Bırakmak, terk etmek, terkedilmiş şey gibi manalara gelen vedia kelimesi, fıkhî ıstılahta bir kimseye koruması için yada saklaması için bir malın emanet olarak bırakılmasına veya bırakılan bu malın kendisine denir. Fıkıhta emanet verme işlemine îdâ’, emanet verilen şeye vedîa, emaneti veren kimseye mûdi’, emanet alan kimseye de mûda’ veya vedî’ denir. Emanet bırakma her ne kadar gönüllülük esasına bağlı bir muamele olsa da fıkıhta o, bir çeşit akit (sözleşme) olarak kabul edilmiştir.
Vedia’nın Mahiyeti
Mahiyet itibariyle gönüllü iyilik ve bağış anlayışına dayanan vedîa akdi, bir çeşit vekâlet hükmünde kabul edilmekle birlikte vekâlet akdinden farklı olarak malda tasarrufta bulunma yetkisi vermeyen, malı korumaya yönelik bir akit türüdür. Bu hususiyetiyle vedîa akdi, vekâletin özel bir şekli olarak kabul edilmiştir.
Öte yandan vedîa akdi, taraflar için bağlayıcı olmayan gayr-i lâzım akitlerden kabul edilmiştir. Buna göre mûdi’ (emanet veren), malı istediği bir vakitte geri isteyebilir. Mûdinin istemesi durumunda da mûda’ (emanet alan) malı geri vermekle yükümlüdür. Ayrıca akit yapılsa bile mûdinin malı emanete vermeme hakkı bulunmasının yanında emanet alanın da dilediğinde bu akdi feshedip malı geri verme hakkı vardır. Çünkü emanetçi zaviyesinden vedîa akdi bir teberru (gönüllü iyilik, bağış) mahiyetinde olup o, akdi devam ettirmeye mecbur bırakılamaz.
Vedîa akdinin teberru mahiyetinde olması, bu akitte ücret alınmamasını gerektirmektedir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki akid esnasında ücret şart kılınır veya örfte de bu konuda bir uygulama bulunursa emanet alan kimsenin ücret alma hakkı vardır. Emanete verilen malın bizatihi kendisinden kaynaklanan ziyade ve gelirler ise maldan sayıldığı için bunlar mal sahibine ait kabul edilir ve bunların da asıl mal gibi korunması gerekir.
Vedia Hükmü
Güç yetirebilen bir kimse için vedîa kabul etmek müstehap görülmüştür. Zira insanların bu tür sosyal yardımlaşmalara ihtiyaçları vardır. Nitekim Mekke’de Allah Resûlü’ne (sav) emanet bırakılan mallar bulunmaktaydı. Peygamber Efendimiz (sav) hicret etmeden önce sahiplerine vermesi için bu malları Hz Ali’ye bırakmıştır.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de
وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى
“İyilikte bulunmak, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın.” (Mâide Sûresi, 5/2) buyrularak yardımlaşmaya teşvikte bulunulmuştur. Bir hadis-i şerifte ise insanların birbirine yardım etmesinin ne gibi güzel neticeler doğuracağı şu şekilde ifade edilmiştir;
وَاللهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ
“Bir kimse, Müslüman kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder.”[7]
Vedia Şartları
Hanefilere göre vedîa akdinin temel rüknü, icap ve kabul; diğer üç mezhebe göre ise icap ve kabulün yanında taraflar ve akdin konusu olan maldır.
İcap ve kabulde kullanılan lafızların her ikisi sarahaten (açıkça) olabileceği gibi biri sarahaten diğeri delâleten (işaret ve ima ile) veya her ikisi de delâleten olabilir. Mesela bir kimse dükkan sahibine hitaben, “Şu malımı sana emanet ettim.” diyerek malı ona bırakıp gitse dükkan sahibi de bunu gördüğü halde susup bir şey demezse vedîa akdi gerçekleşmiş olur. Bu örnekte verilen vedîa akdinde icap sarahaten, kabul ise delâleten yapılmış olur.
Vedîa akdine konu edilen malın belirli olmasının yanında dinen mubah ve teslim edilebilir bir vasıfta olması gerekir. Buna göre havadaki kuşun, denize düşüp de çıkarılması mümkün olmayan bir hayvanın emanete verilmesi sahih olmaz.
Vedîa akdinde tarafların akıllı ve mümeyyiz olmaları gerekir. Bülûğa ermiş olmaları ise şart değildir. Bu çerçevede deli veya gayri mümeyyiz bir çocuğun vedîayı kabul etmesi veya bir malı vedia olarak bırakması sahih olmaz. Bu kimselerden emanet kabul eden, malı gasbetmiş sayılacağı gibi bu kimselere emanet mal verenlerin malları zayi olduğunda malın bu kimseler tarafından tazmin sorumluluğu yoktur. Ancak kendisine vedîa akdi konusunda izin verilmiş mümeyyiz bir çocuğun emanet alması veya vermesi sahih olur.
