Kabir; Ölen kişinin konulduğu (defnedildiği) yer demektir. Buna “Mezar” da denir. Kabirler, insana ölümü ve ahireti hatırlatır. Bunun içindir ki, Efendimiz (s.a.v), daha önce, cahiliyye devrinden yeni çıkan Müslümanların kabir ziyareti sebebiyle bir takım bâtıl inanç ve âdetleri hatırlamalarını ve hataya düşmelerini önlemek için yasakladığı kabir ziyaretlerini “Sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim; artık şimdi onları ziyaret ediniz, çünkü bu size ahireti hatırlatır” hadisleriyle tavsiye ve emir buyurmuşlardır.
Dinimiz, kabir ziyaretini teşvik etmekle kalmamış, bunun şekil ve usûlünü de ta’lim buyurmuştur. Özellikle günümüzde kabristanlarda ve türbe başlarında işlenen bid’atlere baktığımızda, her amelimizde olduğu gibi kabir ziyaretinde de dinin getirdiği usul ve prensiplere ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz. Dinimiz yasakladığı hâlde ölülere kurbanlar kesilmekte, onlardan dilekler dilenmekte, kabirlere mum dikme, çaput bağlama gibi yapanların dahi ne yaptıklarının farkında olmadıkları günahlar irtikâp edilmekte ve kabirdekilere karşı saygısızlık sayılacak tarzda hareketlerde bulunulmaktadır. Bütün bunlar, kişiyi şirke sokabilecek davranışlardır.
Dinimizde hayatta olanlar kadar ölüler de muhteremdir ve onlar da saygıya layıktır. Dolayısıyla cenazelere saygı gösterdiğimiz gibi vefat edenlerin kabirlerine de saygı göstermeliyiz.
Kabristanlar kişinin kendisini muhasebeye çekeceği ibret mekânları olduğu için oralarda yüksek sesle ağlama, bağırıp çağırma gibi davranışlardan uzak durulmalıdır. Nitekim hadis-i şeriflerde ölen kimsenin, kabrinin başında feryâd ederek ağlayanlar yüzünden azâb göreceği, sıkıntı duyacağı haber verilmiştir.[1] Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadislerinde de: “Kim, ölen bir kimse için; avuçlarıyla yanaklarını döver ve yakasını yırtarsa ve Cahiliye âdeti olarak bağırıp çağırırsa o bizden değildir.”[2] buyurarak kabir başında kaderi tenkit manasını taşıyan davranışlardan uzak bulunulması gerektiğini ifade etmiştir. Aynı durumu ifade sadedinde Ebû Musa el-Eşârî Hazretleri de şöyle buyurmuştur: Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bizi uzaklaştırdığı şeylerden ben de sizi uzaklaştırıyorum, yasaklanan şeyler şunlardır: “Saçını başını yolmak, yaka paça yırtmak, sesini yükselterek bağırıp çağırmak.”[3]
Aynı şekilde mezarda yatanlar aleyhinde konuşmaktan ictinab etmek ve diline sahip olmak da dikkat edilmesi gereken hususlar arasındadır. Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ölenlerin aleyhinde konuşmaktan bizleri menederek: اُذْكُرُوا مَحَاسِنَ مَوْتَاكُمْ وَكُفُّوا عَنْ مَسَاويهِمْ “Ölülerinizin iyiliklerini anınız, kötülüklerini anmayınız.”[4]; bir başka hadiste de وَنَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ فَمَنْ أَرَادَ أَنْ يَزُورَ فَلْيَزُرْ وَلَا تَقُولُوا هُجْرًا “İsteyen (kabirleri) ziyaret etsin (fakat ziyaret esnasında sakın) kötü söz söylemeyiniz.”[5] buyurmuştur.
Dinlenmek maksadıyla bile olsa zaruret bulunmadıkça kabrin üzerine oturmak mekruhtur. Kabirlerin üzerinde yürümek ve onlara yaslanmak da aynı hükme tâbidir. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: لَأَنْ يَجْلِسَ أَحَدُكُمْ عَلٰى جَمْرَةٍ فَتُحْرِقَ ثِيَابَهُ فَتَخْلُصَ إِلٰي جِلْدِهِ خَيْرٌ لَهُ مِنْ أَنْ يَجْلِسَ عَلٰى قَبْرٍ “Birinizin kor üstüne oturup da (o korun) elbisesini yakıp ta tenine kadar işlemesi, kabir üstüne oturmasından daha hayırlıdır.”[6] buyurmuştur. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselam) başka bir hadislerinde de bu yasağı şu ifadeleriyle dile getirmiştir: لَا تَجْلِسُوا عَلَى الْقُبُورِ وَلَا تُصَلُّوا إِلَيْهَا “Kabirlerin üzerine oturmayınız ve onlara doğru namaz kılmayınız.”[7] Çünkü kabrin üzerine oturmak veya basmak kabirde yatana bir çeşit eziyet verdiği gibi aynı zamanda ona karşı yapılan bir saygısızlıktır.
Kabirleri mescit edinmek, oralarda kandil veya mum yakmak, kabirlere çaput bağlamak, kabir başında kurban kesmek ve Allah’ı unutarak kabirdekilerden istek ve dileklerde bulunmak da câiz olmayan uygulamalar arasındadır.[8] Hatta bunlar insanı şirke bile düşürebilir.
Kabir ziyaretine gidenlerin kabristana vardığında orada yatanlara selam vermesi ve onlar için Allah’tan bağışlanma dilemesi Peygamberimizin uygulamaları arasında yerini almıştır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün Medine mezarlığına uğradığında mezarlara doğru yönelmiş ve: السَّلَامُ عَلَيْكُمْ يَا أَهْلَ الْقُبُورِ! يَغْفِرُ اللّٰه لَنَا وَلَكُمْ أَنْتُمْ سَلَفُنَا وَنَحْنُ بِالْأَثَرِ “Esselamu aleyküm ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiniz. (Yani bizden önce ahirete göçenlersiniz.) Biz de arkadan gelip size katılacağız.”[9] buyurmuştur. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir seferinde de mezarlığa uğradığında şunları söylemiştir: اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الدِّيَارِ مِنَ الْمُؤْمِنينَ وَالْمُسْلِمينَ! وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللّٰه لَلَاحِقُونَ “Selam üzerinize olsun ey müminler cemaatinin mahalle halkı! İnşaallah biz de sizlere kavuşacağız!”[10]
Bu hadislerde aynı zamanda kabir ziyaretinde bulunan kimsenin hangi halet-i ruhiye üzere bulunması gerektiğine de işaret vardır çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Sizler bizim seleflerimizsiniz.”, “İnşaallah biz de sizlere kavuşacağız.”[11] gibi ifadeleriyle ölümü tezekkür etmiş, dünyanın faniliğine karşılık ebedî diyarın ahiret yurdu olduğunu ve hayat serüveninin kabirle noktalandığını ima etmiş ve bizlere de bu konuda hüsn-ü misal olmuştur.
Kabir ziyaretinde bulunan kimseler, oturarak veya ayakta ziyaretlerini gerçekleştirebilirler. Kabir ziyaretinde müstehap olan, oturup Yasin-i Şerîf okumaktır. Ayakta durarak on bir İhlâs-ı Şerîf de okunabilir.[12] Bunun yanında dileyenler Kur’ân okuyarak bunun sevabını ölenlere bağışlayabilirler.
Kabir ziyareti için kesin ve kat’i bir gün olmamakla birlikte Hanefîler, özellikle Cuma ve Cumartesi günleri kabir ziyaretinde bulunmanın daha faziletli olduğunu ifade etmişlerdir.
[1] Buhârî, cenâiz 45; Ebû Dâvud, cenâiz 29.
[2] Nesâî, cenâiz 19; Tirmizî, cenâiz 22; İbn Mâce, cenâiz 52.
[3] Nesâî, cenâiz 18; İbn Mâce, cenâiz 52; Ebû Dâvud, cenâiz 29.
[4] Buhârî, edeb 42; Tirmizî, cenâiz 34.
[5] Nesâî, cenâiz 100.
[6] Müslim, cenâiz 96.
[7] Müslim, cenâiz 97.
[8] Ebû Dâvud, cenâiz 81; Tirmizî, cenâiz 238.
[9] Tirmizî, cenâiz 59.
[10] Müslim, cenâiz 104.
[11] Ebû Dâvud, cenâiz 24.
[12] Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, s. 612.