Vakıf, bir mülkün menfaatini halka tahsis edip kendisini Hak Teâlâ’nın mülkü hükmünde başkasına mülk olarak verme ve mülk edinmeden ebedî olarak menetmektir. Bu tarif, İmâmeyn’e göredir. İmâm-ı Âzam’a göre vakıf, bir mülkün kendisi, sahibinin mülkü hükmünde kalmak üzere menfaatini bir yöne tasadduk etmektir.
Vakıf, kelime olarak bir şeyi durdurmak ve hapsetmek demektir. Tekrar belirtmek gerekirse Vakıf fıkıhta ise bir malın menfaati halka tahsis edilerek mülkiyetinin ferdi olmaktan çıkarılması ve Allah’ın mülkü haline getirilmesi manasına gelir.
Vakfedene “vâkıf”, vakfedilen şeye “mevkuf”, vakfın menfaati kendisine tahsis edilene de “mevkûfün aleyh”, “meşrûtün leh” veya mesârif-i vakf” denir.
Vakıf tatbikatı Hz Peygamber (sav) devrinde başlamış ve vakıflar İslâm medeniyetinin önde gelen müesseselerinden birini teşkil etmişlerdir. İslamda ilk vakıf Hz Ömer tarafından kurulmuştur. Hz Ömer, Hayber Savaşı’ndan sonra kendisine ganimet payı olarak düşen toprağı ne yapması gerektiğini Hz Peygamber’e sormuş, kendisine şu cevap verilmişti; “İstersen aslını (kendini) bırakır, menfaatini tasadduk edersin.” Bunun üzerine Hz Ömer bu değerli toprak parçasını, “satılmamak, kimseye bağışlanmamak, mirasçılara geçmemek üzere; fakirler, köleler, yolcular ve konuklar için tasadduk etti.
Vakfın yöneticisinin, mülküne bir şey geçirmeksizin geçimini vakıftan temin etmesi serbesttir.