Şefaat (الشفاعة), Yüce Allah’ın gerek peygamberlere ve gerek bazı sâlih kullarına, kıyâmet sürecinde bazı kullarının azâblarının affedilmesi yada hafifletilmesi ile ilgili verdiği tavassut ve ricâ yetkisidir. Diğer bir değişle Şefaat, ahirette günahkâr müminlerin affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için Peygamberimiz (sav)’in Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri ve günahların bağışlanmasını istemeleri demektir. Bu şefâat yetkisini kulanacak zâtlar, günahkâr kulların azablarının ya tamamen kaldırılmasına yada hafifletilmesine vesile olacaklardır.
Şefaat-i Uzma (Büyük şefaat)
İnanılması gereken husûslardan biri de, Allah rasûlünün (as) şefaat-i uzmâ yetkisinin bulunmasıdır.
Tüm şefâatlerin en büyüğü, mahşerde çok ağır şartlarda hesâb ve mîzân görmek üzere uzun süre bekleyecek olan tüm ins ve cinlerin, hesâbının bir an önce başlatılması yönünde, Allah rasûlünün (as) yüce Allah katında şefâatte ve ricâda bulunacağı ve kabûl edilecek olan şefâat-i uzmâdır.
Mahşerdeki ins ve cinler; önce Hz. Âdem’e, sonra Hz. Nuh’a (as), sonra Hz. Îbrâhîm’e (as), sonra Hz. Mûsâ’ya (as), sonra da Hz. îsâ’ya varıp bu ricâlarını iletecek, ancak bu peygamberlerin hepsi de, bu şefaat’e yetkili olmadıklarını ifâde edeceklerdir.
Son olarak Allah rasûlüne (as) gelip ricâlarını iletince, Allah rasûlü (as) kendilerine;
– “Buna yetkili olan benim! Ben yetkiliyim!” diyecek ve Arş-i âlâ’nın dibinde yüce Allah’a secdeye varacaktır.
Mirac’ta olduğu gibi, Allah (cc) burada da kendisine şu hitapta bulunacaktır;
– “Ey Muhammed! Başını kaldır ve dile! Dilediğin verilecektir! Şefâat kıl şefâatin kabûl edilecektir!“
Bunun üzerine Allah rasûlü (as) başını secdeden kaldıracak ve hesâbın başlatılması için şefâat-i uzma’sını yapacaktır. Allah da onun bu şefâatini kabûl edecek ve hesâbı başlatacaktır.
Allah rasûlünün (as) şefâat-i uzma’yı yapacağı bu yüce makama ayrıca; “Makâm-i mahmûd” (övülen makâm) denir.
Diğer Şefâatler
a) Allah rasûlünün (as) bazı mü’minlerin, hesâbsız cennete girmesini sağlayacak olan şefâati.
b) Hesâbtan sonra cehennem azâbını hak etmiş olan bazı mü’mirilerin, azâb görmeden cennete girmelerini sağlayacak olan şefâati.
c) Cehennemde azâb görmekte olan bazı mü’minlerin, cennete alınmalarını sağlayacak olan şefaati.
d) Cennete girmiş bazı mü’minlerin, cennetteki derecelerinin yükseltilmesini sağlayacak olan şefâati.
e) Allah rasûlünün (as) bunların dışında, gerek azâb hafifletici ve gerek ni’met artırıcı başka da şefâatleri bulunmaktadır.
Başka Kimler Şefâat Edebilir
Allah rasûlünün (as) dışında; peygamberler, melekler, sahâbeler, şehidler, ilmi ile amel eden âlimler ve tüm velî kulların da şefâat yetkisi bulunmaktadır.
Bu zâtların şefâati, Allah rasûlünün (as) şefâatinin ardından ve öncelikle büyük günahlarla ilgili olacaktır.
