TUĞYAN
Haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık; isyan, küfür. “Tuğyan” kelimesi “tağâ” (azdı, taştı, zulmetti) fiilinin masdarı olarak Kur’an’da dokuz yerde geçer. Ayrıca haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar manasında (taği) altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran “şeytan”, “put” ve “kâhin” anlamında (Tağut) sekiz yerde geçer. Masdar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur’an’da toplam otuzdokuz yerde zikredilir.
Hadiste: Hızır’ın öldürdüğü çocuğun (bk. el-Kehf, 18/74, 80) inkarcı bir tabiata sahip olduğu, eğer yaşasaydı ebeveynini “tuğyan”a ve küfre sürükleyeceği (Müslim, Kader, 29; Ebu Davud, Sünen 16, Hadis No: 4705) bildirilmektedir. Yine hadiste malın “tuğyan”ı olduğu gibi ilmin de “tuğyan”ı olduğu bildirilmiştir. Yani ilim, sahibini, şüpheli hususlarda ruhsat kullanması suretiyle, helâl olmayan yollara sevk eder. İlmi dolayısıyla kendisinden aşağıda olan kimselere büyüklük taslar ve mal sahibinin yaptığı gibi ilmiyle amel etmeyerek ilminin hakkını veremezse bu ilmin tuğyanı olur (bk. İbn Manzur, Lisanu’l Arab, “Tağa” md.).
“Tuğyan” ile aynı kökten gelen “Tağut” kelimesi, azgın, insanlara zorla hükmeden kâfir, zorba kişiyi ifade eder.
Kur’an’da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı, “Tağut” da kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş; “müminlerin Allah yolunda savaştıkları” kâfirlerin ise, “tağut yolunda savaştıkları” ifade edilmiştir:
“Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlar (tağut) dır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır” (el-Bakara, 2/257).
“İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise şeytan (tağut) yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır” (el-Nisâ, 4/76).
Kur’an-ı Kerîm’de Âd, Semûd ve Nuh kavmi gibi azgın toplulukların, Allah’ın emriyle yine azgın, köpürüp kuduran tufan; her şeyi yerinden söküp atan “dondurucu rüzgâr” (el-Hâkka, 69/6) ve korkunç ses (sayha) (Hud, 11/67) ile helâk edildikleri anlatılmaktadır. Böylece sanki onlara, amelleri cinsinden bir ceza verilmiştir. Haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana Allah’ın emrine boyun eğen tabii hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde başkaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen “Allah’ın askerleri” tel-Fetih, 48/7) tarafından mağlub ve perişan edilir.
Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, aklını yegane rehber kabul ederek kendini beğenen “bencil” insan bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeğe başladı mı, “tuğyan” içine düşmüş olur: “şüphesiz, insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder” (el-Alak, 96/6).
“İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vahyettiği zaman artık Allah’ı unutur; gerçek kudret, ilim ve dilediğini dileme ve yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah’a ortak koşmaya, nefsini onun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeye girişir. İşte bu hal, tuğyan halidir ve bu tür insanlar da Kur’an’ın diliyle Tağidir” (Ali Ünal, Kur’ân’da Temel Kavramlar, 355-356).
Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: “Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüyle indirir” (eş-Şûrâ, 42/27).
İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan” (Yusuf, 12/5) ve “kötülüğü çok emreden nefis” (Yusuf, 12/53) insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur’an, nefis ve şeytana karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık bulunmalarını emreder. Allah’ın bu uyarısı insanlara olan lütuf ve merhametinin bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır (Kıyame, 75/36). Başıboş bıraksaydı kendi aleyhlerine olurdu; azıp saparlardı. Bununla beraber insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıkları yüzünden iman etmemişlerdir.
Kur’an ‘da “Firavn”, “Tuğyan”ın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları küçük görüyor, onları öldürüyor ve en “kötü işkence”ye maruz bırakıyordu (el-Bakara, 2/49; ibrahim, 14/6). Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; “Mısır ve nehirler” onun mülkü idi: “Firavun milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?” (Zuhruf, 43/51).
O, bunun bir istidrac (küfrünü artıran, cezasını artıran bir imtihan) olduğunu anlayamamıştı. Eğer ona Musa ve Harun gibi iki mübarek Peygamber gidip de “tuğyan”ını hatırlatmasa ve onu Allah’a çağırmasa idiler, belki o Allah’a karşı özür beyan etme sevdasına kapılabilir, “Ya Rabbi bana bir uyarıcı gelmedi ki” diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi; İnsanları köle olarak çalıştırmayı onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabii hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti.
