Belçika; Avrupa’nın en küçük ülkelerinden biri olup resmî adıyla Belçika Krallığı, Batı Avrupa’da bulunan bir devlettir. Belçika başkenti Brüksel, yüzölçümü 30.688 km², 2018 yılına göre nüfusu 11,4 milyon, resmi dilleri Fransızca, Felemenkçe ve Almanca’dır.
Belçika; güneybatıda Fransa, doğuda Almanya Federal Cumhuriyeti ile Lüksemburg, kuzeyde Hollanda arasında yer alır. Kuzey Denizi’ne dar bir kıyı ile açılan Belçika, Avrupa’nın en yoğun nüfuslu ve en çok sanayileşmiş ülkelerinden biridir.
Belçika alçak bir düzlük üzerindedir. Bu düzlüğü, kaynaklarını Fransa’dan alan üç ırmak sular: Schelde, Sambre ve Meuse (Maaş). Bu üç ırmak karmaşık bir suyolları sisteminin ana kollarıdır. Schelde, Belçika’nın batısındaki basık Flandre Ovası’nı suladıktan sonra Hollanda’nın güney ucundan Kuzey Denizi’ne dökülür. Fransa’dan doğan Sambre, yarı yolda Belçika’ya girer, engebeli bir kömür alanından geçer ve Namur’da Meuse Irmağı ile birleşir. Meuse ise, kuzeydoğuya doğru doğal güzelliğini koruyan bir kırsal alan içinden akar, Lifcge’den geçerek Hollanda sınırının bir bölümünü oluşturur.
Meuse’ün güneyinde Ardenler’deki tepeler yer alır. Ağaçlık, bataklık ve yosundan bitki örtüsüyle bu kesim, sınır komşusu Federal Almanya ile benzerlik gösterir.
Belçika’nın büyük bir bölümünde çiftçilik yapılır. Bereketli orta ova topraklarının kuzeyinde yulaf, çavdar ve patates yetiştirilir; bu ürünlerin bir bölümü dışarıya satılır. Güneyde ise buğday ve şekerpancarı tarımı yapılır. Çiftliklerde ayrıca çok sayıda sığır, domuz, koyun ve at beslenir.
Belçika topraklarında tarımsal üretim çok yoğundur. Ne var ki, geçmişte ülkenin asıl zenginlik kaynağı kömürdü.
Sambre-Meuse Vadisi’nde güneye doğru uzanan kömür yatakları, uzun yıllardan beri Belçika’nın başlıca gelir kaynağı olmuştur. Gene bu bölgede demir, çinko, kurşun ve bakır bulunur. Belçika Avrupa’daki coğrafi konumu ve zengin hammadde kaynaklarıyla makine, kimya, çelik ve cam sanayilerinde büyük bir gelişme sağlamıştır. Bunların yanı sıra şeker rafinerileri, yünlü ve pamuklu dokuma üretimi önemli sanayi dallarını oluşturmaktadır. Bu sanayiler ülkenin tümüne yayılmış olmakla birlikte, daha çok güneyde Liège ile kuzeyde Anvers ve Gand liman kentlerinde yoğunlaşmıştır.
Dış ülkelere maden, makine, makine parçası, motorlu taşıtlar, kimyasal ürünler ve dokuma satan Belçika, nüfusuna oranla, dünyanın önde gelen sanayi ürünü satıcılarından biridir. Bu ticaretin büyük bir bölümü Avrupa Topluluğu’na üye olan ülkelerle yapılmaktadır.
Belçika’da Kentler ve Halk
Belçika sanayileşmiş bir ülke olmasına karşın, ortaçağdan kalma mimari güzelliklerin çoğunu koruyabilmiştir. Başkent Brüksel, bir liman kenti olan Anvers, Gand, Louvain, Malines, Bruges, Ypres ve Tournai kentleri 13.-16. yüzyıllar arasında kurulmuştur. Eski evler sivri çatılı kiremit damları, tuğla duvarlı ve oymalı cepheleriyle, iki yanı ağaçlı caddeleri süsler. Ortaçağdan kalma kaleler, yüksek çan kuleleri ile etkileyici Gotik belediye sarayları, çanlarının çıkardığı hoş ezgilerle ünlü katedraller, bu katedralleri süsleyen Flaman resim ustaları Hubert ve Jan van Eyck, Peter Paul Rubens ve Anthony van Dyçk’in resimleri Belçika’yı çekici kılar. Renkli karnavalları, Brüksel’e ün kazandırmış olan dantel işlemeciliği ile ortaçağ geleneklerinin bazıları Belçika’da bugün de sürmektedir.
