Televizyon, görüntüleri ve bu görüntülere ait sesleri dalgalar vasıtasıyla uzaklara götüren bir radyo sistemidir. Diğer bir ifade ile televizyon, nesnelerin kalıcı olmayan görüntülerinin, gerçeğe uygun bir biçimde renkli ya da siyah beyaz ve sesli olarak, elektrik yoluyla uzağa iletimidir. Evlerimizde, televizyonumuzun alıcı ekranında seyrettiğimiz bu görüntüler ya siyah – beyaz ya da renklidir.
“Uzak görüntü” ya da “uzaktakini görme” anlamına gelen televizyon kelimesi, radyoda olduğu gibi hem bir teknoloji hem de o teknolojiyi kullanan araçtır.
Televizyon, görüntünün ve görüntüyle alakalı seslerin aynı anda elektromanyetik dalgalar halinde yayılması prensibine dayanan en mükemmel haberleşme sistemlerinden biridir. Televizyonun temel prensibi ışık enerjisinin elektrik enerjisine çevrildikten sonra yayınlanması ve alınan elektromanyetik sinyallerin tekrar ışık enerjisine çevrilmesidir.
Televizyon da, sinema da, ışığın gözümüzün ağ tabakası üzerinde sürüp giden etkisi olayından yararlanır. Sinemada görüntünün tamamı kumaştan bir perde üzerine saniyenin 1/25’i kadar bir süre yansıtılır. Televizyon ise açık ya da koyu renk noktaların meydana getirdiği çizgi esasına dayanır. Bu çizgiler, ışığın gözümüzdeki sürüp giden etkisiyle bize yansıtılan görüntüyü gözümüzde şekillendirir. Fransız televizyonu 819 ve 625 çizgi üzerinden, Amerikan televizyonları 525 çizgi, İngiliz televizyonları 405 çizgi, Türkiye televizyonları ise 625 çizgi üzerinden yayın yaparlar.
TELEVİZYONUN İCADI
İskoçyalı John Logie BAIRD, 1920’lerde “Baird Çorapaltı Çorap” icadının (çorabın altına giyilen bu çorabın ne işe yaradığı hiçbir zaman anlaşılamadı) patentini almak için uğraşırken aklına görüntü ve sesi elektronik olarak bir yerden bir yere aktarma fikri gelir. Aldığı “Yok artık, daha da neler” tepkilerine, dönemin zor şartlarına ve parasızlığa rağmen hiç yılmadan çalışır. İlk yaptığı model, şimdiki televizyonlara pek benzemez: Birkaç dikiş iğnesi, birkaç şapka kutusu, büyükçe bir bisküvi tenekesi, bir bisiklet lambası ve biraz mühür mumu. Ortaya çıkan alet Baird’in tam olarak istediği şey değildir, ama bir sonraki aşama için önemli bir deneyim olur. Durumdan fena halde heyecanlanan Baird teknolojik imkanların daha elverişli olduğu Soho’ya yerleşir ve içi garip hurda ve ıvır zıvırla dolu olan ilk ciddi laboratuvarını kurar.
1926 yılında, ilk kez insan yüzünün görüntüsünü Televizyonda elde ediyor. Baird laboratuvarındaki dev ışıkların ısısına dayanması için ilk TV çekimlerinde özel vantrolog kuklaları kullanır. Bir süre sonra bazı deneyleri için gerçek insan gerekince, parayla genç bir ofis boy tutmak zorunda kalır ve 1924’te tarihin ilk televizyonun patenti alınır: Televisor. Oldukça ilkel koşullarda üretilen ve eski bir çay kutusunun üzerine monte edilen Televisor’ün motoru, ev yapımı bir Nipkow diskten oluşmaktadır – disk tekeri olarak şapka kutusundan kesilen yuvarlak karton, lambayı yerleştirmek için bir bisküvi kutusu, mil yerine bir dikiş iğnesi bu motor için ideal malzemelerdir. Baird’ın bulduğu ilk anten enfes bir iletken olan bir Malta haçıydı.
Baird icadını Kraliyet Enstitüsü’ne resmi olarak ilk kez 26 Ocak 1926′da tanıtır, 1928’de ise ilk görüntüler Atlas Okyanusu’nun öbür yakasına, yani Londra’dan New York’a ulaşmıştır bile (fazla bir şey görmek mümkün olmasa da). Böylece Baird ilk televizyon istasyonunu kurar ve BBC için ilk televizyon yayınlarını yapmaya başlar. Hatta ilk TV oyunu da BBC tarafından yapılan http://www.tvdawn.com/mwfihm.HTM ‘dur.
1930’ların ortasında ise televizyon yayınları hem İngiltere’de, hem Amerika Birleşik Devletleri’nde az sayıdaki zengin kişilerin evlerinde izlenmeye başlanıyor. Alıcıların pahalılığı yüzünden hızlı bir yayılmadan bahsedilemez elbette, ancak bu dönemde her şeyini satarak bütün parasını TV alıcısına yatıran bir İngiliz köylüsünün söyledikleri çok anlamlı: “Hayatım boyunca en büyük hayalim Londra’yı görmek oldu, bunu alınca artık gitmeme gerek kalmayacak, ne zaman istersem Londra bana gelecek.” televizyon olmasa hayat nasıl olurdu acaba????