Tuğyanın temelinde “kibir” ve “benlik” yatar. Şeytanın azgınlığınının sebebi kibir ve benlik idi. Bu bakımdan Nisa sûresinin 51. ayetinde “Tağut” şeytan olarak yorumlanmıştır.
Tuğyan kelimesine küfür, şirk ve zulüm olarak iki şekilde mana vermek gerekir:
“Doğrusu şirk büyük bir zulümdür” (Lokman, 31/13). Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, niyeti görmemek ve onu verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir “tuğyan” dır. İman açısından tuğyan içinde bulunan kimsenin uygulama bakımından da “zalim” olması tabiidir. Firavunun tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından “tuğyan” ise “zulüm” ve “haksızlık” tır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek bazı gerekçelerle adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Böyle kişilerin hakkı korkusuzca söyleyen âlimler tarafından uyarılması gerekir. Hadiste böyle zulüm yapan yöneticiye (sultanun cairun) karşı hakkı söyleyen âlim övülmektedir: Cihadın en-üstünü zalim hükümdara karşı hak sözü söylemektir” (İbn Mâce, Fiten, 20).
İslam tarihi, zalim sultanlara ve kötü hükümdarlara karşı gelen güçlü bilginlerle doludur. Çoğu kez bu muhalefet, dil ve kalemden mızrak ve kılıca dönüştü. Tıpkı Abdurrahman b. el-Eş’as ve beraberindeki fakih ve muhaddislerin, Haccac’ın tuğyanına (taşkınlığına) ve Emevî devletinin sapmasına başkaldırmaları gibi.
Medine’nin ünlü fakihi Saîd b. Müseyyeb, Hulefa-i Raşidin’in yolundan gitmeyen, mal-mevki ve nüfuz peşinde koşan Emevi emir ve valilerinin, kendi itibarından yararlanmak için yaptıkları mal ve mevki tekliflerini reddediyor ve onların kötü emellerine alet olmuyordu. Velid b. Abdülmelik’e biatı reddeden Saîd b. Müseyyeb’e 60 değnek ceza vuruldu.
Tabiin dönemi âlimlerinden Saîd b. Cübeyr, Haccac’ın zulmünü önce vaaz ve nasihatle önlemeye çalıştı, bu fayda vermeyince ona karşı ayaklandı ve şehid edildi.
Halife Mansur’un zulmüne boyun eğmeyerek onun gayri meşrû isteklerine alet olmamak için teklif edilen kadılık görevini reddeden Ebu Hanife de işkenceyle şehid edilmiştir (Beyyumi, tuğyana Karşı Ulema, 17 vd.).
Malik b. Enes de Halife Mansur’dan haksızlık ve zulüm gördü. Hz. Ali (r.a) taraftarlarının isyanına fetva vermesi üzerine ona işkence yapıldı (Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi III, 92-93).
Örneklerden de anlaşıldığı gibi “tuğyan” (zulüm), mümin olsun, kâfir olsun, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bir hastalıktır. Yöneticiler bu hastalıktan ancak yanlarına müttaki alim yardımcılar (müşavirler) almak ve adalete sarılmak suretiyle kurtulabilirler. Çünkü mutlak Hakim, Cebbar ve Kahhar olan Yüce Allah adaleti emretmektedir (en-Nisa, 4/58; en-Nahl, 16/90). Adalet, yöneticinin iktidarında uzun süre kalmasını ve adının hayırla anılmasını sağlayan temel bir özelliktir. Zulüm ise bunun tersidir. Zalim bir yönetici kısa sürede iktidarını kaybeder ve herkes tarafından lanetle anılır.
Tuğyan, siyasî iktidarı elinde bulunduran kişilerin sırf kendi iktidarını devam ettirmek ve rakiplerini etkisiz bırakmak için, çevresindeki kötü kişilerin telkin ve tahriklerine kapılarak zulme sapmalarıdır. Onları bu geçici iktidar sarhoşluğundan kurtarıp zulümlerini önleyecek olan, dünya malına ve makamına değer vermeyen gerçek alimlerdir. Yönetici ancak böyle cesur alimlerin uyarı ve tavsiyeleriyle ve sorumluluğunun şuurunda olarak Allah’tan korkmak suretiyle adaleti yerine getirebilir Hz. Ömer’in her gün kendisine: “Ey Ömer Allah’dan kork!” uyarısı yapmak üzere bir kişiyi görevlendirdiğine; zulme sapmaktan korkan bazı yöneticilerin de kendilerine: “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” ikazını yaptırdıklarına tarih şahidlik etmektedir.
Halit ÜNAL