VASAT ÜMMET
Orta ümmet; dengeli ve hayırlı ümmet anlamında İslâm ümmetini vasıflandıran Kur’ânî bir terim.
“Vasata” fiilinin masdarı olan ve “bir miktarın iki eşit tarafı” manasına gelen “vasat” terimi bir kaç şekilde incelenebilir. Örneğin: “bir katının ortası” olan muttasıl kemiyyet (bitişik nicelik)lerde kullanıldığı gibi, “kavmin ortası” gibi munfasıl kemiyyet (aynı nicelik) belirten ifâdelerde de kullanılır. “Vasat” iki verilmiş soyut kavramın ortasını ifade etmek için de kullanılır. Meselâ “hesap bakımından bu en ortası, (en iyisi)” cümlesinde olduğu gibi. Cimrilik ve savurganlığın ortası olan “cömertlik” de bu kategoriye girer. Korunmuş, mahfuz olanı ifrat ve tefritten ayıran kavramlar da “vasat” kavramlardır. Meselâ: “sev(un) (eşit bir), adalet, yarı” kelimeleri gibi. “Filan kimse vasat” cümlesinde olduğu gibi hayır ve şer bakımından övülme ve yerilmelerin ortasını ifade için de “vasat” terimi kullanılır (el-Müfredât Fi Garib’il Kur’ân, 819-820).
Bu kavramın Kur’ân-ı Kerîm’de bir tek kullanımı vardır. O da şu âyet-i kerimedir:
“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı Şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Biz Peygambere uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğini (Kâbe’yi) kıble yaptık. Bu, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara Rauf(Fefkatli) ve Rahim (merhametli) dir” (el-Bakara, 2/143).
Ayette geçen “vasat” luğat anlamında açıklandığı üzere “hayırlılık ve hayırlısını seçme” anlamına gelir. Aynı şekilde hayırlara da “vasat” denir. Çevrenin bozulması kolay olur, vasat (orta kısımlar, merkez) ise himaye altındadır. O halde bu ibare; “Allah sizi ümmetlerin en hayırlısı kıldığı gibi kıblenizi de en hayırlı kıble kılmıştır” demektir.
“Vasat” aynı zamanda dengelilik de demektir. Çünkü vasat, kenarların denge yeridir. Bir kenara öbüründen daha yakın değildir. Yani “Kıblenizi mutavassıt kıldığımız gibi, sizi de vasat bir ümmet kıldık” denilmektedir. Bu âyeti kerime Ka’be’nin bizim için kıble olarak seçilişinin gerekçesini bildirmektedir. Yani bu bizim vasat ümmet oluşumuzdan dolayıdır. O halde “Kıblenizde böyle vasat olsun” denilmiş gibidir.
Allah Teâlâ Müslümanların vasat bir ümmet, yani dengeli veya hayırlı bir ümmet oluşunun gerekçesini de şu buyruğu ile açıklamaktadır: “İnsanlara karşı şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun diye”. Yani “Kıyamet gününde Yüce Allah’ın her şeyi gereği gibi açıklayıp Rasûlleri gönderdiği ve onların da Allah’tan aldıkları risaleti tebliğ ettikleri ve bunu gereği gibi yerine getirdikleri konusunda diğer ümmetlere karşı şahitlik edesiniz” diye iman edenler Rasûlün davetini “baş göz üstüne” deyip kabul etti. O halde kıyamet gününde, Rasûllerinin kendilerine tebliğde bulunduğuna dair insanlara karşı şahitlik edecek kimseler gibi Rasûlüllah da iman edenlere karşı şahitlik edip onları tezkiye edecektir.
“Bütün insanlara karşı şahitlik edecek, aralarında adaleti uygulayıp yerleştirecek, değer ve ölçüleri koyacak olan vasat ümmettir. Bu değer ve ölçüler hakkında kendi görüşünü ortaya kor, kabul edilen görüş onun görüşü olur. Değerlerini, düşüncelerini, geleneklerini, parolalarını, ölçer, biçer ve bunlar hakkında hükmünü vererek; “Bu haktır, bu da batıldır” der. Bu “vasat ümmet” insanlara karşı şahitlik ve onlar arasında adaletle hakim konumunda iken düşüncelerini, değerlerini ve ölçülerini insanlardan almaz. O, insanlara karşı şahitlik yaparken böyle bir duruma düşmez. Çünkü bu ümmete karşı şahitlik edecek olan Rasûlüllah (s.a.s)’dir. Bu ümmetin ölçülerini ve değerlerini belirleyen, bu ümmetin amel ve gelenekleri hakkında hüküm ve değerlerini belirleyen bu ümmetin amel ve gelenekleri hakkında hüküm veren, bu ümmetin yaptıklarını ölçüp biçen ve onlar hakkında son sözü söyleyen hep odur. İşte bu ümmetin hakikati ve görevi böylelikle sınırlanıyor ve belirleniyor ki, bu ümmet bunları gereğince bilsin veya bunların ağırlıklarının farkına varsın, rolünü hakkıyla değerlendirsin ve bu rolü edebilmek için layıkıyla hazırlansın.