Peygamberler dışında, büyük zâtların da şefâat edecekleri husûsunda Allah rasûlü (as) buyurur ki;
-”Peygamber olmayan bir kişinin şefâtiyle, Rabîy’a ile Mudar kabileleri kadar kişi cennete girecektir!” Bunun üzerine sahâbelerden biri sordu;
-”Ya rasûlallah Rabîy’a nedir Mudar nedir ?” Allah rasûlu (as) buyurdu ki;
Ben ancak bana dedirtileni söylerim!“ (imâm Ahmed isnâd-ı ceyyid ile rivayet etti.
Ayrıca Allah rasûlü (as) buyurur ki;
Şüphesiz tek kişi, iki kişiye ve üç kişiye şefâat edecektir!”
Aynı şekilde cenâze namazına katılan her mü’minin de o ölüye şefâat edebileceğini, Allah rasûlünün (as) şu hadîsiyle sâbittir;
-”Sayıları yüzü bulan müslüman bir ümmet, (cemâat) bir ölünün üzerine namaz kılar ve kendisine şefâat ederse, mutlaka ona Şefâat ettirilirler! ” (Müslim Nesâî ve Tirmizi rivâyet etti. Etterğîb vet-terhîb C.4 S.343)
Şefaat İle İlgili ayetler
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
– Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 48)
– Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. (Bakara Suresi, 123)
– Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kafirler… Onlar zulmedenlerdir. (Bakara Suresi, 254)
– Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
– Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azap vardır. (En’am Suresi, 70)
– Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) ‘teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)’ Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (En’am Suresi, 94)
– Onlar, onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce onu unutanlar, diyecekler ki: ‘Gerçekten Rabbimiz’in elçileri bize hakkı getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.’ Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (Araf Suresi, 53)
– Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah’tır. O’nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O’na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? (Yunus Suresi, 3)
– Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: ‘Bunlar Allah Katında bizim şefaatçilerimizdir’ derler. De ki: ‘Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve Yücedir.’ (Yunus Suresi, 18)
– O gün, Rahman (olan Allah)’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz. (Taha Suresi, 109)
– O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir; onlar şefaat etmezler (kendisinden) hoşnut olunandan başka. Ve onlar, O’nun haşmetinden içleri titremekte olanlardır. (Enbiya Suresi, 28)
– ‘Artık bizim için ne bir şefaatçi var,’ (Şuara Suresi, 100)
– (Allah’a eş koştukları) Ortaklarından kendilerine şefaatçi olan yoktur; onlar, ortaklarını inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 13)
– Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi, 4)
– O’nun Katında izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin) şefaati yarar sağlamaz. En sonunda kalplerinden korku giderilince (birbirlerine:) ‘Rabbiniz ne buyurdu?’ derler, ‘Hak olanı’ derler. O, çok Yücedir, çok büyüktür. (Sebe Suresi, 23)
– ‘Ben, O’ndan başka İlahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler.’ (Yasin Suresi, 23)
– Yoksa Allah’tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: ‘Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?’ (Zümer Suresi, 43)
– De ki: ‘Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.’ (Zümer Suresi, 44)
– Onları, yaklaşmakta olan güne karşı uyar; o zaman yürekler gırtlaklara dayanır, yutkunur dururlar. Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne sözü yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur. (Mü’min Suresi, 18)
– O’nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka. (Zuhruf Suresi, 86)
– Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah’ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka. (Necm Suresi, 26)
– Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. (Müddesir Suresi, 48)
Şefaat ile ilgili hadisler
Resulullah (sav) buyurdular ki: ‘Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır.’
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Buhari, Da’avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur’an 26, (1, 212); Tirmizi, Daavat
Resulullah (sav) buyurdular ki: ‘Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.’ [Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: ‘Hz. Cabir (ra) dedi ki: ‘Kebair (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!’]
