Vahiy; gizli konuşma, işaret etme, emretme, ilham etme, ima etme, fısıldama, mektup yazma, elçi gönderme, acele etme, seslenme, Yüce Allah’ın vasıtasız olarak veya değişik vasıtalarla emirlerini peygamberlerine bildirmesi anlamında Kur’anî bir terimdir.
“Zekeriya mihraptan kavminin karşısına çıkıp sabah/akşam Rablerini tesbih etmelerini vahyetti.” (Meryem – 11), “Biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlar birbirlerini aldatmak için süslü ve yaldızlı sözler vahyederler.” (Enam – 112), “Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler.” (Enam – 121), “Her gökte ona ait emri vahyetti” (Fussilet – 12), “Çünkü Rabbin kendisine vahyetmiştir.” (Zilzal – 5), “Bana ve Resulüme iman edin, diye vahyetmiştim.” (Maide – 111), “Musa’nın anasına: “Onu emzir. Eğer onun için korkarsan onu denize bırakıver, korkma ve mahzun olma. Çünkü biz onu geri vereceğiz ve kendisini peygamber yapacağız.’ diye vahyettik.” (Kassas – 7) Bu ayeti kerimeler, yukarıda zikrettiğimiz vahyin tanımında işaret ettiğimiz manaların tümüne işaret ediyor.
Peygamber (sav) efendimize vahyin geliş şekilleri ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de sarih bilgiler yoktur. Peygamber (sav) efendimizin hadis-i şeriflerinde ve onun sadık sahabelerinden gelen şehadet ve rivayetlerden öğreniyoruz.
• Resulullah (sav) efendimizin uykuda iken gördüğü sadık rüyalar ile gelen vahiy. Peygamber (sav) efendimizin gördüğü bu rüyalar daha sonra kendisine zahir olurdu. Hz.Aişe , “Peygamber hiç bir rüya görmezdi ki, sabah aydınlığı gibi apaçık zuhur etmesin” diyerek bu rüyalara işaret etmektedir.
• Resulullah (sav)’in uyanık halde iken vahiy meleğinin onun gönlüne vahyi bildirmesi.
• Cebrail (as), bir insan şekline bürünerek Peygamber (sav)’e vahiy getirmiştir. Dıhye adlı bir sahabi suretinde kendisine vahiy getirdiği konusunda pek çok sahabenin şahitliği vardır.
• Meleğin görünmeden peygamber (sav) efendimize vahiy getirmesidir. Peygamber (sav) efendimiz çan sesine benzer bir ses duyardı. Vahyin en ağır şekli budur.
• Meleğin asli sureti ile görünüp peygamber efendimize vahyi getirmesidir. Cebrail (as) asli sureti ile 2 kez vahiy getirmiştir. Birincisi ikra ile başlayan ilk vahyin gelmesidir. İkincisi ise miraç olayının gerçekleşmesinde olmuştur.
• Resulullah’ın (sav) uyanık halde iken Allah’u Teâlâ ile konuşmasıdır. Bu konuşmada arada asla vasıta yoktur. Namazın farz kılınması bu yol iledir.
• Cebrail (as)’in Peygamber (sav)’e uyku halinde iken vahiy getirmesidir. Kevser suresinin bu şekilde nazil olduğu rivayet edilmektedir.
“Nebi’, Arapça bir kelime olup, “nebe’ kelimesinden türetilmiştir. Muhbir yani “haber verici’ anlamına geliyor. Ancak sıradan bir haber değil, son derece önemli ve doğruluğunda şüphe olmayan bir haber anlamındadır. “Nebi’nin manası; Allah’ın, seçtiği kullarına ilahi haberinin, vahiy yoluyla ulaşması ve vahyine muhatab olmasıdır. Kelime, Allah ile peygamberi arasındaki alakayı, yani vahyi ve haber vermeyi açıklıyor.” (Said Ramazan el-Buti, Kübra el –yakiniyyat el-Kevniyye, s.172)
Bu esaslara göre, peygamberlerin en önemli görevleri; kendilerine bildirilen ilahi emirleri insanlara tebliğ etmektir. O halde Risalet’in manası Allah Teâlâ’nın, seçtiği kullarından birini ilahi hüküm veya şeriatini başkalarına tebliğ etmekle mükellef tutmasıdır. Bu durumda peygamberlerin iki görevi vardır. Bunlardan Allah (cc) ile olan özel ilişkisine “Nübüvvet’; İnsanlarla olan “İlahi Görev’ ilişkisine de “Risalet’ denmektedir. Nebi ve Resul kelimeleri bu iki ilişkiyi ifade etmektedir. (Said Ramazan el-Buti, Kübra el –yakiniyyat el-Kevniyye, s.173)
Yüce Allah, peygamberliğin insanlar arasından seçilmiş en müstesna şahsiyete verildiğinin tartışılmaz bir gerçek olduğunu pekiştirmek üzere, Yasin ve Hâkim Kur’an üstüne yemin ediyor. “Sen elbette gönderilmiş peygamberlerdensin.” “Dosdoğru bir yol üzerinde” Yüce Allah’ın yemine ihtiyacı yoktur. Ancak, Onun Kur’an ve harfleri üstüne ettiği bu yemin, Kur’an’a büyüklük ve yücelik kazandırmaktadır. Yüce Allah, ancak yüce ve önemli olan bir olgu üzerine yemin eder. “Sen elbette gönderilmiş peygamberlerdensin.” “Dosdoğru bir yol üzerinde” Yüce Allah peygamberini tasdik ettikten sonra, peygamberliğinin asıl niteliklerini açıklıyor. Bu peygamberliğin asıl nitelikleri; Emanet, sadakat (Doğruluk), Fetanet (Zekâ ve uyanık olma), İsmet (Masumiyet), Tebliğ-i Şeriat (Kendisine indirilen vahyi eksiksiz ve fazlasız olarak insanlara iletmek).
