Ebû Hüreyre radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Gıybet nedir, bilir misiniz?”
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
– “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu.
– Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.
– “Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir,” buyurdu. (Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a saygı (takvâ) ve güzel ahlâktır” buyurdu.
– İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye sorulunca da:
– “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu. (Tirmizî, Birr 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 29)
Ağız, söyleyeceği güzel sözler, yapacağı zikirler ile insanı cennete gönderebileceği gibi, insanlara ve kendisini yaratana karşı söyleyeceği çirkin sözler, küfürler, gıybet ve koğuculuklar, iftiralar ve daha başka kötülüklerle sahibini cehenneme yollayabilir.
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
-Ey Allah’ın Resûlü! Safiyye’nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. -Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe’nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor-. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı” buyurdu.
Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber:
– “Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ebû Berze (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurmustur:
“Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerlesmeyen kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da arastırmayınız! Kim müslümanların kusurlarını arastırırsa Allah da onun kusurlarını arastırır. Allah kimin kusurlarını arastırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4880; Tirmizî, Birr, 85/2032; Đbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mi’raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
– Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum.”
– Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb 35)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ebû Hüreyre radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhârî, Edeb 31, 85)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ebû Abdurrahman Bilâl İbni’l-Hâris el-Müzenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kul, Allah’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allah’ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” (Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum.
– “Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse” cevabını verdi. (Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Selmân-ı Fârisî Hazretleri, bir seferde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Birgün insanlar yürüdüğünde Selman -radıyallâhu anh- uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:
“–Selman pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor.” dediler. Selman geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gönderdiler. Selman, elinde bir kapla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına vardı:
“–Ey Allâh’ın Elçisi! Arkadaşlarım beni Sana gönderdiler. Şayet yanında katık varsa biraz ricâ ediyorlar.” dedi.
Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler!” buyurdu. Selman dönerek o ikisine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Allah Rasûlü’nün yanına geldiler ve:
“–Sen’i hak ile gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Konuşmalarınızla siz Selmân’ı katık olarak yediniz.” buyurdu. Bu hâdisenin peşinden; “…Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?..” (el-Hucurât, 12) âyet-i kerîmesi nâzil oldu.
Diğer bir rivâyete göre Allah Rasûlü sözlerinin devâmında:
“–Ben o kardeşinizin etini, dişlerinizin arasında görüyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine o sahâbîler:
“–Yâ Rasûlallah! Bizim için istiğfâr ediver!” dediler. Fahr-i Kâinât Efendimiz de:
“–Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza ricâ edin de, sizin için o istiğfarda bulunsun.” buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 231)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Ubeyd şöyle anlatır:
İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“–Yâ Rasûlallâh! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.
Allâh Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar ederek:
“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Çağır onları!” buyurdu.
Kadınlar geldi. Peygamber -aleyhisselâm- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:
“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak kadar kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bu iki kadın Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tutarak, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeyleri yaparak da iftâr edip oruçlarını bozdular. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye başladılar (yani gıybet ettiler).” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:
“Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm:
“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Yalan ve gıybetle…” cevâbını verdiler. (Nesâî; Sıyâm, 43)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Gıybet ve iftirâ kul hakkı olduğu için, onları affettirmeye sadece tevbe kâfî gelmez. Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurur:
“Gıybet edilen kimse affetmediği müddetçe gıybetçi mağfiret olunmaz.” (Heysemî, VIII, 92)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Birden ortalığa kötü bir cîfe kokusu yayıldı. Rasûlullah (s.a.v):
“–Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin kokusudur” buyurdu. (Ahmed, III, 351)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ebû’d-Derdâ radıyallahu anh‘den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur.” (Tirmizî, Birr 20)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsan sabahlayınca, bütün organları dil’e baş vurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah’dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.” (Tirmizî, Zühd 61)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:
– “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!” buyurdu. Ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:
– “İşte budur!” buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
İbn Ömer radıyallahu anhümâ “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu” dedi:
“Allah’ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah’ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah’dan en uzak kimseler olduğu kesindir.” (Tirmizî, Zühd 62)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim.
– “Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!” buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61)
♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦
Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim.
– “Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah’ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah’a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin” buyurdu. Sonra sözüne devamla:
“Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür” buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez” [Secde sûresi (32), 16, 17] âyetini okudu.
Daha sonra Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?” Ben:
– Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim.
– “İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır” buyurdu.
Sonra:
– “Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?” dedi.
Ben:
– Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:
– “Şunu koru! buyurdu. Ben:
– Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.
– “Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!” buyurdu. (Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
Gıybet nedir?
Gıybet; bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemektir. Gıybet dinimizin yasakladığı çirkin hareketlerden biridir. Bu, kendi hoşumuza gitmeyen bir şeyi bir başkasına yakıştırarak söylemek ve onu kötülemeye çalışmaktır. Diğer bir ifade ile gıybet, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.