Kanallarda turistler için çok çekici olan özel kayık ve motor gezintileri yapılır. Deniz kıyısındaki Ostende ise, görkemli otelleri ve gazinolarıyla gözde bir dinlence yeridir.
Belçika’da nüfusun hemen hemen tümü okuryazardır. İlk ve ortaöğrenimin devlet desteğiyle yürütüldüğü bu ülkede, çeşitli yükseköğrenim kurumlarının yanı sıra, birçok üniversite vardır. Brüksel, Louvain, Anvers, Mons, Hasselt, Namur, Gand ve Liège üniversite kentleridir.
Halkın çoğunluğu Katolik olmakla birlikte, herkes dinini seçmekte özgürdür. Ülkede başlıca iki dil konuşulur; kuzeyde yaşayan Flamanlar Flamanca konuşur. Flaman halkı Hollandalılar’a benzer. Güneyde Fransızca; ülkenin bazı bölümlerinde ise Fransızca’nın bir lehçesi olan Valonca konuşulur. Valonlar Frârisızlar’a benzer. Sanayi, ticâret ve kültür merkezi olan Brüksel’de her iki dil de konuşulur.
Belçika Tarihi
Tarihte ilk kez Belçikalılar’dan söz eden Roma İmparatoru Jül Sezar’dır. Seferlerini dile getiren öykülerde, Belgaelef’ı “Galya’nın en cesur halkı” olarak niteleyen Sezar, İÖ 57’de ordularıyla geldiği bu bölgeyi ele geçirmek için yedi yıl uğraşmıştır. İS 4. yüzyılda, Almanya üzerinden Ren Irmağı’m geçerek gelen Franklar’ın egemenliği altına giren Belçikalılar, 8. yüzyılda, Frank Kralı Şarlman’ın yönetimi sırasında Hıristiyanlık’ı kabul ettiler. Başkent Aachen ile Fransa arasında gidip gelen gezginler Belçika’dan geçmek zorundaydılar. Belçika daha sonralan Frank Krallığı’nın pazarı durumuna geldi.
O dönemde, bugünkü Belçika toprakları, Hollanda ve Fransız Flandre’ı ile birlikte Alçak Ülkeler olarak adlandırılmıştı. Çünkü, bu ülkelerin toprakları yer yer deniz yüzeyinin altındaydı. Haçlı Seferleri sırasında bazı kentlerin önem ve zenginlik kazanması, 11. ve 12. yüzyıllarda görece bağımsızlaşmalarına yol açtı. İngiltere’den yün satın alan Bruges, Gand, Ypres ve Louvain kentleri, bu yünü dokuyarak bütün Avrupa’nın dokuma gereksinimini karşılamaya başladı. Bruges ve Anvers kuzey denizlerindeki yoğun ticaret trafiğinin önemli uğrak noktaları oldular.
Batı Flandre, Hollanda ve Belçika 1385’te güçlü Burgonya Düklüğü’nün egemenliği altına girdi. Belçika, III. Philippe’nin (İyi Philippe) barışçıl yönetimi sırasında sanat ve mimarlık alanında altın çağını yaşadı. Ne var ki, Korkusuz Charles’in tahta geçmesiyle, baskı ve ayaklanmalar baş gösterdi. Daha sonra Charles’ın kızı Marie’nin yönetiminde kentler özgürlüklerini yeniden elde ettiler. Marie’nin Avusturya Arşidükü Maximilian ile evlenmesinden sonra, bu yöre tarihte ilk kez Avrupa’nın savaş alanı durumuna geldi. Marie’nin oğlu İspanya kralının kızı ile evlenince Belçika, Hollanda ve Flandre’in bir bölümü üzerinde hem İspanya’nın, hem de Avusturya’nın söz hakkı doğdu.
Martin Luther ile Jean Calvin’in Protestan öğretisi 16. yüzyılda bu ülkelerde büyük bir yaygınlık kazandı. Ama, bu öğretinin savunucuları, İspanyol Engizisyonu’nca ağır bir biçimde cezalandırıldılar. Katolik yöneticilere karşı düzenlenen ayaklanmalar, acımasız Alba dükünün askerlerince bastırıldı. İspanya Krallığı’na karşı savaşan Hollanda sonunda bağımsızlığını kazandı. Bugün Belçika adıyla bilinen ülke ise 70 yıl daha İspanyollar’ın egemenliği altında kaldı.
