İman’ın kelime anlamı, herhangi bir şeye inanmak demektir. Fıkhi terim olarak İman, Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğine ve Kur’ân’ın hak kitap olduğuna ve Kur’ân-ı Kerim’de ve mütevatir sünnette haber verilen hususların doğru olduğuna kesin olarak inanmak ve bunları tasdik etmek demektir.
Amel, insanların yaptığı işlerdir. Başka bir ifade ile dünya ve ahirette ceza veya mükâfat konusu olan her türlü iş ve davranışı ifade eder.
Amel, bir kimsenin dinin buyrukları uyarınca yerine getirdiği, yaptığı işler demektir.
Dünya ve ahirette ceza ve mükafat konusu olan bütün işler ameldir. İyi ameller insanı ahirette ve dünyada rahata kavuşturur. Kötü ameller ise, iki alemde eziyet ve ceza görmeye sebeptir.
Yukarda da îzâh edildiği üzere îmân, genelde kalben inanılması gereken husûslarla alakalı iken, amel bedenî ve mâlî ibâdet ve davranışlarla ilgilidir.
îmân ile amel arasında güçlü bir bağ vardır. Ancak îmân olur da amel olmazsa, bu durum kişinin İslâm’dan çıkmasını gerektirmez. Zira kişi îmân sahibi oldukça, hiçbir amel ve ibâdet işlemezse de mü’mindir.
Kuran’ı Kerim’de imanın kalbe ait bir amel olduğu, Nuh (a.s.)’ın oğlunun Allah’ı inkâr ve isyan etmesini “salih olmayan bir amel” işlediği ifade edilerek bildirilmiştir:
قَالَ يَانُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ
“(Allah) ey Nuh! O (gemiye binmeyen) oğlun senin ailenden değildir. O’nun yaptığı salih olmayan bir ameldir…”(Hud, 11/46).
Kur’an’da iman ile salih ameller arasında o kadar kuvvetli bir bağ kurulmuştur ki, imanın zikredildiği yerde peşinden hemen salih amel gelmektedir. Gölgenin simayı takip ettiği gibi salih amel de Kur’an’da imanı takip etmiş, adeta salih amel kalpteki imanın dışa yansıması olmuştur.
İman ve amel, bir bütünü oluşturan parçalar değil, ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de:
اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلوةَ وَاتَوُا الزَّكوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
‘İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.‘(Bakara, 2/277) buyurulmuş, amel, iman üzerine atfedilmiştir.
Arapça gramer kuralına göre ancak ayrı ayrı manada olan şeyler birbirine atfedilebilirler. Daha açık bir ifade ile eğer amel imanın bir parçası olsaydı ‘İman edenler’ ifadesinden sonra ‘iyi iş yapanlar’ denmesine gerek kalmazdı.
İman edip salih amel işleyenlerin mükâfatları:
اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اِنَّا لَا نُضيعُ اَجْرَ مَنْ اَحْسَنَ عَمَلًا
İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar var ya, şüphe yok ki biz öyle güzel işler yapanların mükâfatını zayi etmeyiz. (Kehf, 18/30)
إِنَّ اللّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأَجْسَادِكُمْ، وَلَكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ.
Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: ‘Resulullah (a.s) buyurdular ki: “…Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. ‘ [Buharî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr, 28-34; Ebu Dâvud, Edeb 40, 56,); Tirmizî, Birr 18.
Allah ancak olgun müminlerden razı olur. Olgun mümin olmak için de yalnız inanmak yeterli değildir. İman ile birlikte ibadet etmek ve güzel ahlâka sahip olmak gerekir. Hiç şüphe yok ki ibadet, imanın bir göstergesidir.
Asr Suresinde imanla beraber salih amel insanı ziyandan kurtaran unsur olarak zikredilmiştir:
وَالْعَصْرِ (1) اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفى خُسْرٍ (2) اِلَّا الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
Asra yemin olsun ki, İnsan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır. (Asr, 103/1-2-3)
Sadece inandım demek yeterli değildir. Kalpteki iman ışığının sönmemesi için ibadet de gereklidir. İbadet yapmayan kimsenin kalbindeki iman yavaş yavaş zayıflar ve Allah korusun günün birinde sönebilir. Bu ise insan için en büyük bir kayıptır. İman nurunun söndüğü bir gönül, insan için bir yük olmanın ötesinde bir anlam taşımaz.
Ancak, İman ayrı Amel ayrı olduğundan dolayı Farz olan ibadetleri yapmamak ve büyük günah işlemek insanı dinden çıkarmaz, sadece günahkâr yapar.
Onun için ki Yüce Allah, cennetin nimet ve güzelliklerini, imanla birlikte salih amelleri işleyenlerin önüne sereceğini şöyle ifade etmektedir:
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَلِيلًا
“ İnanan ve salih amelleri işleyenleri altlarından ırmaklar akan cennetleler koyacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları tatlı(koyu) bir gölgeye koyarız” (Nisa, 4/57)
Mal ve Evlat İnsanı hüsrandan/ziyandan kurtarmaz.
