Bi’setin on ikinci yılında ve hicretten bir yıl önce, Allah rasûlü (as) Receb ayının yirmi yedinci gecesinde, Mescid-i harâm’a gelen Cebrâîl, Mikail ve îsrâfıl (as) tarafından Burak adı verilen canlı cennet bineğine bindirilerek önce Medîne-i münevvereye götürüldü. Sonra Hz. Musa’nın (as) hayatta iken konakladığı ağacın bulunduğu Medyen kasabasına… Sonra Allah’ın Hz. Musa (as) ile konuştuğu Tûr-i Sina’ya… Sonra Hz. İsa”nın (as) doğduğu Beyt lehm’e… Sonra da Mescid-i aksa’ya götürüldü. Mescid-i haram’dan Mescid-i aksa’ya yapılan bu yolculuğa İsra (gece seyri) denir.
Allah rasulü (as) uğradığı bu yerlerin her birinde, iki rekat namaz kılıyordu. Mübarek cesediyle gerçekleştirdiği bu kutsal yolculukta Allah rasulü (as), âlem-i misâl’de (kalb âleminde) ayrıca bir çok ibretli hâdiseye şâhid olmuştur.
Allah Rasulü Hz Muhammed Mescidi Aksada Allah rasulü (as) Mescid-i aksa’ya ulaşınca iki rekat namaz kıldı. Selâm verince mescidin peygamberler cemâatiyle dolduğunu gördü. Fahr-i kâinât efendimizin arkasında, Hz.Adem’den (as) bu yana gönderilen tüm peygamberler saf bağlamış onun şerefli imâmetini bekliyorlardı.
Ezân-ı Muhammedi’yi Cebrâîl (as) okudu, Allah rasûlü de (as) imâm olarak önlerinde iki rekat namaz kıldı. Namazın ardından, peygamberlerin her biri, huzuru İlâhîye yönelmiş ve bu ni’metten dolayı şükrediyordu. Bundan sonra Allah rasûlü (as) aynı gecede göğe yükselip yüce Allah”ın has kurbiyetine erdi. Bu olaya “Miraç” (yükseliş) denir.
Allah rasûlü (as) Miraç gecesinde;
a) İlk semâ’da Âdem
b) İkinci semâ’da İsa ve Yahya
c) Üçüncü semâ’da Yusuf
d) Dördüncü semâ’da İdris
e) Beşinci semâ’da Harun
f) Altıncı semâ’da Musa ile bu semâ’da bulunan bir çok peygamber
g) Yedinci semâ’da ise İbrahim El-Halil (aleyhimusselâm) ile karşılaşıp selâmlaştı.
Yedinci semâ’da Beytul mamur’a sırt vermiş olan İbrahim (as) kendisine şu veciz sözü söyler;
– “Ümmetine benden selâm götür ve onlara, cennet toprağının güzel kokulu, suyunun tatlı, fidanlarının ise;
– “Subhânellâh velhamdu lillâh ve lâ ilâhe illallâh vellâhu ekber velâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” olduğunu bildir!”
Beytul Mamur
Beytulmamur, Hz. Âdem’in (as) içinde ibâdet etmesi için cennetten yer yüzüne indirilen ve Hz. Nûh tûfanı öncesinde tekrar yedinci semâ’ya kaldırılan mescidtir.
Onun yer yüzündeki yeri, Kâ”benin şu anda bulunduğu yerdi. Beytul mamûr göğe kaldırıldıktan sonra bu yer, Hz. İbrâhîm’e (as) kadar boş kaldı.
Daha sonra Yüce Allah Hz. İbrahim’e (as), oğlu Hz. İsmail (as) ile burada Kâ”beyi inşâ etmelerini emretti.
Kıyâmet gününe kadar Beytul mamur’u, her gün yetmiş bin melek ziyâret eder ve bir daha dönmemek üzere ayrılırlar.
Sidratul Munteha
Allah rasûlü (as) Beytul mamur’dan Sidratul munteha ağacına götürüldü. Dibinden su, süt, hamr (cennet içkisi) ve bal nehirlerinin aktığı Sidratul-muntehâ ağacının devâsâ büyüklüğünü ve mâhiyetini ancak yüce Allah (cc) bilmektedir.
Cennet
Allah rasûlü (as) daha sonra cennete uğradı. Cennette, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir beşerin hayal edemeyeceği nimetleri gördü.
Cennetin kapısında şunlar yazılıydı;
– “Sadaka on katı ile, borç ise on sekiz katı ile mükafatlandınlacaktır!”
Cehennem
Allah rasûlü (as) cenneti ziyaret ettikten sonra, kendisine cehennem arz edildi. İçinde Allah’ın gazabına ve azâbına şâhid Oldu.
Yüce Mekânların Ötesine
Allah rasûlü (as) bu ruhânî ve melekûtî seyrini daha sonra yüce mekânların ötesine ulaşmakla devam ettirdi. Burada;
– “Yaklaş ey yaratılmışların en erkemi!” İlâhî kelâm ile müşerref oldu.