“Bu ümmet “vasat” kelimesinin bütün anlamlarıyla vasattır. İster güzel ve fazilet anlamına gelen “vasatîlik”, ister itidal ve orta yolluk anlamına gelen “vasatîlik”, isterse de maddî ve hissî anlamı olan asıl anlamıyla “vasatîlik” göz önünde bulundurulsun o, gerçekten “vasat bir ümmettir”, tasavvur ve itikatlarında vasattır… Ne maddi her şeyden el-etek çekerek ruhi bir hayat için soyutlanmakta aşırıdır, ne de materyalizmin içine gömülmektedir. O cesedi giyinmiş olan ruh- da veya ruh giyinmiş cesedde ifadesini bulan fıtratın izini takip eder. Bu çift yönlü güç ve imkânlara sahip olan yapıya hakkım her türlü ihtiyaçtan tam anlamıyla verir. Hayatı yükseltmek aynı zamanda hayatı korumak ve sürekliliğini sağlamak için de gayret eder, arzular ve güdüler dünyasında çalışma azmini ifrat ve tefrit olmaksızın gayet mutedil ve dengeli bir şekilde serbest bırakır, harekete geçirir. Bu ümmet düşünce ve şuuruyla vasat bir ümmettir. Bildikleriyle yetinip donup kalmaz aynı şekilde rastgele her bağırıp çağıranın peşine takılarak gülünç bir maymun taklidi ile taklid etmez. Bu ümmet sahip bulunduğu düşünce, yöntem ve esaslara sımsıkıya bağlı kalır, ondan sonra da düşünce ve tecrübenin bütün ürünlerini süzgeçten geçirir, tetkik eder. Onun her zaman için parolası ” Hikmet mü’minin kaybettiğidir, onu nerede bulursa alır” (hadis-i şerif)dir.
“Bu ümmet düzenleme ve organizasyonda da vasat bir ümmettir. Hayatın tümünü duygulara ve vicdana bırakmadığı gibi yalnızca yasalara ve cezalandırmalara da bırakmaz. İnsanın vicdanını irşad ve güzel eğitimle yükselttiği gibi, toplum düzenini de yasama ve gereğinde cezalandırmalarla teminat altına alır ve ikisini de birlikte yürütür. Yine bu vasat toplum insanların her şeyi yönetimin kamçısıyla gerçekleşir diye olayı beklemek noktasında tutmadığı gibi, aynı şekilde vicdanların sesine de havale etmekle yetinmez. Fakat bunların her ikisini de dengeli bir şekilde kaynaştırır.”
“Bu ümmet ilişki ve irtibatlarında da vasat ümmettir. Ferdin kişiliğini ve ferdi tutan esasları ortadan kaldırmaz. Onun kişiliğini toplumun ya da devletin kişiliğinde eritip bitirmez. Bunun gibi ferdi, mütekebbir ve kendinden başkasını düşünmeyen bir bencil olarak da kayıtsız şartsız bırakmaz. Güç ve enerjiler ile güdülerden harekete ve gelişmeye götüren şeyleri serbest bırakır. Ferdin kişiliğini ve yapısını gerçekleştirecek güdü ve özellikleri de serbest bırakır. Bundan sonra da aşırlığa götürecek hallerde de engellerini koyar. Ferdin toplum hayatındaki rağbetini harekete geçirecek şeyleri de hareket haline sokar. Ferdi, topluma hizmet edecek hale getiren yükümlülük ve görevler ortaya koyar; bununla birlikte cemaate de, bir uyum ve ahenk içerisinde ferdin her türlü ihtiyacının teminatı olma görevini yükler.
“Bu ümmet, yayıldığı coğrafi bölge itibariyle de vasat ümmettir. Yer küresinin ortalarında yer almaktadır. Topraklarında İslâm’ın yapılandığı bu ümmet, şu ana kadar doğu-batı, güney ve kuzey bölgeleri arasında odak noktayı teşkil etmiştir ve bu yeri itibariyle hâlâ bütün insanları görmekte, bütün insanlara karşı şahitlik etmektedir. Yer yüzünün her tarafında bulunan insanlara, sahip olduğu zenginlikleri veriyor. Tabiatın meyveleri ruh ve düşünce aksiyonları oradan buraya geliyor, onun kanallarıyla değişik bölgelerin insanlarına gidiyor, ve bu hareketin maddi ve manevi olan kısımları üzerinde bu ümmetin tahakkümü söz konusudur.
“Bu ümmet zanda da vasattır. Ondan önce insanlığın çocukluk dönemi son buluyor. Bu ümmetin ortaya çıkmasıyla akli bakımdan reşitlik dönemine giriyor, ve bu ümmet ortada duruyor, beşeriyete çocukluk dönemlerinden beri bulaşıp kalmış vehim ve hurafeleri silkeliyor. Akıl ve hidayet sayesinde de onu fitneden, karışıklıklardan alıkoymaya çalışıyor. Risaletleri döneminden kalmış ruhi birikimi ile sürekli gelişip duran akli birikimi ahenkli bir şekilde bir arada tutuyor, insanlığı bu ikisinin arasında dosdoğru bir çizgi üzerinde yürütüyor.
“Yüce Allah’ın bu ümmete bağışlamış olduğu yerini almaktan bugün ümmeti alıkoyan tek şey, onun Allah’ın bu ümmet için seçmiş olduğu düzenden uzaklaşıp bunun yerine Allah’ın bu ümmet için seçmediği farklı düzenler kabul etmesi, Allah’ın boyası olmadan değişik boyalarla boyanmış olmasıdır. Halbuki Allah bu ümmetten yalnızca kendi boyasıyla boyanmasını ister.
“Görevi ve rolü bu olan bir ümmet elbetteki bir çok sorumluluklar yüklenecek ve fedakârlıklarda bulunacaktır. Çünkü liderliğin yükümlülükleri vardır. Dünyaya nizam vermenin sorumlulukları vardır. O bakımdan bu ümmetin bütün bunlardan önce imtihan ve iptila edilmesi gerekir ki Allah’a olan bağlılığı ve yalnızca Allah için var oluşu daha bir kesinlik kazansın, dosdoğru liderliğin mutlak itaatına hazır olsun” (Fi Zilâl’il-Kur’ân, Beyrut 1987, I, 131).
Muammer ERTAN