Ravi: Cabir
Kaynak: Tirmizi, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet 23, (4739); İbnu Mace, Zühd 37, (4310)
Resulullah (sav) buyurdular ki: ‘Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Adem aleyhisselam’a gelip: ‘Evlatlarına şefaat et!’ diye talepte bulunacaklar. O ise: ‘Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam’a gidin! Çünkü o Halilullah’tır’ diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim’e gidecekler. Ancak o da: ‘Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa’ya gidin. Çünkü o Ruhullah’tır ve O’nun kelamıdır!’ diyecek. Bunun üzerine O’na gidecekler. O da: ‘Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed (sav)’e gidin!’ diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara: ‘Ben şefaate yetkiliyim!’ diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah’ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah’a medh u senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teala: ‘Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!’ buyuracak. Ben de: ‘Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!’ diyeceğim. Rab Teala: ‘(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa denesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!’ diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senalarla hamd ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: ‘Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!’ diyeceğim. Bana yine: ‘Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!’ denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi: ‘Başını kaldır!’ denilecek. Ben de kaldırıp: ‘Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!’ diyeceğim. Bana yine: ‘Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!’ denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: ‘Ey Muhammedi Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!’ denilecek. Ben de: ‘Ey Rabbim! Bana Lailahe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!’ diyeceğim. Rabb Teala: ‘Bu hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!’ buyuracak.’
Ravi: Enes
Kaynak: Buhari, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322, (193)
Biz bir davette Resulullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(ndan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve: ‘Ben kıyamet günü ademoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım): ‘Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: ‘içinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?’ demeye başlarlar. Birbirlerine: ‘Babanız Adem var!’ derler ve ona gelerek: ‘Ey Adem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. [Bütün isimleri sana öğretti]. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. [Allah katında itibarın, makamın var.] Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?’ derler. Adem aleyhisselam da: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. [Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter]. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh aleyhisselam’a gidin!’ diyecek. İnsanlar Nuh aleyhisselam’a gelecekler: ‘Ey Nuh! sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şeküra) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?’ diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam’a gidin!’ diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam’a gelecekler: ‘Ey İbrahim! Sen Allah’ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’ diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara: ‘Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!’ deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: ‘Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam’a gidin!’ İnsanlar, Hz. Musa aleyhisselam’a gelecekler ve: ‘Ey Musa! Sen Allah’ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?’ diyecekler. Hz. Musa da: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. […Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselam’a gidin!’ diyecek. İnsanlar Hz. İsa’ya gelecekler ve: ‘Ey İsa, sen Allah’ın peygamberisin ve Meryem’e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’ diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da: ‘Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!’ diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- ( Bir başka rivayette): [‘Beni, Allah’tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter.’] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatı vesselam’a gidin!’ diyecek. İnsanlar Muhammed (sav)’e gelecekler, bir diğer rivayette: ‘Bana gelirler!’ denmiştir- ve: ‘Ey Muhammed! Sen Allah’ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?’ diyecekler. Bunun üzerine ben Arş’ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senaları benim için açacak [Ben onlarla Rabbime medh u senalarda bulunacağım]. Sonra: ‘Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!’ denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: ‘Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!’ diyeceğim. Bunun üzerine: ‘Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!’ denilecek.’ Resulullah sonra şöyle buyurdular: ‘Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hacer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır.’ Hz. İbrahim aleyhisselam’ın kıssasıyla ilgili bir rivayette şu ziyade var: [Hz. İbrahim, (insanlar, şefaat etmesi için kendine geldikleri zaman, Allah’a şefaat talebinde bulunmasına mani olan üç günahı olarak yıldızlar hakkında sarfettiği ‘İşte bu Rabbim’ (En’am 76) sözünü, atalarının putları hakkında sarfettiği ‘Belki de bu (putları kırma) işini onların en büyüğü yapmıştır’ (Enbiya 63) sözünü ve bir de: ‘Ben gerçekten hastayım’ (Saffat 89) sözünü zikretti.’]
