Cılız; zayıf, çelimsiz, sıska, çok güçsüz, gelişmemiş gibi anlamlara gelir. Cılız bitki ve ağaçlar için de; gelişememiş, ufak kalmış demektir. Cılız mecaz anlamı ise; ölgün, sönük, hafif, güçsüz manalarına gelir. İşte cılız kelimesi ile ilgili cümleler.
– Biri uzun boylu kara yağız, öteki cılız iki kişi vardı. (B. Felek)
– Rahatlık ve mutluluk çağımda vücûda getirmiş olduğum eser bugünkü mahsûlümün yanında ne kadar cılız kaldı. (S. Erol)
– Üçüncü kez aynı cümleyi söylüyordu ama şimdi çok daha cılız çıkmıştı sesi. (E. Şafak)
– Korkudan sesi ile birlikte cılız bacakları da titriyordu.
– Fikirleri kuvvetli olduğu halde ifâdesindeki cılızlık eserinin kıymetini düşürüyor.
– Kollarım çok cılız olduğu için kısa kollu giymeyi hiç sevmiyorum.
– Fikret cılız vücûdundan, ağır tabiatından beklenmez bir şiddetle hücûma başlamıştı. (R. N. Güntekin)
– Lambanın cılız ışığında okumak bile güzeldi.
– Mimaride cılız eserler vücuda geliyordu. (B. Felek)
– Cılız ve narin bir çocuktu.
– Sokakta bulduğu cılız kediyi üç haftada kendine getirmiş, topaç gibi yapmıştı.
– Zamansız sütten kesilen buzağılar süt yanıklığı göstererek yaşıtlarına göre daha cılız kalır ve verim düşüklüğüne sebep olurlar.
– Cılız ve titrek bir sesle, insanlara güven ve ümit vermek imkânsızdır.
– Bir zamanlar asma köprünün bulunduğu yerde şimdi cılız bir halat vardı. (A. Kulin)
– Zâten benim tâlihsizliğim bu cılızlığımda. (B. Felek)
– Ambarda, tavana tutturulmuş cılız ışıklar, arada sönecekmiş gibi pırpırlanıyordu. (B. Günel)
– Ancak yine de eskisi gibi cılız değil, güçlü ve genç bir futbolcuydu.
– Gelmek istediğini öyle cılız bir ses ile söyledi ki annesinin duyduğunu pek sanmıyorum.
– Hanın sahibi cılız bir adamdı. (S. F. Abasıyanık)
– Çocuk cılızdı, beslenmeliydi.
– Kardeşim çok cılız olduğu için ona bazı işlerinde yardım ediyorum.
– Kalmadı ümîdin soluk ve cılız ışığında bereket. (C. S. Tarancı)
– Cılız lamba ışığında ders çalışıyordu.
– Sarı ve akim topraklar, cılız ve sıska ağaçlar. (Ö. Seyfeddin)