VESİLE
el-Vesile kelimesinden türemiştir. el-Vesile: Bir şeye “istek” ile ulaşmadır. İstek-arzu anlamını içerdiğinden “el-Vasile” ifadesinden daha özeldir (dar anlamdadır). Allah (c.c.) şöyle buyurur: “O’na vesile (yaklaşma yol) arayın” (el-Maide, 5/35).
Allah (c.c.)’a (yaklaştıran) gerçek vesile; ilim ve ibadetle onun yolundan gitmek ve şeriatın güzelliklerini benimsemektir. Kurbet (Allah’a yakınlık) gibi. el-Vasil, Allah’ı arzulayandır (Müfredât’tîr Rağıb el-İsfahan, s. 560-561). İbnü’l-Esîr şöyle der: el-Vâsil; arzulayan-isteyen demektir. el-Vesîle; Kurbet, vasıta ve kendisiyle birşeye ulaşılabilen ve yakınlaşma sağlanabilen şey anlamındadır. Çoğulu, “vesâil’dir (en-Nihâye, 5/185).
el-Vesile kelimesi Kur’an-ı Kerim’de iki yerde kullanılmıştır:
1) Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya yol) vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz” (el-Maide, 5/35). İbn Cerîr, âyeti şöyle tefsir eder; “O’na vesile arayın” yani “onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşmayı dileyin” (Tefsir’üt-Taberî, VI/226).
Hafız İbn Kesir de şunu kaydediyor: “O’na vesile arayın” İbn Abbas (r.a)’dan “yaklaşma” diye nakledilmiştir. Mücahid, Ebû Vail el-Hasen, Katâde, Abdullah b. Kesîr, Südd”ı, İbn Zeyd ve daha bir çok kişi aynı görüşü paylaşıyor. Katâde ayeti şu şekilde tefsir eder: O’na boyun eğerek ve onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşın. Mezkûr imamların söylemek istedikleri de budur ve bu konuda müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur (İbn Kesir Tefsîr, II, 53).
2. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa değer” (İsra, 17/57).
İbn Mes’ud (r.a) şöyle açıklar; (Âyet) bir gurup arap hakkında nazil oldu. Bunlar bir kısım cinlere tapıyorlardı. Cinler müslüman oldular. Onlara tapmakta olan insanlar ise (bunu) anlamıyorlar. Diğer bir rivâyette ise “insanlar cinlere’ ibadeti bırakmadılar” diye geçer (Müslim, Tefsir, 28, 29, 30; Buharî, Tefsir, 7). Hafız İbn Hacer ise şöyle açıklar: “Cinlere ibadet etmekte olan insanlar yine onlara tapmaya devam ettiler. Oysa ki cinler artık müslüman olduklarından ve onlarda rablerine vesile aradıklarından dolayı bundan razı olmuyorlardı.” İbn Hacer, “Vesile’den kasıt, kurbet’tir” der (Fethu’l Bari, VIII, 249). el-Mu’cemu’l Vasît’te kurbet şöyle tanınırladır: “İyi ameller işlenerek kendisi ile Allah’a yaklaşılabilen”dir.
İbn Kesir’in sözü dikkate alındığında görülüyor ki şu noktada müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir: Vesile’den kasıt; Allah’a boyun eğerek ve onu razı kılacak işler yaparak ona yaklaşmaktır. Bunun da Kitab ve Sünnet dışında bir yerden anlaşılması olanak sızdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir feyi ortak koşmasın”(Kehf 18/110). İbn Kesir bu konuda şöyle der: “Bu ikisi kabule şayan amelin iki unsurunu teşkil eder. Sırf Allah (c.c.) rızası için yapılması ve Rasûlullah (s.a.s)’ın şeriatına uygun olması gerekir. Hakkında Kitabdan ve sahih sünnetten bir delil bulunmayan bütün ibadetler ve ameller bid’attır. Zira Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurur: “Her kim bizim bu işimizde (dinde) onda olmayan birşey ortaya koyarsa o merduddut (Buharî, Sulh, 5; Müslim, Akdiye, 17). Yine Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyururlar: “En doğru söz Allah’ın kitabıdır, en güzel yol Muhammed (s.a.s)’in yoludur, işlerin en kötüsü sonradan icad olunanlardır (muhdest)’dır. Sonradan (dinde) icad edilen herşey bid’attır. Bütün bidatler sapıklık (dalalet)’tır. Her sapıklıkta ateştedir” (Müslim Cum’a, 43; Nesi, Salâtu’l Ideyn, 22).