Vedia Malın Korunması
Vedîa akdinin sonucu olarak vedîa, emanetçinin elinde bir emanettir. Emanetçi, bu mal kendisinden talep edildiğinde onu geri vermekle mükelleftir. Mal kendisine teslim edildiğinde emanetçinin malı koruma görevi başlamış olur. Malın korunmasında örf ve teâmül belirleyici bir konumda bulunur. Buna göre emanetçinin emanet malı kendi malı gibi koruması gerektiği prensibi kabul görmüştür. Hırz-ı misl olarak adlandırılan muhafaza etme mekânı, kişinin kendi mallarını koyduğunda ziyan olmayacakları bir mahiyette ve genel itibariyle mal saklamaya elverişli bir yer olmalıdır. Bu mekânın emanet malı saklamada bir emsal oluşturup oluşturmadığı örfe göre tespit edilir.
Mûdi’ emanet malını verirken bu malın korunmasını, mûdaın kendi şartlarına göre kabul edebilir. Ayrıca mûdi isterse malın korunma şekli, mahiyeti, zamanı ve yeri hakkında kendisine göre şartlar ileri sürebilir. Elbette mûdinin ileri sürdüğü bu şartların mûda’ açısından yerine getirilmesinin imkân dâhilinde olması gerekir.
Vedîa akdinde malın korunması hususunda mûdaın dikkat etmesi gereken hususlardan birisi de onun malı, değerini eksiltmeyecek şekilde korumasıdır. Mûda bu noktada gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Mûdaın alacağı bu tedbirler de malın mahiyetine göre değişir. Söz gelimi, bir hayvan bırakılmışsa onun sulanması ve yeminin verilmesi, yün bırakılmışsa bunun güve için ilaçlanması, mekanik bir alet bırakılmışsa onun yağlanması mûda tarafından yerine getirilmelidir. Hanefi mezhebine göre bu tür tedbirlerin alınması için mûdinin akid esnasında bunları belirtmesi ve istekte bulunması gerekir. Diğer mezheplere göre ise böyle bir talepte bulunmasına gerek yoktur. Ancak malın kendisinden kaynaklanan bakım masraflarının mûdi tarafından karşılanması gerektiği hususunda mezhepler arasında ittifak vardır. Eğer bu masraflar mûdi tarafından ödenmezse mûdaın bu alacağına karşılık emanet verilen malı hapsetme hakkı vardır.
Vedîada Tasarruf
Vedîa akdi çerçevesinde emanet malı elinde bulunduran kişi, sahibinin izni olmadan bu malda satış, kiralama, ödünç veya rehin verme gibi herhangi bir tasarrufta bulunamaz. Eğer mûdi, emanet mal hakkında mûdaa herhangi bir tasarruf yetkisi verirse, bu akid vedîa akdinden vekâlet akdine dönüşmüş olur.
Vedîanın Tazmini
Vedîa akdine konu olan mal, mûdaın elinde emanet hükmündedir. Bu mal, emanetçinin herhangi bir kasdî hareketi veya bir kusuru olmaksızın telef veya zayi olursa tazmin edilmez. Kusuru olmadığı halde emanet mal emanetçiye tazmin ettirilseydi bu takdirde insanlar emanet almaktan kaçınır, bunun sonucunda da insanlar için pek çok maslahat yerine gelmemiş olurdu. Ancak vedîa, emanetçinin kusuru sebebiyle zarara uğrar veya telef olursa bunun emanetçi tarafından tazmin edilmesi gerekir. Bu konuda fakihler arasında ittifak bulunmaktadır.
Vedîanın tazminini gerektiren başlıca sebepler ise şunlardır: Vedîanın izinsiz kullanılması, mal sahibinin rızası olmaksızın başka bir malla karıştırılması, başka bir kimseye verilmesi, vedîanın nakledilmesi, yolculuğa çıkarken birlikte götürülmesi, mûdaın vediayı inkâr etmesi, malın korunmasında ihmal gösterilmesi, vedîanın gerekli bakımının yapılmaması ve vedîanın sahibine geri verilmemesi. Bu tür davranışlar vedîa akdinde güven hususuna halel getirdiği için malın tazminini gerektirir.
Vedia Akdin Sona Ermesi
Vedîa akdi ya karşılıklı rıza ile ya da tek taraflı fesih ile sona erer. Bunun haricinde taraflardan birinin vefat etmesi veya akid ehliyetini kaybetmesi ya da vedîanın mülkiyetinin başka bir kimseye geçmesi gibi durumlarda vedîa akdi sona ermiş olur. Hanefilere göre mûdaın kusurlu davranışı sebebiyle vedîa akdi sona ermez sadece mûda’ malı tazmin etmekle yükümlü tutulur.