USUL-Ü TEFSİR
Tefsir usûlü ya da İlmu Usûli’t Tefsir, Kur’ân-ı Kerim’in insanlar tarafından anlaşmasına yardımcı olmak üzere onu, insanların zihinlerine, akıllarına yaklaştırma çalışmaları diyebileceğimiz tefsirin ve müfessirlerin prensiplerini, şartlarını ve çerçevesini belirleyen, tarihini tesbit eden ilim veya ilimlerin hepsine birden verilen isimdir. Zaman zaman “Kur’ân İlimleri” (Ulûmu’l-Kur’ân) adıyla da anılmıştır. Hattâ ilk devirlerde Tefsir usûlü yoktur, ulûmu’l-Kur’ân vardır ve bu iki kavram birbiri yerine kullanıla gelmiştir.
Tefsir usûlü, Allah kelâmı olan Kur’ân üzerinde her önüne gelenin beşerî bir takım arzu ve heveslerle Kur’ân lâfızları üzerine yüklenilmesi mümkün olmayan manâlar yüklemeye kalkışması ve böylece manevî bir tahrif yoluna gidilmemesi için ortaya çıkmış ve duyulan ihtiyaç ölçüsünde gelişmiş bir bilim dalıdır. Meselâ Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta iken nasıl onun dışında herhangi bir insanın tefsirine ihtiyaç duyulmamışsa aynı şekilde Tefsir usûlüne de ihtiyaç duyan olmamıştır. Çünkü sahabe-i kirâmın, Kur’ân’ın lâfızlarının delâleti üzerinde herhangi bir tereddüdü veya sorusu olduğunda hemen vahiyle desteklenmekte olan Peygamber’e müracaatla müşkilini halediyordu. Bu yüzden Asr-ı Saâdet’te tefsir usûlü’nün varlığından bile bahsedilmemektedir.
Ama İslâm âleminin sınırları genişleyip Arap olmayan unsurların da İslâm’a girmesiyle H. II. asırdân başlayarak tefsire duyulan ihtiyaç yanında, tefsirin kontrol altına alınması ve dolayısıyla prensiplerinin konulması, bir çerçeve çizilmesi, her önüne gelenin -bu arada sapık bir takım mezheb sâliklerinin kendi mezheblerini tervic eder mahiyette aslı astarı olmayan, herhangi bir ilmî ve şer’î dayanaktan yoksun- bir takım tefsir ve te’villerde bulunmaya kalkışmaması için bir takım ön şartların tesbit edilmesi ihtiyacı da bunun peşinden ve kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla tefsir usûlü’ne ilişkin ilk eserler de, ilkönce tefsirlerin mukaddimeleri şeklinde olmak üzere zamanla müstakilleşerek ulaşabildiğimiz kadarıyla H. III. asırda kaleme alınmış olmalıdır. Aynı zamanda meşhur bir mutasavvıf olan Hâris el-Muhâsibî (öl. 243/857)’nin “el-Akl ve Fehmu’l Kur’ân” adlı eseri bu sahadaki ilk müstakil çalışma olarak takdim edilmektedir. Daha sonraları Ali İbn İbrahim el-Hûfi (öl. 430/1038) tarafından kaleme alınan “el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’ân”ına bu sahadaki ilk eserdir diyenler de vardır.
Oldukça dağınık ve sistematik olmaktan uzak ilk çalışmalardan sonra tefsir Usûlü’nde ilk ciddî çalışma herhalde Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî (öl. 597/1200) tarafından yapılmış olmalıdır. Bu sahadaki “Funûnu’l-Emân fi Ulûmi’l-Kur’ân” (Hasen Ziyâuddîn Itr tahkiki ile Beyrut 1408/1987) ile “Acâibu Ulûmi’l-Kur’ân” (Abdulfettâh Aşur tahkiki ile Kahire) anılan tefsir usûlü çalışmalarının anâ kaynaklarından olması hasebiyle önemlidir. Acâibu Ulûmi’l-Kur’ân ise daha sistematik olup Kur’ân ilimleri onbir bâb’a ayrılarak incelenmiştir. Bundan iki asır sonra ez-Zerkeşî (öl. 794/1392)’nin yazdığı, “el-Burhân tî Ulûmi’l-Kur’ân”da Kur’ân ilimleri 47; Suyûtî (öl. 911/1506)’nin en-Nikayesi’nde 55; et-Tahbîr fi Ulûmi’t Tefsîr’inde 102 ve bu sahadaki en meşhur eser olan el-İtkan fi Ulûmi’l Kur’ân’ında 80; İbn Akîle el-Mekkî (öl. 1150/1737)’nin ez-Ziyâde ve’l İhsân fi Ulûmi’l-Kur’ân adlı eserinde de 150 ilim olarak ele alınıp incelenmiştir (Abdulğafur Mahmud Mustafa Cafer, Dirâsât fı Ulumi’l-Kur’ân, Kahire 1987, s. 49-60; Ali Turgut, Tefsir Usulü ve Kaynaklarr, İstanbul 1991, s.13-43; Mennâ el-Kattân, Mebâhis fı Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire 1981. s. 8-10).
