlar, Allah’ın huzurunda hep dua ve iltica halindedirler. “Ey Rabbimiz! Gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler ihsan et! Eşlerimiz ve zürriyetlerimiz sebebiyle bizlere gözümüzü aydınlatacak nimetler, mutluluklar ver! Bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” diye dua ederler. Kendilerinden sonra, bağlı bulundukları İslâmi hayat nizamına uyan bir neslin gelmesini, kendileri gibi inanan, göz aydınlığı olacak eşlerinin olmasını, kalplerinin onlarla huzura kavuşmasını, bu sayede “Rahman’ın kullarının” sayılarının artmasını isterler. Bu duada görüldüğü üzere, sadece muttaki olmak değil, müttakilerin önderi olmak arzusu ne büyük bir gaye, ne kudsî bir düşünce ve idealdir.
Şunu belirtelim ki, müttakilerin önderi olabilmek, verimli bir toprak misâli İslâmî bir âile ve toplum içinde ciddî bir ümmet şuuruyla yetişmeye, ümmete şefkat ve merhamet duygularıyla dolmaya, tüm varlığını ümmetin huzur, saadet ve refâhı için fedâ edebilecek bir ruh kıvamına ulaşmaya bağlıdır. Cenâb-ı Hak, İslâm ümmetini böyle önderlerden hiçbir zaman mahrum bırakmamıştır. Her dönemde ümmete şefkat ve merhamet kanatlarını tevazuyla gerecek sahipler lütfetmiştir. Bunlardan biri de dört halifeden sonra beşinci halife ünvanına layık görülen Ömer b. Abdülaziz (k.s.)’tur. Onun, ümmetin mes’ûliyetini yüklenmek husûsunda taşıdığı büyük emânet ve mes’ûliyet şuurunu aksettiren sayısız fazilet manzaralarından birini, hanımı Fâtıma şöyle anlatır:
“Birgün Ömer b. Abdülaziz’in yanına girdim. Namazgâhında oturmuş, elini alnına dayamış, durmadan ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona:
“–Nedir bu hâlin?” diye sordum. Şöyle cevap verdi:
“–Yâ Fâtıma! Bu ümmetin en ağır yükünü omuzlarımda taşıyorum. Ümmet içindeki açlar, fakirler, hasta olup da ilaç bulamayanlar, yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar, küfür ve gurbet diyârındaki müslüman esirler, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışma tâkatinden kesilmiş muhtaç yaşlılar ve âile efrâdı kalabalık fakir âile reisleri beni üzüntüye gark ediyor. Yakın ve uzak diyarlardaki böyle mü’min kardeşlerimi düşündükçe yükümün altında ezilip duruyorum. Yarın hesap gününde Rabbim bunlar için beni sorguya çekerse, Resûlullah (s.a.s.) bunlar için bana itâb ve serzenişte bulunursa, ben nasıl cevap vereceğim…” (İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 208)
Hanımı Fâtıma devamla der ki:
“Onun ibâdeti sizlerinki kadardı. Lâkin gece yatakta Allah korkusunu ve kıyâmet hesâbını tefekkürden öyle bir hâle gelirdi ki, haşyetullâh ile kalbi çarpmaya başlardı. Sanki suya düşmüş, yâhut avuç içine alınmış bir kuş gibi çırpınırdı. Ben de onun bu hâline dayanamayıp yorganı üstüne örterdim ve kendi kendime:
«Keşke idârecilik mes’ûliyeti bize tevdî edilmeseydi, keşke o vazifeyle aramızdaki uzaklık, güneşle dünya arasındaki mesâfe kadar olsaydı» derdim.”
Bu sıfat ve özellikleri taşıyan has kullar, özel cennet odalarında esenlik dilekleri ve selamla ağırlanırlar. Bu, onların bahsedilen özelliklerini ısrarla korumalarının, sâlih amellere devam etmelerinin ve sabretmelerinin mükâfatıdır. Bu mükâfat ve vardıkları bu cennetler ne güzeldir! (Ömer Çelik Tefsiri)