Bir ayette Yüce Allah, dünya nimetleri içerisinde insanın en çok değer verdiği iki nimete dikkat çekmekte ve bu nimetlerin hayatın süsü, zineti olduğunu ve bu iki nimetin de dünya ile birlikte sonuçta yok olacağını ve ahirete gidecek olanın yalnızca imanla birlikte salih amel olacağını şöyle buyurmaktadır:
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا
“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bakî kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevapça da hayırlıdır, ümit yönünden de daha hayırlıdır.” (Kehf,18/46)
Ayrıca salih amel işlemeden ahirete gidenlerin dünyaya dönüp salih amel işlemek için yalvaracakları Kuran’da şöyle ifade edilmektedir:
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَاءَكُمْ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ نَصِيرٍ
“Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fatır,35/37)
Hadislerde İman ve Salih Amel
Salih amel imanı kuvvetlendirdiği gibi günahlar ise insanı Allah korusun küfre götürebilir.
“Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen bırakıp tövbe ve istiğfâr ederse, kalbi eski parlaklığına kavuşur. Günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve kalbini büsbütün kaplar. Bu siyah noktalar, Allah Teâlâ’nın: ‘hayır hayır, onların işlediği günahlar kalplerini paslandırıp köreltmiştir‘ [Mutaffifîn sûresi (83), 14] diye belirttiği pastır” (İbni Mâce, Zühd 29; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 297).
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) birçok hadislerinde imanın salih ameller işlemeyi gerektirdiğine dikkat çekmiş ve imanın durağan, kalpte yerleşip kalan bir inanç olmadığını birçok sözlerinde vurgulamıştır.
Aslında ‘iman’ da salih amel kavramına dahildir. İman kalbin amelidir.
Peygamberimiz, iman ile salih amelin birbiriyle olan bağlantısını şöyle ifade etmektedir:
« ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ حَلاَوَةَ الإِيمَانِ أَنْ يَكُونَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِمَّا سِوَاهُمَا ، وَأَنْ يُحِبَّ الْمَرْءَ لاَ يُحِبُّهُ إِلاَّ لِلَّهِ ، وَأَنْ يَكْرَهَ أَنْ يَعُودَ فِى الْكُفْرِ كَمَا يَكْرَهُ أَنْ يُقْذَفَ فِى النَّارِ »
‘Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resulünü, Allah ve Resülünden başka her şeyden fazla sevmek, Sevdiğin! Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek, asla istememek.‘
İman; kökü kalpte; dalları ise, insan davranışları olarak dışarıda yani hayatta olan bir tevhit ağacıdır. O halde iman ile ilgili hadis-i şeriflerin topluca ortaya koyduğu gerçek ve verdiği mesaj; İslâm’da iman ile şu ya da bu şekilde ilgisi bulunmayan hiç bir davranış yoktur.
Sevgili Peygamberimiz salih amellerin bizimle birlikte ölüm ötesine de gideceğini, kabirden içeri yalnız iman ile birlikte salih amellerimizin gireceğini şöyle vurgulamaktadır:
« يَتْبَعُ الْمَيِّتَ ثَلاَثَةٌ ، فَيَرْجِعُ اثْنَانِ وَيَبْقَى مَعَهُ وَاحِدٌ ، يَتْبَعُهُ أَهْلُهُ وَمَالُهُ وَعَمَلُهُ ، فَيَرْجِعُ أَهْلُهُ وَمَالُهُ ، وَيَبْقَى عَمَلُهُ »
“Ölüyü kabre kadar üç şey takip eder; ikisi geri döner ve biri onunla daima beraber olur. Ailesi, malı ve ameli onu kabre kadar takip eder, ailesi ve malı geri döner, geriye yalnızca onunla birlikte ameli kalır”
İman Ne ile Gerçekleşir?
İmanda etkili olan organ kalptir. Bir kimse, Peygamberimizi, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde kalbi ile tasdik ediyor ve doğruluğuna inanıyorsa bunu her hangi bir sebeple dili ile ikrar etmese de Allah katında mü’mindir.
Diliyle ikrar ettiği halde kalbi ile tasdik etmiyorsa, bu kimse her ne kadar insanlar yanında mü’min ise de, Allah katında gerçekten inanmış değildir.
Bununla ilgili olarak, Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ امَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الْاخِرِ وَمَاهُمْ بِمُؤْمِنينَ
“İnsanlardan öyle kimseler vardır ki Allah’a ve âhiret gününe iman ettik derler, halbuki onlar mü’min değillerdir.” (Bakara, 2/8)
قَالَتِ الْاَعْرَابُ امَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلكِنْ قُولُوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْايمَانُ فى قُلُوبِكُمْ
”Bedeviler, ‘İman ettik’ demektedirler. (Ey Muhammed) de ki, ‘Siz iman etmediniz fakat İslâm olduk deyin, çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.“(Hucurat, 49/14)
Büyük Müfessir Mücahid (H.21-103) bu âyet-i kerimenin, Medine yakınında bulunan Benî Esed İbn-i Huzeyme kabilesi hakkında nâzil olduğunu söylemiştir. Bu kabile ganimet hevesiyle müslüman olduklarını söylemişlerdi. Bunlar bir kıtlık yılında Medine’ye gelmişler şehâdet kelimesini söylemişler ve Peygamberimize (s.a.s.):
– Biz, filân oğulları ve filân oğulları gibi size savaş açmadık, âilelerimizle geldik” dediler. Bu sözleri ile Peygamberimizden kendilerine sadaka yardımı yapılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.(Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, Beyrut, c. XXVI, s.167, Mısır, 1353 H.)