Fıkıh usulünde yerleşik bir prensip vardır: İbadetlerde asl olan men’ (caiz olmaması)’dir, ta ki bir delil bulununcaya kadar; adetlerde de aslolan ibahadır ta ki bir delil bulununcaya kadar. Allah (c.c.)’ın bize emrettiği ibadetler ise mutluluk ve sıkıntı halinde ona yalvarmamız, ondan yardım istememiz ve ona sığınmamızdır. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “Rabbiniz (şöyle) buyurdu; Bana duâ edin, size icabet edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir” (Mü’min, 40/60). Allah (c.c.) bizlere, tevessülün faydalı birçok çeşidini meşru kılmıştır ve ona yalvaranın duasını -diğer şartlarını da yerine getirdiğinde- icabet edeceğini taahhüt etmiştir.
Müteahhirinin bir çoğu, tevessül kelimesiyle duadaki tevessülü kasdetmişlerdir. Oysa durum -daha önce geçtiği gibi- böyle değildir.
Müteahhirinin örfünde yaygın olan tevessül üç çeşittir:
1- Meşru Tevessül: Hakkında Kitab’dan ve sahih hadislerden bir delil bulunan. Meşru Tevessül kendi içinde üçe ayrılır.
a) Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından biriyle ona tevessül. Örneğin şöyle dua etmesi gibi: “Allah’ım sen Rahmân ve Rahim’sin, senden merhamet diliyorum…”
Bu konudaki delil şudur: “En güzel isimler Allah’ındır, o halde O’na o güzel isimlerle dua edin” (A’raf, 7/180). Yani Allah’a, en güzel isimlerini vesile edinerek dua edin. Allah (c.c.)’ın yüce sıfatları da buna dahildir. Zira Allah (c.c.)’ın isimleri, onun sıfatlarıdır. Cenab-ı Allah Süleyman (a.s)’ın tevessülünden şöyle söz eder; “Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına kat” (Neml, 27/19). Rasulullah (s.a.s)’ın bu konudaki dualarından şu hadis-i şerif de bu konuya değinir. “Allah’ım! Gayb ilmin ve mahlukat üzerindeki kudretinle, eğer hayat benim için hayırlıysa beni yaşat, eğer ölüm benim için daha hayırlı ise beni öldür” (Nesai, Sehv, 62). Bu anlamda daha birçok hadis vardır.
b) Dua eden kişinin işlediği amel-i safihle tevessülü; “Allah’ım sana olan inancımla ve senin için olan sevgimle ve rasulüne tabi olmamla beni bağışla.” Veya duacı, Allah (c.c.)’a olan sevgisi, ondan korkusu ve dilekleri için yaptığı iyi işleri zikreden ve duasında bunlarla tevessur eder. Konuyla ilgili delil şudur: “Öyle kullar ki, “Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!” derler” (Al-i İmran, 3/16). Görüldüğü gibi Allah (c.c.)’ın bâğışlamasına vesile kılarak ameli salih (iman)’leri anarak dua edilebilir. Şu hadis de bunu ifade eder:
“Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece çıkmışlar…” (Buharî, İcâre,12; Müslim, Zikr, 100).
c) Yaşamakta olan salih bir insanın duasıyla yapılan tevessül: Sahabe-i Kiram (r.a) zor duruma düştüklerinde Rasulüllah (s.a.s)’a gider ve ondan kendileri için dua etmelerini dilerlerdi (bkz. Buharî, Cum’a, 34). Enes (r.a)’dan nakledildiğine göre, Hz. Ömer b. Hattab -onlara kuraklık bastığında- Abbas b. Abdulmuttalib (r.a) ile istiska eder ve şöyle derdi: “Allah’ım biz (zamanında) nebimizle sana tevessül ediyorduk ve sen bize su gönderiyordun. (Şimdi ise) Nebimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize su gönder.” (Enes) diyor ki: “Ve sulanıyorlardı” (yağmur yağıyordu).” (Buharî, İstiska, 3; Fedail eshabinnebî, 11). Bu hadiste kastedilen mana şudur: “Yağmursuz kaldığımızda, Nebimize (s.a.s.) gider. O’ndan bizim için dua etmesini talep eder ve onun duasıyla sana yaklaştırdık. Şimdi ise o vefat etti. Artık bizim için dua etmesi imkansız. Bu yüzden amcası Abbas’a yöneliyor ve ondan bizim için dua etmesini diliyor ve onun duasıyla Allah (c.c.)’a yaklaşıyoruz.”
A’mâ hadisi de bu kabildendir. O Rasulüllah (s.a.s)’a gelmiş ve ondan dua etmesini istemiştir. O da a’maya, duasıyla Allah (c.c.)’a tevessül etmeyi öğretmiştir (Tirmizi Da’avât, 118; İbn Mace, İkame, 189).
2- Bid’at Olan Tevessül: Bu zâtlarla, makamla, hürmet, büyüklük ve benzeri şeylerle tevessül etmektir. Şöyle demek gibi; “Allah’ım, Muhammed (s.a.s)’in hürmetine veya Ka’be’nin hürmetine -veya benzeri şeylerle senden diliyorum…” Bu tür “tevessüller, hakkında bid’at olduğuna dair açık delil bulunan tevessüllerdir. Bu sebeple hiçbir imamdan, cevazlarına dair bir nakil yoktur.