Peygamberler kendilerine vahyedilen ve kavimlerinin tüm yaşantılarını kökten değiştirecek olan evrensel öğretileri, tüm karşı koyma ve engellemelere rağmen eksiksiz olarak muhataplarına ulaştırma çabasına girmişlerdir. Hiç bir kınayıcının kınamasından, alay ve aşağılamasından gocunmadan “O halde Emrolunduğun gibi dosdoğru ol‘ (Hud 112) ilahi fermanının düstur edinerek Tebliğ-i Şeriat yapmışlardır. Allah resulünün (sav) örnek hayat ve mücadelesinde çok net olarak bu durumu görebiliyoruz. Hac döneminde Mekke-i Mükerreme’ye dışardan ziyarete gelen insanlara ilahi çağrıyı ulaştırma çabası ve hemen akabinde en yakını (Amcası Ebu Leheb) tarafından yalanlanarak demoralize edilip vazgeçirme mücadelelerine siyer kitaplarında müteaddit defalar şahit oluyoruz. Yine aynı siyer kitaplarında peygamber efendimizin de asla pes etmediğini, ye’se ve karamsarlığa kapılmadığını, “Ey iman edenler sabır ve namazla yardım isteyin” (Bakara 153) ilahi emir ve yönlendirmesi ile rahmani yardımları celbetmek için var gücüyle çalıştığını okuyoruz. Örnek insan olan efendimiz gündüz davasını en ücra yerlere ulaştırmak için verdiği mücadelenin enerjisini gece ibadetinden, rabbi ile tefekkür ve nefis tezkiyesinden alıyordu. “Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed, geceleyin biraz uyuduktan sonra kalk, Gecenin yarısında uyanık ol, ya bu miktarı biraz eksilt, ya da artır da ağır ağır Kur’an oku, çünkü biz sana sorumluluğu ağır bir söz indireceğiz. Kuşkusuz gece ibadeti, gündüze göre daha zor, fakat sözü daha etkilidir. Çünkü gündüzleri, seni uzun uzun uğraştıracak işlerin vardır. Rabbinin adını an, bütün varlığında O’na yönel.” (Müzemmil 1-8)
İlahi Vahiydeki buyruklarla hayat ve istikametlerini şekillendiren peygamberler, insanlarla hilm ve rıfk ile muamele ederek cehaletlerinden dolayı onlardan kendilerine gelen her meşakkate Rablerine sığınarak sabredip geri çekilmemiş ve görevlerine herhangi bir fütur göstermemişlerdir. Risalet zincirinin son halkasını teşkil eden Efendimiz (sav), sokakta yürürken gittiği yola dikenler atılmış, secdede iken mübarrek başının üzerine deve işkembesi konmuş, üzerine toz toprak saçılmış, kendisine tabi olanlarla beraber maddi ve manevi ambargolara, açlık ve yokluğa mahkûm edilmiş. Kendisine iman eden fedakâr arkadaşları ve sevenleri akılalmaz işkencelere maruz bırakılmış. Habbab, Bilal, Ammar, Yasir ve Sümeyye, Mus’ab ve daha niceleri ilk aklımıza gelenlerden sadece bir kısmını teşkil ediyor. Tüm hayatıyla ümmetine örneklik teşkil eden (Numune-i İmtisal olan) Efendimiz (sav), gelmiş /geçmiş tüm günahları bağışlandığı halde, sabahlara kadar, ayakları şişinceye kadar Allah’a taat ve ibadet ile meşgul olur, tövbe ve istiğfar eder; “Kalbimi senin dininde ve sana itaatte sabit kıl ve göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsimle başbaşa bırakma” diye Rabbine dua ve yakarışta bulunurdu.
Allah resulünün Rabbiyle olan bunca yakınlığına, aldığı görevi hakkıyla yerine getirmede gösterdiği itina ve çabaya rağmen, görevini ifa edip etmediğine kanaatini pekiştirmek için, ümmetini şahit tutuyor. Veda hutbesinde “Görevimi hakkıyla yerine getirdim mi?’ diye üç defa tekrar ederek ve “Evet yerine getirdin’ cevabından sonra; “Şahid Ol Ya Rab’ ifadesini de insanların huzurunda üç defa tekrar ediyor. Allah resulü (sav) bu davranışıyla yapmamız gerekenleri, görev ve sorumluluklarımızın önemini bizlere bir kez daha hatırlatıyor. Rabbim, vahiyle hayatını şekillendiren ve bizlere vahye göre nasıl bir hayat süreceğimizi öğreten aziz muallimin yolundan ve izinden bizleri ayırmasın. (Âmin)
Mehmet Selim Sabaz | İnzar Dergisi