Arif sözlükte; bilen, tanıyan, sezgisi güçlü, halden anlayan, anlayışlı, vâkıf ve âşina olan, herkesin anlayacağı kadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamını kavrayan gibi anlamlara gelir. Dini terim olarak arif, Allah’ı ve yaratmış olduğu varlıkları gerçek yönüyle bilen kişi demektir. Arif kelimesi bir tasavvuf terimi olarak mânevî tecrübeyle mârifet ve hakîkat mertebesine erişen kimse anlamında kullanılmaktadır. Ârifin sahip olduğu bilgiye mârifet denilir. Kelam ve felsefede genellikle ilim ile eş anlamlı, bazen de mârifetullah ve Allah hakkındaki bilgi anlamında kullanılmaktadır.
Tasavvufta ise Arif, Allah hakkında olan bilgi başta olmak üzere bütün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye mârifet denilmiştir. Böylece âlim ile ârif arasında açık bir ayırım yapılmıştır. Marifete ulaşmada dinî ve ahlâki şahsiyetin önemi büyüktür. Ârif, manevî ve ahlâkî arınma sayesinde derûnî tecrübe ve sezgi gücü ile öğrenir ve aydınlanır.
Kimlere Arif Denir?
İbrâhim Hakkı Erzurûmî hazretleri buyurur ki;
“Ârifin, mevlâsı ile arası iyi olduğu için halk ile de arası iyidir. Ârif cismini ve canını mevlâsına adamış, herşeyini ona verip kendisi aradan çıkmıştır. Bu sûretle Allah’a yakınlık mertebesine ermiş ve rahata kavuşmuştur. Ârifin kalbine mârifet nuru indiği için onda dünyaya âit hiçbir arzu kalmamıştır.”
Ârifin dili, Allah’ın zikriyle meşgul; kalbi O’nun sevgisiyle dolu; sırrı O’na sonsuz açıktır. Ârifin kalbi uyumaz, dünyaya meyli kalmaz. Çünkü gönlü muhabbet âleminden lezzet almış, aşk derdiyle dolmuştur ve kalbinin Allah’ın bakış yeri olduğunu bilmiştir. Allah’ın gayrısını atıp yükseklere çıkan, yakınlık havasını koklayan, üns ve huzur meclisine varan gönül, Hak’tan nasıl gâfil olup halka meyleder?
Âlim söylediklerinin aşağısında, ârif onların üstündedir. Ârif mârifetullahtan başka söz etmez, susması en iyi sözdür. Ârif Allah’a yaklaştıkça halktan uzaklaşır. Ârif yalnız Allah’a ihtiyaç arzeder. Onun için ihtiyaçlarını kimseye söylemez. Ârif Allah’a karşı zelil olduğu için halk kendisini sever.
Arifin Alameti nedir?
Ârifler Sultânı Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’ne:
“–Ârifin alâmeti nedir?” diye suâl edilince:
“–Allah Teâlâ’nın zikrine ara vermemesi, O’nun hakkını îfâ etmekten yorulmaması ve O’ndan başkasıyla ünsiyet etmemesidir!” cevâbını vermiştir.
Ona göre ârif, uykusunda bile Allah Teâlâ ile beraberdir, dâimâ rızâ-yı ilâhîyi tahsil etmenin gayreti içindedir. Mâsivâ ile meşgul olmaz, Allah Teâlâ’dan başkasını aramaz.
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, Hakk’a vuslat yolunun, uzun, engebeli, med-cezirlerle dolu olduğunu ve O’na vâsıl olmanın kolay olmadığını her fırsatta ifâde ederdi. Hakk’a erdiğini zannedenlerin, aslında henüz yolun başında olduklarını söyler ve kendisi için de; “Sayısız makâmı geride bıraktıktan sonra bile, hâlâ işin başlangıcında olup hakîkate eremediğimi gördüm!” buyururdu.