İctihad, Kur’ân-ı Kerîm’e, sünnet’e ve Arab diline tam vâkıf olan âlimlerin Kur’ân-ı Kerîm, sünnet, icmâ’ ve kıyâs delîllerini gözönünde bulundurarak, herhangi bir dînî mes’ele ile ilgili en makul ve en doğru olan hükmü çıkarma çabasıdır. İctihâd yapabilen âlimlere müctehid denir.
Allah-u teâlâ böyle bir topluluğun bulunacağını, bu kâbiliyyette olamayan diğer mü’minlerin onların ictihâdlarına ve yorumlarına uyup taklîd etmelerini şu âyet-i kerîme’de emr etmiştir;
“(Kur’ân-ı Kerîm ve sünneti) bilmiyorsanız zikir (ilim) ehline sorunuz! ” (Enbiyâ 7, Nahl 43)
Yine belirtmek gerekirse İctihad kelimesinin sözlük anlamı, güçlüğe katlanmak ve çaba sarfetmektir. Terim anlamı ise, bir fıkıh bilgininin, şer’î bir hükmü delilinden çıkarmak için çaba sarfetmesi ve bu hususta bütün gücünü kullanmasıdır. Burada delil, İslam hukukunun temel kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir.
İctihad yapan alime müctehid, ictihada konu olan şer’î hükme de müctehidün fîh denir. İslam hukukunun bütün konularında ictihad yapabilecek olan fıkıh bilginine müctehid-i mutlak, yalnızca bazı konularda ictihad yapabilecek olanına müctehid-i mukayyed denir. İctihad yapabilecek seviyeye ulaşmamış fıkıh bilginlerine de mukallid denir. Çünkü bunların çalışmaları, bir başka müctehidin görüşlerini anlama, kavrama ve ona göre fetva vermekle sınırlıdır. Genellikle bir mezhebe bağlı olurlar ve eserlerinde o mezhebin hükümlerini, meselelerini ve rivayetlerini toplarlar. Kendilerine has bir metodla (usul-i fıkıh) ictihad yapacak olan bir müctehidin Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifleri iyi bilmesi gerekir. Fıkıhla ilgili ayetlerin yani ahkâm ayetlerinin dil ve şeriat açısından anlamını iyi bilmeli, hâs, âmm, mücmel, müfesser, nâsih, mensûh gibi Kur’an bilgilerine vâkıf olmalıdır. Ahkâm hadislerinin anlamını dil ve şeriat açısından iyi bilmesi yanında bunların bize kadar nasıl rivayet edildiğini de iyi bilmelidir.
İctihadda kıyasın çok önemli bir yeri vardır. Yanlış kıyaslar yapmamak için müctehidin kıyası iyi bilmesi icabeder. İmam Ebu Hanife (öl. 150/767), İmam Şafiî (öl. 204/819), İmam Mâlik (öl. 179/795) ve İmam Ahmed b. Hanbel (öl. 241/855) bütün bu şartları kendilerinde toplamış olan alimlerdi. Mutlak müctehidler yalnız bu dört zatla sınırlı değildir. Bunların dışında çok sayıda mutlak müctehid olmakla beraber bu dört zat bugüne kadar taraftar buldukları için bunların görüşleri kendi delil ve metodlarını benimseyen çok sayıda fıkıh bilgininin katkısıyla bir mezhep haline gelmiş olup varlıklarını sürdürmektedirler.
İctihad, fıkıh bilgininin bir konu ile ilgili olarak İslam hukukunun temel kaynakları üzerinde derinlemesine yaptığı çalışmalar sonucu elde ettiği kesin görüş ve kanaatidir. Vardığı sonucun hatalı olması ihtimalinden dolayı buna zann-ı gâlip denir. Bu yüzden hiç bir müctehid, kendi ictihadının tam doğru ve diğer ictihadların yanlış olduğunu kesin bir şekilde iddia edemez.
Şeriatın temel kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde her hukuki olayla ilgili detaylı açıklama yoktur. Ama bunları tâbi olabileceği genel kurallar ve mutlak ifadeler yer almıştır. İşte müctehidler bu genel kurallar ve mutlak ifadelere dayanarak, karşılaştıkları ya da tasarladıkları hukuki olayların şer’î hükümlerini ortaya koymuşlardır.
Muaz b. Cebel (öl. 18/629) radiyallahu anh’ın rivayetine göre Hz. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem onu Yemen’e gönderdiğinde şöyle buyurmuştu:
– Ne ile hükmedeceksin ya Muaz!
– Allah Teâlâ’nın kitabında olanla.
– Eğer onu Allah Teâlâ’nın kitabında bulamazsan?
– Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmettiğiyle hükmederim.
– Onu Resulüllah’ın hükmettiğinde de bulamazsan?
– Re’yimle ictihad ederim.
Bunun üzerine Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Resulünün memurunu başarılı kılan Allah’a hamdolsun.” (Ebu Davud, K. Akdeye Bab 11; Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsut, C. XVI, s.76)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Muaz (r. a.)’a aradığı hükmü Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde bulamaması halinde ne yapacağını sorması, bu iki kaynağın her olayın açık hükmünü ortaya koymadığını göstermektedir. Hadisin devamında da bu konuda yapılması gerekenin ictihad olduğu belirtilmektedir. Abdullah b. Ömer (r. anhüma)’nın rivayetine göre Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün Amr İbn’ül-As’a (r. a.):
– Şu iki kişi arasında kadılık yap, buyurdu.
Amr İbn’ül-As:
– Sen buradayken ben kadılık yapabilir miyim? dedi.
Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem:
– Evet, dedi.
– Neye göre hükmedeyim? diye sordu.
– İctihadına göre, eğer ictihad yapar doğruyu bulursan on sevap, yok eğer hata edersen bir sevap kazanırsın, buyurdu. (Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsut, Mısır C. XVI, s.76)
Hz. Peygamberin, hata eden müctehidin dahi sevap kazanacağını belirtmesi İslam alimleri için cesaret verici bir şeydir. Böylece durmadan değişen olaylar karşısında yeni yeni ictihadlar yapma hususunda bir çekingenlik söz konusu olmayacaktır.