TİN SÛRESİ
Kur’an-ı Kerîm’in doksanbeşinci suresi. Sekiz ayet otuz dört kelime ve yüzbeş harften ibarettir. Fasılası, nun ve mim harfleridir. Mekkî sûrelerden olup Burûc suresinden sonra nâzil olmuştur. Adını birinci ayetindeki “Tîn” (İncir) kelimesinden almıştır.
Katâde ve İbn Abbas’tan yapılan bir rivâyette surenin Medenî olduğu zikredilmektedir. Ancak Mekkî olduğu konusunda müfessirlerin icmaı vardır. Ayrıca, “Ve bu emniyetli şehre andolsun” ifadesi Mekkî olduğu görüşünü doğrulamaktadır. Çünkü “Emniyetli şehir”den kastedilen Mekke’dir (Alûsi, Ruhu’l-Meani; XXX, 173).
Allah Teâlâ, Tîn (incir)’e zeytine, Sina dağına ve emin olan belde (Mekke)’ye kasem ederek insanı her yönüyle güzel ve kâmil bir biçim ve şekilde yarattığını bildirmektedir: “İncire ve Zeytine. Sina dağına ve bu emniyetli şehre yemin olsun ki, Biz, insanı en güzel şekilde yarattık” (1-4). Allah Teâlâ, fizikî ve ruhî özellikleri ile yaratılmış diğer mahluklar arasında seçkin bir makam verdiği insanoğlunu kötülülüğe ve bozulmaya elverişli bir fıtrat üzere yaratmıştır. Şüphesiz Allah, herşeyi güzel yaratmıştır. Ancak insana bütün yaratılanlar arasında özel bir değer vermiş, ona, Rabbine saf bir kalp ile yöneldiği zaman meleklerden bile üstün olabilecek bir kabiliyet vermiştir.
Allah’ın insana verdiği bu kıymet, onun, yaratılışındaki mükemmelliği, fevkalade karmaşık ince cismanî yapısı, başka hiç bir canlıya bahşedilmemiş aklî durumu ve akıllara durgunluk veren ruhî yapısında ortaya çıkmaktadır.
İşte bütün yönleriyle tam bir mükemmellikte yaratılmış olan insan, Rabbinin gösterdiği yoldan sapmalar göstermeye başladığı an onun için, bu en güzel yaratılışta olma vasıflarını kaybetme durumu başlamış demektir. Allah Teâlâ, en güzel şekilde yarattığı ve doğru yolu gösterici peygamberler ve kitaplar göndererek onu dünya ve ahiret nimetleriyle nimetlendirdiği halde nankörlük edip şükretmekten vazgeçer ve kendisine yaratıcısından başka ilâhlar edinerek isyan ederse, ruhî ve manevî yönden aşağıların aşağısına sürüklenir ki bu durumda hayvanların bile düşemeyeceği dereceye düşer:
“Sonra da onu aşağıların aşağısı olan “esfel-i safilîn”e indirdik” (5).
İnsanın en güzel şekilde yaratılıp, sonra da “aşağıların aşağısına” indirilmesinin sebebi ona seçme hürriyetinin verilmiş olmasıdır. İnsan, iyilik ve kötülükten her birini işleyebilme konusunda serbest bırakılmıştır. O, dilerse dünyevî şeylere ve şehevî arzuları tatmin etmeye çağıran nefsine tabi olur ve manevî yönden aşağılara doğru düşer. Dilerse hevasına uymaktan kaçınarak Rabbine yönelir, yaratılışındaki en güzel biçimini muhafaza etmiş ve Allah’ın hoşnut olduğu kullarının arasına girmiş olur. İyiliğe ve kötülüğe tabi olma konusunda insan, dünya hayatında hür iradesiyle başbaşa bırakılmıştır. işte verilen bu hürriyet onu, diğer varlıklardan ayıran bir sorumluluk yüklemektedir. işte bu sorumculuğun bilincinde olmak isteyen kimseler, bir anda kendilerini aşağıların aşağısında bulmaktadır. Allah Teâlâ, bu dereceye düşüp cehennem çukurlarına yuvarlanacak olan kimselere istisna olarak iman edip salih ameller işleyenleri göstermektedir ki bu kimseler, Rableri tarafından sürekli bir kesintisiz bir şekilde mükafatlandırılacaktır:
“Fakat iman eden ve salih ameller işleyenler bunun dışındadır. Onlar için arkası kesilmeyen mükafaat vardır”(6).
Bu gerçekleri dile getirdikten sonra, insana neye dayanarak itaat etmekten yüz çevirdiği sorulmaktadır. Soru, işlemiş olduğu suçlardan dolayı hiç bir mazereti olmayan bir kimseye yöneltilmiş hesap soran bir üsluptadır ki, muhatabın buna vereceği hiç bir cevabı yoktur. Çünkü her şey açık bir şekilde bütün delilleriyle insanoğlunun gözleri önünde serili bulunmaktadır:
“Ey İnsan! Bütün bu hakikatlerden sonra sana dinini yalanlatan nedir?” (7).
Allah Teâlâ, hükmederken adaletle hükmetmektedir. Bu, bütünüyle apaçık olan bir gerçektir ve bunu hiçbir akıl sahibinin inkar etmesi mümkün değildir. O’nun verdiği her hüküm büyük hikmetler içermektedir. Sure bu gerçeği dile getirerek son bulmaktadır:
Allah, hükmedenlerin en güzel hüküm vereni değil midir?” (8). Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz Tîn sûresini okuyup. “Allah hükmedenlerin en güzel hüküm vereni değil midir” ayetine gelince: Evet biz de buna şahidiz ki, O hükmedenlerin en iyi hükmedenidir” desin” (Alusî, a.g.e, XXX, 177).
Ömer TELLIOĞLU