VAZİFE
Bir kimsenin yapmakla yükümlü olduğu iş, ödev, ahlâk veya iş icabı yapılması gereken fiil, görev, yapılması bir kimseye ısmarlanan iş, memuriyet, bir kimsenin gördüğü hizmet, dinî yükümlülük, günlük yiyecek ve iş ücreti gibi mânalar için kullanılır.
Vazife kelimesi Arapçadır ve “vezafe” fiilinden türemiş bir isimdir. Çoğulu vuzûf ve vezâif olarak gelir. Görevli kişiye de muvazzaf denir.
Vazife, birinin üzerimizdeki hakkım ödemek olarak kabul edilebilir. Buna göre, insan olarak çeşitli vazifelerimiz vardır. Bu vazifeler çeşitli âyet ve hadislerde dile getirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s)’in bir hadisinde, bu vazifeler özet halinde şöyle haber verilmiştir:
“Muhakkak ki Allah’ın senin üzerinde hakkı vardır; nefsinin senin üzerinde hakkı vardır ve ehlinin senin üzerinde hakkı vardır. Herkesin hakkını ona öde!..” (Muhammed b. Allân, Delîlu’l-Fâlihîn, Mısır 1971, I, 390).
Bu hadise göre vazifelerimizi üç kısım halinde şöylece sıralamamız mümkündür: Allah’a, kendi nefsimize ve ehlimize yani çevremizdeki insanlara karşı olan vazifelerimiz. Ehlimize karşı olan vazifelerimizi de birkaç kısma ayırmamız mümkündür. Buna göre insan olarak, Allah’a ve kendi nefsimize karşı olan vazifelerimizle beraber, şu vazifelerimiz de vardır: Anne-babamıza, çocuklarımıza, eşimize, akrabalarınıza, komşularınıza, emrimizde çalışan işçilerimize, iş yerlerinde çalıştığımız iş sahiplerimize ve genel olarak tüm insanlara karşı olan vazifelerimiz.
Bütün bu vazifeler hakkında çeşitli âyet ve hadisler vardır. Zaten insanı diğer varlıklardan ayıran özellik de budur. Yüce Allah bu vazifeleri insanlara yüklemiş. diğer varlıklara yüklememiştir. Bu vazifelerini gerektiği gibi yerine getiren insanlar, İslâm dini açısından, meleklerden daha üstün bir makama yükselmiş olurlar.
İnsan olarak meleklerden daha üstün olan bir makama yükselmemize sebep olan bu vazifelerimizin başında, Allah’a karşı olan vazifelerimiz gelmektedir. Bu vazifelerimiz de, gerektiği gibi Allah’a inanmak, imân etmek ve emir ile yasaklarına riâyet etmektir. Bu hususla ilgili olan bir âyetin meâli şöyledir:
Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk (ibâdet) etsinler, (vazifelerini yerine getirsinler diye yarattım” (ez-Zariyât, 51/56).
Bu âyette söz konusu olan Allah’a karşı ibâdet vazifeleri hakkında, âlimlerin farklı görüşleri vardır. Bazı âlimler bunu Allah’a inanmak, O’nun varlığına ve birliğine imân etmek diye yorumlamışlar. Diğer bazı âlimler de, bunun Allah’a ibâdet ve itâat olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bu âyette, islâmî vazifelerin tümü kastedilmektedir (el-Kurtubî, el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1988, XVII, 37 vd.; ez-Zebidî, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, trc. Ahmed Naim, Ankara 1975, V, 16).
Muaz b. Cebel’den rivâyet edildiğine göre, Hz. Muhammed (s.a.s.) ona:
-Ey Muaz, Allah’ın kulları üzerindeki hakkı (yani kulların Allah’a karşı olan vazifeleri) nedir, bilir misin? diye sormuş. O da:
-Bunu Allah ile Allah’ın peygamberi çok daha iyi bilir, diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.s) şöyle devam etmiştir:
-Allah’ın kulları üzerine sabit olan hakkı, (yani kulların Allah’a karşı olan vazifeleri, kulların Allah’a itâat ve kulluk etmeleri ve ona hiç bir şeyi şerik kılmamalarıdır (ez-Zebidî, Sahih-i Buhârî Muhtasarı, VIII, 310).
Allah’a karşı olan vazifelerimiz hakkında, daha birçok âyet, hadis ve ilmî açıklamalar bulunmaktadır. Ancak burada bu vazifeler kısa bir şekilde tanıtılmaktadır.
Kendimize karşı olan vazifelerimiz, kendimizi maddî ve manevî yönden her türlü zararlı olan şeylerden korumamızdır.
Anne-babaya karşı olan vazifelerimiz, Allah’a karşı olan vazifelerimizden hemen sonra gelmektedir. Bu husus, Yüce Allah tarafından Kur’ân’da şöyle haber verilmiştir:
“Rabb’in, yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi, yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır (ihtiyarlık zamanlarında senin yanında kalırlar)sa, sakın onlara “Öf” deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle. Onlara acımadan dolayı küçülme kanadını indir, (onlara karşı al çok gönüllü ol) ve: “Ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabb’im! Bunlar, beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse, sen de bunlara (öyle) acı!” (el-İsrâ, 17/23, 24).
Başka bir âyette de, yukarıda sayılan vazifelerimizin hemen hemen tümüne, kısa bir şekilde işâret edilmiştir:
“Âllah’a ibâdet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya (eş, dost ve arkadaşa), uzak komşuya, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine iyi davranın. Allah, kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez” (en-Nisâ, 4/36).
Yüce İslâm dini, genel olarak kul hakkına saygılı olmayı ve herkese karşı olan vazifelerimizi en iyi şekilde yerine getirmeyi emretmiştir. Cuma günlerinde, cuma hutbelerinin sonunda, imam-hatiplerin okuduğu bir âyette, bütün insanlara karşı olan vazifelerimize işaret edilmekte, herkese karşı adalet ve iyilikle hareket etme emredilmekte ve her türlü zararlı şeylerden uzak durma istenmektedir. Bu âyetin meâli şöyledir:
“Muhakkak ki Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” (en-Nahl, 16/90).
Kur’ân ve sünnette işaret edilen çeşitli vazifelerini yerine getiren insanlar, şahıs olarak huzur ve mutluluğa ererler. Stres ve benzeri sıkıntılardan kurtulurlar. Vazifelerini yerine getirmiş olmanın mutluluğu içinde yaşarlar. Karşılıklı vazifeleri, Allah ve peygamberin emrettiği gibi yerine getiren insanların bulunduğu aile ocağı, gecekondu bile olsa, cennetin bir köşesine döner. Huzur ve mutluluk içinde bulunur. Bu şekilde vazife şuuru içinde olan insanlardan oluşan toplumlar da, hiç şüphesiz refah içinde olurlar.
Nureddin TURGAY