Allah rasûlü (as) hayatta iken, sahâbelerinin hepsi, onun öğrettiği ve tavsiyelerine uymuştur. Allah rasûlünden (as) görerek ve duyarak dînini ve ibâdetini öğrenen sahâbeler, onun kendi ibâdetinde uyguladığı farklılıklan, namaz başta olmak üzere tüm ibâdetlerine yansıtmışlardır.
Yani sahâbeler, Allah rasûlünden (as) gördükleri farklı ibâdet tarzlan arasında yorum tercîhi yaparak ictihâd yapmışlardır. Dolayısıyla; örneğin, namaz kılarlarken kimi kıyâmda el bağlamamış, kimi ellerini göbeğinin aşağısında bağlamış, kimi de ellerini göbeğinin yukarısında bağlamıştır. Aynı şekilde rükû’a giderken ve kalkarken kimi ellerini omuzlarının hîzâsına kaldırmış, kimi de kaldırmamıştır.
Allah rasûlünün (as) vefâtından sonra, İslâm coğrafyası genişledi ve zaman zaman ortaya çıkan mes’elelerle ilgili olarak yorum ve ictihâd yapma zarûreti hasıl oldu. Bundan sonra, müctehid olmayan sahâbeler, müctehid kabûl ettiği diğer sahâbelerin ictihâdına uymuş ve onlardan görüp duydukları tarz ve şekilde, yani onları taklîd ederek amel etmişlerdir.
Tâbiîn de bu müctehid sahâbelerin ictihâdlarına uymuş ve inanç ile ibâdet konularında onları taklîd etmişlerdir.
Gerek sahâbe döneminde ve gerek tâbiîn döneminde önemsenen ictihâd ve taklîd faâliyetleri, tebe-i tâbiîn döneminde ileri derecede gelişim arzetmiştir.
Bu dönemde; İmâm A’zam Ebu Hanîfe ve İmâm Mâlik (ra) gibi bir çok müctehid, ictihâd yapmış ve bu ictihâdların tedvin (yazma ve kitaplaştırma) etmişlerdir.
Binâenaleyh bir ictihâd’a uymak; asr-i saâdette olduğu gibi, daha sonra da ictihâd kâbiliyyeti olmayan her mü’minin tâkib ettiği zarûrî, doğal ve tabiî bir yol olarak ortada idi.
Sahâbe ve tâbiîn döneminde yaygın olan, ama henüz sistemleşmeyen bu ictihâd faâliyetleri, Hicrî II. yüzyılda ve Ehl-i sünnet arasında, önce başta Ebu Hanîfe ile İmâm Mâlik’in, sonra da İmâm Şâfiî ile İmâm Ahmed bin Hanbel’in (ra) farklı ictihâdları ile sistemleşip mezheb haline gelmeye başladı.
Tabiki Ehl-i sünnet arasından, bu dört müctehidin dışında başka müctehidler de oldu. Ancak bu müctehidlerin yorum ve ictihâdlan tedvin edilmediğinden, zamanla unutulmuş ve mukallidlerinin tükenmesine sebeb olmuştur.
Ehl-i sünnet arasında hakkâniyyeti icmâ’ ile kabûl edilen ve günümüze kadar uyulan mezhebler, sadece yukarda adı geçen dört imâmın mezhebleridir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Ehl-i sünnet dışında olan ve Hz. Ali (ra) ile emevîler arasında cereyân eden olaylardan etkilenen ve bir dînî ictihâd faâliyetinden ziyâde, farklı bir siyâsî hareket görünümü veren Şiâ hareketinin ortaya koyduğu ictihâd sürecinden; Ca’feriyye ve Zeydiyye diye adlandırılan ve hatta günümüze kadar da önemli ölçüde müntesibleri bulunan mezhebler de meydana geldi.
Ancak bu Şîî ictihâdın, özellikle bir çok sahâbeye ard bakış sergilemiş olması ve böylece Ehl-i sünnet ekolüne uymayan bir siyâsî görünüm arzetmesi, onu Ehl-i sünnet mezheblerinin dışında kabûl edilmesine başlıca sebeb olmuştur.