Hanefi kitaplarından (ed-Durrü’l Muhtâr)’da şöyle denmektedir: “et-Tatarhaniyye’de, el-Münteka’ya atfen, Ebû Yusuf dan o da Ebti Hanife’den naklen şöyle geçer: “Kişi Allah (c.c.)’a ancak onunla dua edilebilir. Bu konuda cevaz verilen duada şu âyetten anlaşılandır: “En güzel isimler Allah’ındır, o halde O’na o güzel isimlerle dua edin “. Rasûllerinin, nebilerinin, dostlarımın hakkı için “veya Beytin hakkı için” türünden ifadeleri kullanmak mekruh sayılmıştır (Hâşiyetü İbn Âbidîn, VI/396-397). Benzeri (bilgiler) bütün Hanefi metin ve şerh kitaplarının el-Mekruhat veya el-Hazr vel-ibâha bölümlerinde mevcuttur. Onlara göre mekruh harama en yakın olandır. İmam Muhammed’e göre ise cehennem azabı açısından “haram” gibidir. Nitekim Allâme İbn Abidin bunu el-Hazr ve’libaha bölümünün başlarında açıkça belirtmiştir. Bu yüzden selef-i salihinden bu tür bir tevessül naklolunmamıştır. Bu tür tevessüle cevaz verenlerin ileri sürdükleri deliller ya sahih olmayan hadislerdir veya kendisinden cevaz çıkmayan nasslardır. (el-Vesile) lafzının geçtiği âyetlerle delil getirmeye çalıştıkları gibi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ittifakla sabittir ki (burda vesileden) kasıt kurbe ve ta’ât’tır. Ayrıca az önce geçen Abbas (r.a) ile tevessül hadisi gibi. Halbuki bundan ancak dua ile tevessül olduğu anlaşılıyor. Zira, eğer zât’larla ve makamlarla tevessül etmek (caiz) olsaydı, vefât etmiş olan Rasûlullah (s.a.s)’dan vazgeçip ondan daha az fazilete sahip olan Abbas (r.a) ile tevessül etmezlerdi. Zira Rasûlullah (s.a.s) hürmet ve makam açısından -ölü veya diri olarak- Abbas (r.a)’dan daha yücedir. Bunu ifade eden daha birçok deliller vardır.
3- Şirk olan Tevessül: Bu Allah (c.c.)’dan başka ölülerle, dirilerle ve hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemektir. Veya ondan şefaat ve dua dilemektir. (Şefaat ta dua çeşitlerindendir). Bu doğru anlamda tevessül olmamasına rağmen, halkın cahil kesimi ve bazı ilim mensupları bu tevessül’ün (en azından) ihtilaflı tevessül olduğu imajını vermek amacıyla halkın kafasını bulandırıyorlar. Halbuki işin gerçeği, bu haram kılınan ve haramlığında icma edilen tevessüldür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Mescidler Şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın” (el-Cinn, 72/18). “Kimseye” ifadesi belirsiz isimdir ve olumsuzluk ifadesinden sonra geliyor, dolayısıyla Allah (c.c.) dostu her kişiyi ve gönderilmiş her nebiyi kapsıyor. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “De ki: Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O’na güvenip dayanırlar” (Zümer, 39/38).
İbn Teymiye bu konuda şöyle der; “Her kim Allah ile mahlukatı arasında -hükümdar ve teba’ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa, kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah (c.c.)’a iletiyorlar, Allah (c.c.)’da kullarını onların aracılığıyla hidayete erdiriyor ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah (c.c.)’dan diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)’dan daha krala yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir, müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür” (Mecmu’ul-Fetâvâ, I/126). İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve “Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar” (Yunus, 10/18).
Bunun Allah (c.c.)’a şirk koşmak olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. (Allâme es-Süveydî el-İkdü’s-Semîn adlı kitabında, Şeyh Nu’man el-Âlûsî de ondan nakletmiştir. Cilâül Ayneyn, s. 442). Şeyh Abdü’l-Kadir el-Geylânî de, el-Ğunye adlı kitabında (ondan Nu’man el-Âlûsî) nakletmiştir. (Cilâü’l-Ayneyn, s. 487). Şeyh Sanâullah el-Halebî el-Hanefi de kitabında, velilerin keramet yoluyla yaşam ve ölüm sonrasına etki edebileceklerini ileri sürenlere karşı böyle birşey olmayacağını söylemiştir (Abdurrahman b. Hasen, Minhâcü’t-Te’sis ve’t-Takdis, s. 48; Şeyt Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-hak el-Azîm-âbâdî el-Hanefi, et-Ta’liku’l-Muğni alâ sünen’id-Darukutnî, el-Akziye ve’l-Ahkâm bölümü, IV/225).
Ebu Eymen ed-DIMAŞKİ