Bu eserlerden sonra zamanımıza kadar ve zamanımızda yazılan tefsir usûlü sahasındaki müstakil eserlerde herhangi bir yeniliğe rastlamıyoruz. Belki bir takım sivriler tarafından, anılan klâsikleşmiş eserlerdeki bazı ilimlerin reddedilmesi veya sınırlandırılması veya inkârı gibi bir takım şâz ve genel kabul görmeyen girişimler söz konusu olabilmiştir.
Bunların dışında tefsîr usûlü sahasında yukarıda anılan eserlerde söylenilecekler söylenmiş, genel hatlar çizilmiş, prensipler oturtulmuştur ve bu yüzden yeni bir şeyler söylemeye aslında pek gerek de kalmamıştır. O halde yapılan ve yapılacak olan belki bu eserlerdeki bilgileri biraz daha sistematize etmek, daha kolay anlaşılır ve istifade edilir hale getirmektir ki genelde yapılan da budur.
Bütün bu çalışmalar İslâm’ın birinci derecede kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’i tahriften korumak, ondan insanlığın istifadesini kolaylaştırmak ve daha yaygın hale getirmek gayesine yöneliktir. Bu hizmeti yanında Kur’ân’a bakış açısını daraltmak ve Kur’ân’ı tefsire girişecek olanların önüne aşılması oldukça zor görünen engeller koymak suretiyle cesaretlerini kırmak gibi bir fonksiyonundan da bahsedilebilir.
Ama asırlar boyu süren tecrübeler, hem de Kur’ân’ı ve İslâm şeriatını bozma veya yozlaştırma çalışmaları karşısında tefsir usûlü âlimlerinin tesbit edip koyduğu ön şartlar da neticede “Bir müfessirde olmazsa olmaz” özelliğine sahip şartlardır.
Bu cümleden olmak üzere bir müfessirin herşeyden önce sağlam ve sağlıklı bir inanca sahip, müttakî bir mü’min olması, tefsire başlarken kendi şahsî arzu ve heveslerinden, indî düşüncelerinden kendini soyutlaması, tefsire ilk önce Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsirle başlaması, onda bulamazsa Hz. Peygamber’in hadislerine ve sünnetine, onda da bulamazsa sahabenin, sonra da tâbiûnun açıklamalarına müracaat etmesi, dil ve edebiyat olarak Arapçayı, Kur’ân’la ilgili usûl ilimlerini çok iyi bilmesi şart koşulmuştur. Son zamanlarda bir müfessirin bilmesi gereken ilimlere tabii bilimler de eklenmiştir.
Bunun yanında tefsir usûlü âlimleri, müfessirin âdâbını da şöyle tesbit etmişlerdir: Kur’ân’ı tefsir edecek kişi hüsnüniyyet sahibi, tefsirden maksadı fesat değil Kur’ân’a ve İslâm’a hizmet olmalı, güzel ahlâk sahibi, İslâm’ın amel ve ibadet yönüne dikkat eden, doğruyu ve güıeli arayan, naklettiği bilgilerde dikkatli, alçak gönüllü, yumuşak huylu, hoş geçimli, izzet-i nefis sahibi, hakkı açıkça söyleyebilen, tekellüfsüz, vakarlı, değerini ve ilmini taşıyabilen ideal bir müslüman olmalıdır. Konuşurken veya yazarken ölçülü, kendisinden daha âlim olanlara öncelik hakkı tanıyıp onlara saygılı olmalıdır (Mennâ el-Kattân, a.g.e., s. 293-296). Ancak bu âdâba ve şartlara riayetten sonradır ki Kûr’ân tefsirinde hata oranı herhalde azalacak, buna rağmen vukubulacak hatalar da beşerî te’viller olarak tescil olunacaktır.
Bedreddin ÇETİNER