Ravi: Ebu Hureyre
Kaynak: Buhari, Enbiya 3, 8, Tefsir, Beni İsrail 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizi, Kıyamet 11, (2436)
Haricilerin görüşlerinden biri içime işlemişti, haccetmek, sonra da (propaganda yapmak üzere) insanların karşısına çıkmak arzusuya, kalabalık bir grup içerisinde yola çıktık. Medine’ye uğradık. Orada Cabir İbnu Abdillah (ra), insanlara hadis rivayet ediyordu. Bir ara cehennemlikleri zikretti. Ben: ‘Ey Resulullah’ın arkadaşı! Sen ne konuşuyorsun? Halbuki Allah Teala hazretleri: ‘(Ey Rabbim!) Ateşe kimi atarsan mutlaka onu rezil rüsvay edersin’ (Al-i imran 192); ‘Ateşten her çıkmak isteyişlerinde oraya geri çevrilirler’ (Secde 20) buyurmaktadır’ dedim. Hz. Cabir: ‘Sen Kur’an’ı okuyor musun?’ dedi. Ben de: ‘Evet!’ dedim. ‘Öyleyse onun evvelini oku! Çünkü o, küffar hakkındadır!’ dedi ve sonra ilave etti: ‘Sen, Allah’ın Muhammed (sav)’i dirilteceği makam-ı mahmudu işittin mi?’ ‘Evet!’ dedim. Dedi ki: ‘O, Muhammed (sav)’e mahsus mahmud makamdır. Allah Teala hazretleri o makamın hatırına, cehennemden çıkaracaklarını çıkarır!’ (Hz. Cabir) sonra, sırat köprüsünün konuluşunu ve üzerinden insanların geçişini tavsif etti. Biz: ‘Bu ihtiyarın, Aleyhissalatu vesselam hakkında yalan söyleyeceğini mi zannedersiniz?’ dedik ve Haricilikten rücu ettik. Hayır! Vallahi bizden bir kişiden başka, Haricilikte kalan olmadı.
Ravi: Yezid İbnu Süheyb el-Fakir
Kaynak: Müslim, İman 320, (191)
Resulullah (sav) buyurdular ki: ‘Kıyamet günü, cehennemliklerin, dünyada en müreffeh olanı getirilerek ateşe bir kere batırılacak. Sonra: ‘Ey ademoglu, denilecek. (Cehennemde) hiç nimet gördün mü? Sana hiç hayır uğradı mı ?’ ‘Hayır! Ey Rabbim, vallahi hayır!’ diyecek. Sonra cennetliklerden dünyada en fakir olan getirilecek. O da cennete bir sokulup, çıkarılacak ve kendisine: ‘Ey ademoglu (cennette) hiç fakirlik gördün mü, hiç sıkıntı çektin mi?’ denilecek. Oda: ‘Hayır! Vallahi ya Rabbi! Başımdan hiç fakirlik geçmedi, hiçbir sıkıntı çekmedim’ diyecek.’
Ravi: Enes
Kaynak: Müslim, Münafıkun 55, (2807)
Resulullah (sav) buyurdular ki: ‘Allah Teala hazretleri azabı en hafif olan cehennemliğe: ‘Eğer dünya her şeyiyle senin olsaydı, şu azabdan kurtulmaya bedel, fidye olarak verir miydin?’ diye soracak. Adam: ‘Evet!’ diyecek. Rabb Teala bunun üzerine: ‘Sen daha Hz. Adem’in sulbünde iken ben senden bundan daha hafifini istemiş: ‘Bana hiçbir şeyi ortak kılma da seni ateşe sokmayayım, cennete koyayım’ demiştim. Sen buna yanaşmadın, şirke girdin’ buyuracak.’
Ravi: Enes
Kaynak: Buhari, Rikak 51, 49, Enbiya 1; Müslim, Münafikun 51, (2805)
Resulullah (sav) buyurdular ki: ‘Cennetlikler cennette, cehennemlikler de cehennemde oldukları zaman ölüm getirilir. Cennetle cehennemin arasına konup orada kesilir. Sonra bir münadi nida eder: ‘Ey ehl-i cennet! Artık ebediyet var, ölüm yok! Ey ehl-i nar! Artık ebediyet var, ölüm yok! Cennetliklerin süruru bununla daha da artar. Cehennemliklerin de hüznü artar.’
Ravi: İbnu Ömer
Kaynak: Buhari, Rikak 50, 51; Müslim, Cennet 43, (2850)