Cebrâîl (as) dâhi, hiçbir meleğin ulaşma izni bulunmayan bu kudsî huzurda, Allah rasûlü (as) ayrıca yüce Allah’ın hem ru’yetiyle ve hem de şu yüce kelâmıyla müşerref oldu;
– “Ey Muhammedi Başını kaldır ve dile! Dilediklerin sana verilecektir!”
Bu İlâhî hitap karşısında Allah rasûlü (as) ise, yüce Allah”ın diğer bir kısım peygamberlere verdiği ni’metleri zikredip O”nun yüceliğini şöyle itiraf etti;
– “Îbrâhîm’i (as) halîl edindin! Mûsâ (as) ile konuştun! Dâvûd’a (as) demiri yumuşattın! Süleymân’a (as) büyük bir mülk verdin! îsâ’ya (as) Tevrât ve İncil’i öğretip onu ve annesini şeytanur-racîmden korudun!”
Bunun üzerine Allah-u teâlâ kendisine şu karşılığı verdi;
– “Seni kendime sevgili kıldım! Seni müjdeleyici ve îkâz edici olarak tüm insanlara gönderdim! Sana Seb’ul-mesânî’yi (Fâtihâ’yı), Bakara sûresinin son âyetlerini ve Hamd sancağını verdim! İnsanlar arasında, ümmetini en hayırlı ümmet kıldım ve sana ve ümmetine elli namazı farz kıldım!“
Bu yüce hitab ile farz kılınan ve önceleri elli vakit olarak istenen namaz, aynı gecede Allah rasûlü (as) ile Hz. Mûsâ (as) arasında geçen sözlü diyalogdan sonra, Allah rasûlünün (as) Yüce Allahtan bu vakitlerin indirilmesini mükerrer olarak dilemesi üzerine, beş vakite idirildi. Yüce Allah;
– “Ey Muhammed bu namazlar, her gün ve gecede kılınacak beş farz namazdır. Ancak her biri sevâbça on namaza mukabildir!”
Farz kılınan namaz hediyesini alan Allah rasûlü (as) aynı gecede Mekkeye geri döndü.
Ertesi Gün
Allah rasûlü (as) ertesi gün Ebu Cehil ile karşılaşmıştı. Ebu Cehil kendisiyle alay ederek;
– Yeni haberin var mı? diye sordu. Allah rasûlü (as);
– Evet! diye karşılık verdi ve Îsrâ ile Mirâc’ı anlattı.
Ebu Cehil, yüksek sesle Kureyşlileri çağırıp etrafında toplamaya başladı ve onların da îsrâ ile Mirâc’ı Allah rasûlünden (as) dinlemelerini istedi. Allah rasûlü (as) anlattıkça Kureyşli müşrikler onu yalanlıyor ve alkışlarla alay ediyorlardı.
Bir kısmı da Hz. Ebu Bekr’e (ra) ulaşıp duyduklarını ona da anlattılar. Hz. Ebu Bekr ise;
– “O diyorsa doğru diyordur!“ cevabını verdi. İşte o gün, Hz. Ebu Bekr “Sıddîk” şeref ve pâyesine hâiz oldu.
Kureyşlilerden Mescid-i Aksâ’yı bilenler Peygamber Efendimize (s.a.v.) onunla alâkalı sualler sordular, orayı târif etmesini istediler. Allâhü Teâlâ Mescid-i Aksâ’yı Resûlullâh’a gösterdi, ona bakıp târif ediyordu. Müşrikler, “Târifinde doğru söyledi.” dediler.
Sonra da “Haydi bakalım, bizim kervanı haber ver. O, bizce daha mühimdir. Onlardan bir şeye rast geldin mi?” dediler. “Evet, filanların kervanına rast geldim, Revha’da idi. Bir deve yitirmişler, arıyorlardı. Yüklerinde bir su kırbası vardı. Susadım, onu alıp su içtim ve yine yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım, kırbada suyu bulmuşlar mı?” buyurdu. “Bu da diğer bir delildir.” dediler.
Sonra sayılarını, yüklerini, şekillerini sordular. Bu defa da Resûlullâh’a (s.a.v.) kervan gösteriliverdi ve sorduklarının hepsini haber verdi: “İçlerinde falan ve filân, önde karamtık beyaz bir deve üzerinde dikilmiş iki büyük çuval olduğu halde filân gün güneşin doğuşuyla beraber gelirler.” buyurdu. “Bu da diğer bir delildir.” dediler.
O gün hızla tepeye doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye bakıyorlardı. Derken içlerinden birisi “Gün doğdu.” diye haykırdı, diğer birisi de “İşte kervan geliyor, önünde karamtık beyaz deve ve içlerinde falan ve filan da var, tıpkı dediği gibi.” dedi.
Böyle iken yine îmân etmediler de “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler.