VÜCÛH
Organ, görünüm, başlangıç; yüz, cihet, yol, kast, niyet, aynı lafız ve harekelere sahip olan bir kelimenin Kur’ân’ın içinde geçtiği her bir yerde değişik anlam taşıması anlamında bir ulâmu’l-Kur’ân ıstılahı.
Kur’ân İlimleri İçerisinde Vücûh
Ulûmu’l-Kur’ân başlığı altında yer alan çalışmalar, daha ziyade Kur’ân’ın anlaşılmasına yardımcı olan türdendir. Şu çalışmaların amacı, Kur’ân’ı anlama, yorumlama ve getirdiği mesajı insanlara daha iyi sunmak içindir. İşte bu türden birisi de orijinal adıyla “el-Vücüh ve’n-Nezâir”dir. Bu iki kavram Kur’an ilimleri içerisinde devamlı olarak beraberce mütalaa edile gelmişlerdir.
a- Lügat ve ıstılah anlamı:
Vücûh ve nezdir Arapça birer çoğul isimdir. Vücûh, vech kelimesinin, nezâir de nazre kelimesinin çoğuludur. Organ anlamına gelen vech kelimesi, daha ziyade herhangi bir şeyin görünümü ve başlangıcına ad olarak kullanıla gelmiştir. Mesela insanın yüzü, gündüzün başlangıcı anlamlarında Kur’ân’da kullanılmaktadır (el-Maide, 5/6; Alu İmran, 3/72). Bununla beraber “vech’ lügatte pek çok anlama gelmektedir: Yol, sebep, taraf, yön, cihet, önemli ve şerefli adam, sabah namazı, mevki, şekil, doğruluk, uygunluk, mana, nevi, vasıf, niyet, tarz, usûl.
“Nezâir” ise, yukarıda da kaydettiğimiz gibi, nazre’nin çoğulu olup lügatte, misil, benzer, eş ve denk gibi anlamlar içerir.
Vücûh ve nezâir’in ıstılâhı tariflerinde ise, daha ziyade iki tanım ağırlık arzetmektedir. Bunların birisi; aynı lafız ve harekelere sahip olan bir kelimenin Kur’ân’ın değişik yerlerinde gelmesi ve her bir yerde değişik anlam ifade etmesidir (Bkz İbnu’l-Cevzî, Nüzhetü’l-A yün, 83). İkinci tarif ise şöyledir: Ümmet lafzında olduğu gibi, çeşitli anlamlarda kullanılan müşterek bir lafza vücûh; mütevâtı lafız gibilere ise nezâir denir (Bkz., Ez-Zerkeşî, el-Burhân, I,102). Mütevâtı lafız ise şöyle tanımlanmaktadır: Aralarında ortak bir nokta bulunan ve fakat mahiyetleri farklı olan bir kelimedir. Mesela canlılık vasfında insan ve hayvanlar müşterektir. Fakat bu varlıkların mahiyetleri tamamen farklıdır. Zira biri konuşur, aklı vardır; diğeri ise konuşmaz. Bazı hayvanlar dört ayaklıdır vs. gibi (bkz. Hind Çelebi, et-Tasârîf, tahkiki, 19).
Yapılan her iki tanımda da kapalılık bulunmaktadır. Bundan dolayı bu tanımlardan yola çıkılarak ve kelimelerde ifade edilen mana birliği de göz önünde alınarak vücûh ve nezâir şöyle tanımlanabilir: Aynı lafızla gelen Kur’ân’ın değişik âyetlerinde farklı anlamlar ifade eden lafza vücûh; değişik kelimelerin aynı anlamlarda kullanılmasına da nezâir denir. Bunun misallerini Kur’ân’da bulmak mümkündür. Ancak şunu belirtelim ki, Kur’ân’daki vücûh ifade eden kelimelerin sayısı hayli yekün tutmaktadır. Fakat müfessirler kelimelerin vecihlerinin tamamı üzeride ittifak etmedikleri gibi, aynı kelimeye verilen anlamlarda da farklılıklar göstermişlerdir. Vüch ifade eden kelimeler içerisinde hidayet kavramına çok değişik ve çeşitli anlamlar verilmektedir. Mesela Yahya İbn Sellâm, “hidayet” kelimesine, beyan, din, iman, dua, marifet, nebinin işi, rüşd, peygamberler, Kur’ân, Tevrat, tevfik, hüda, tevhid, sünnet, teybe, ıslâh etmek ve ilham anlamlarını verirken; Zerkeşî de aynı şekilde bu kavrama on yedi anlam verir. Fakat, o “tevfik” ve “hüda” yerine “istirca” ve “hüccet” anlamlarını kaydeder (bkz. Yahya İbn Sellâm, et-Tasârîf, s. 96-103; ez-Zerkeşî, el-Burhân, I,103-104). İbnu’l-Cevzî, aynı kelimeye yirmi dört anlam verir (İbnu’l-Cevzî, Nüzhetü’l Ayün, 625-630). Suyûtî ise bu kelimeye yirmi yedi anlam verir (Suyutî, el-İtkân, I, 446-447). Bu misallerde zikredilen hidayet kavramına verilen anlamlardan her birisine bir ayet örnek gösterilmiştir.
Nezâir kelimesine örnek olarak da, Kur’ân’da cehennem, nâr, sakar, hutama, cahîm gibi kelimeler geçmekte olup, değişik lafızlardan gelen bu kelimeler Cehennem’in adları ve vasıflarıdır ki, bu tilr kelimelere de nezâir denir.
b- Tarihçesi:
Vücûh ve nezâirle ilgili çalışmaların sahabe döneminde başladığına dair rivayetler bulunmâktadır ve Hz. Ali ile Abdullah İbn Abbas arasında geçen bir konuşmadan bahsedilmektedir. Daha sonraları İbn Abbas’ın talebeleri olan İkrime ve Ali İbn Ebî Talha’nın ondan vücûh ve nezâirle ilgili eserler rivayet ettikleri ve kaleme aldıkları rivayet edilir. Bunlardan sonra ise el-Kelbî’nin bu konuda bir eser yazdığı kaydedilir. Fakat bunlardan hiç birisi bize kadar gelmemiştir. Bundan sonra bu sahada günümüze kadar gelen ilk eser Mukatil b. Süleyman (150/767)’a aittir. Bu eser basılmış olup, el-Eşbâh ve’n-Nezâir veya el-Vücûh ve’n-Nezâir isimleriyle bilinmektedir. Eser Dr. Abdullah Mahmut Şahhate tarafından tahkik edilmiştir. Bundan sonra, yine elimizde mevcut Yahya İbn Sellâm’a ait et-Tasârif isimli eser bulunmaktadır ki, bu eser Hind Çelebi tarafından 1979 yılında Tunus’ta tahkikli olarak neşredilmiştir. Hind Çelebi, eseri tanıtan, onun metodundan bahseden ve ayrıca vüch ve nezâirle ilgili bilgilerle, müellifin hayatını anlatan bir mukaddime takdim etmektedir.
Vüch ve nezâir’le ilgili, hicri ikinci asra kadar altı eser kaleme alınmış ama, bunlardan sadece Mukatil b. Süleyman ve Yahya İbn Sellam’ın eserleri günümüze kadar gelebilmiştir (Bkz. et-Tasârîf, 5). Daha sonra bu sahada pek çok eser yazılmış olup, bunlar arasında İbnu’l-Cevzî’nin Nüzhetü’l-A’yün ile Suyûtî’nin Mu’tereku’f-Akrân isimli eserlerini zikretmek mümkündür.
Vücûh ve nezâirle ilgili ilk dönemlerde yazılan eserlerin hacim bakımından küçük, metod itibariyle de dağınık oldukları görülür. Fakat yukarıda adını kaydetmediğimiz Nisâbûrî’nin Vucûhu’l-Kur’ân isimli eseri özellikle, hem hacim ve hem de kelimeleri alfabetik bir sıra ile vermesi açısından dikkat çekicidir. Bunlardan sonra kaleme alınan eserlerde ise, bu metod görülmekle birlikte hacim itibariyle de daha fazladırlar.
Kıraatte Vücûh Kur’ân okumaya yönelik olan bu bilim dalının ilk meyveleri yine oldukça eskilere dayanmaktadır. Taberî’nin konuyla ilgili bir eserinden bahsedilmektedir. Ancak bu eser bugün mevcut değildir. Ebu Bekir İbn Mücahid’in kaleme aldığı Kitabu’s-Seb’a’sı bu sahada elimizde bulunan en eski kaynaklar arasında yer almaktadır.
Kıraatın çeşitli tanımları yapılmaktâdır. Bunlardan birisi şudur: Kur’ân kelimelerinin nasıl okunacaklarını, bu husustaki bütün vecihleri nakledenlere nisbet ederek, ittifak ve ihtilâflarıyla beraber nasıl eda edileceğini öğreten ilme Kıraat ilmi denir.
Kıraatte ayrıca Kıraat-ı Seb’a ve Kıraat-ı Aşere diye tarikler bulunmaktadır.
Kıraatteki vücûh’a gelince; bilindiği gibi, “vücûh” kelimesi “vech”in çoğulu olup, çok çeşitli anlamlar ifade etmektedir. Bunlar arasında özellikle tarz, usûl, üslûb ve şekil gibi anlamlar konuyu yakinen ilgilendirmektedir. Kıraatte vücûh, kıraat haberinin naklinde, râvî veya râvînin râvîsi, bir haberi hocasından değil de, bir başkasından naklediyorsa, buna vech denilmektedir.
Ayrıca, bir de okuyucunun vücûh yaptığı da söylenir. Bunun anlamı şudur: Kur’ân okuyan kârî, bazen kelimelerde tekrarlar yapar. Faraza medd-i muttasıl, munfasıl vs. gibi medlerde 2, 3, 4, 5, elif miktarı uzatarak okur. Veya nak ile okur, yahut “ra” harflerini ince ve kalın şekilde okur ki, bütün bunlar okuyuş şekilleri olup vüch diye isimlenirler.
Ömer DUMLU