Ülke 1701’den 1713’e kadar, İspanya Veraset Savaşı olarak bilinen savaşlara sahne oldu; sonunda Utrecht Antlaşması ile Belçika, Avusturya’ya verildi. 1792’de Avusturyalılar Jemappes’da cumhuriyetçi Fransız ordularına yenilince Belçika, Fransız Devrimi ve Napolyon’un imparatorluğu boyunca Fransa’nın bir eyaleti oldu. Napolyon’un 1815’te Waterloo’da yenilmesinden sonra, Belçika ile Hollanda birleşti. 1830’daki ayaklanmalar sonucunda bu birlik bozuldu. 20 Ocak 1831’de Londra’da toplanan bir konferansta Belçika bağımsız bir devlet olarak tanındı.
Bundan bir yıl sonra Belçikalılar, Sachsen-Coburg’lu Alman Prensi Leopold’u kral seçtiler. 1839 Londra Antlaşması ile Avrupa’nın büyük devletleri, Belçika’nın bağımsızlığını güvence altına aldılar. (Almanlar 1914’te Belçika’ya girerek bu antlaşmayı bozdular.)
19. yüzyılda, 2. Leopold’un krallığı sırasında Belçika sanayi ve demiryolu sistemini geliştirerek büyük bir ilerleme sağladı. II. Leopold Orta Afrika’da kendi girişimiyle, özel bir mülk olan Kongo Bağımsız Devleti’ni kurdu. Bu yöre 1908’de Belçika Kongosu olarak tanındı. Kongo’nun Katanga bölgesindeki bakır, çinko ve öteki maden yataklarının yanı sıra, kauçuk ve fildişi ticaretini de ele geçiren Belçika, bu yolla büyük bir servet sağladı. Bu sömürge 1960’ta, Zaire Devleti olarak bağımsızlığını kazandı.
İki Dünya Savaşı
1914’te Almanlar’ın Belçika’yı ele geçirmesinden sonra I. Dünya Savaşı’nın yıkım ve çatışmalarının çoğu bu ülkede yaşandı. Belçika, dört yıl süren Alman işgalinin ardından, 1918’de yapılan ateşkes antlaşmasıyla 1940’a kadar barış ve bolluk içinde yaşadı. II. Dünya Savaşı başladıktan kısa bir süre sonra, Alman birlikleri uyarıda bulunmaksızın Belçika’ya saldırdı. Ne Belçikalılar, ne de Fransız ve İngiliz müttefikleri Alman saldırısının şiddeti karşısında direnebildiler. 18 gün süren savaştan sonra Kral III. Leopold, işgal koşullarını kabul ederek Almanlar’a boyun eğdi.
1945’te Almanya yenilgiye uğradı. Ne var ki, Belçika parlamentosu Kral Leopold’un ülkeye dönmesine izin vermedi. 1940’ta direnmeksizin Almanlar’a boyun eğdiği için eleştirilen kral, 1950’de küçük bir farkla kazandığı halkoylaması sonucu yeniden ülkeye girmeyi başardı. Fakat halkın hoşnutsuzluğu nedeniyle tahtı çok geçmeden 19 yaşındaki oğlu Prens Baudouin’e bırakmak zorunda kaldı. 1951’de tahta çıkan Baudouin halkın desteğini sağladı Ülke yönetiminde parlamentoya gittikçe daha çok söz hakkı verildi. Belçika, II. Dünya Savaşı’nın olumsuz etkilerini oldukça hızlı bir biçimde ortadan kaldırmayı başardı. Bunun nedeni ise, büyük kayıplar vermelerine karşın, Belçika direniş güçlerinin ve Müttefik ordularının, Almanlar’in çekilirken belli başlı sanayilere ve ulaştırma araçlanna zarar vermelerini engellemek için hızla ilerlemeyi başarmalarıdır. Savaş sonrasında, özellikle kimya ve maden sanayilerinde önemli gelişmeler sağlandı.
Belçika, 1922’de Lüksemburg ile, 1948’de de Hollanda ile birleşerek Benelüks adıyla bir gümrük birliği kurdu. Böylece daha büyük bir gümrük birliği olan Avrupa Ekonomik Topluluğu ya da Ortak Pazar’a katılmadan önce, bu üç ülke arasındaki ticaret engelleri kaldırılmış ve ülkeler arasında ticaret kolaylığı sağlanmış oldu. Ortak Pazar’ın merkezi Brüksel’dedir. 1967’de, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) merkezi de Brüksel’e taşınmıştır.