TEKNOLOJİ
Bilimin, insanın dünya hayatını ilgilendiren ihtiyaç ve faaliyetlerini daha kolay, rahat ve pratik karşılamaya yönelik olarak geliştirdiği uygulama usulleri ve aynı gayeye hizmet için geliştirilen araç ve gereçlerin bilgisi. Grekçe, sanat, zenaat anlamlarına gelen “tekhne” ve söz, kelime anlamlarına gelen “logos”un birleşmesiyle meydana getirilimiş olan teknoloji kelimesi eski Yunan’da “sanatlar üzerine konuşma” anlamını dile getiriyordu. Sonraları, bilimlerin uygulamaya yönelik sonuçlarını ve bilimsel araştırma sonucu geliştirilen metod ve alet bilgilerini ifade eden bir kavram haline geldi.
İnsanoğlu başlangıçtan itibaren alet yapan ve alet kullanarak sonuç alan bir mahluk olmuştur. Ağaç ve taş gibi materyaller ilk aletlerin başlıca malzemeleriydi. Ateş yakmanın öğrenilmesi, kilin pişirilme tekniğinin icadı, tekerleğin, ok ve yayın ortaya çıkışı, taştan yapılma el değirmeninin ve daha sonraları maden işleme sanatının devreye girmesi, denizlerde yelken kullanımının öğrenilmesi, cam imali, vida, makara ve kaldıracın icadı ilkçağların belli başlı teknolojik gelişme merhalelerini temsil eder. Orta çağda ipek işleme sanatı, demir döküm sanatı, barutun öğrenilmesi, porselen sanatı, pusulanın kullanılmaya başlaması; XIV. asırda ilk saatlerin ortaya çıkışı ve XV. asırda matbaanın icadı başlıca gelişmelerdir. 1712’de buhar makinesinin icadı önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Kol gücü, hayvan, su ve rüzgar gibi enerji kaynaklarının yanısıra buhar enerjisi, sanayinin temel mekanik kaynağı haline gelmiştir. Buharlı gemi (1807) ve buharlı lokomotif (1825) ulaşım sektöründe devasa gelişmelerin başlangıcı oldu. Faraday’ın 1831’de elektrik ile magnetizma arasında münasebetleri ortaya çıkarması, dinamonun ve elektrik motorunun icadını hazırladı. Daha sonraları benzin ve dizel motorlarının geliştirilmesiyle otomobil (1860- 1900) projeleri gerçekleşti. Demir-çelik ve pamuklu mensucat sanayilerindeki büyük gelişmeler ile 1827’defotografın, 1837’de elektirikli telgrafın, 1876’da telefonun icadı sanayi devrimi süresince gerçekleşen icadlar zinciri içindeki yerlerini aldı.
XX. yüzyıl teknolojide çok hızlı ve yoğun gelişmelere sahne oldu. 1901’de radyonun, 1907’de elektronik lambanın icadı, daha sonra televizyonun geliştirilmesi içinde bulunduğumuz yüzyılın olaylarıdır. Bu asırda bir tarafta tıp ve farmakoloji sahasında önemli gelişmeler ortaya çıktı. Vitaminler belirlendi, penisilin ve antibiyotikler icat edildi, radyo-terapi teknikleri geliştirildi. Diğer taraftan termo-nükleer ve konvansiyonel silahlar sahasında dehşet verici sonuçlar alındı. 1947’de transistörün bulunmasıyla elektroniğin her branşında önemli bir yoğun gelişmeler oldu. Bu aynı zamanda bilgisayar konusundaki büyük ilerlemenin de başlangıcını oluşturdu. İnsanlı ve insansız uzay uçuşları, Ay’a insan gönderilmesi (1969) içinde bulunduğumuz asrın olaylarıdır. Gene bu asırda, genetik mühendisliği sahasında pek çok tartışmalara yol açan önemli adımlar atıldığı gözlenmektedir.
Teknolojinin gelişmesi, mal ve hizmet üretiminin yeni usul ve araçlara kavuşması ve netice itibariyle sanayide ilerleme demektir. Bu ise, üretimin yeniden organize olmasını, tüketimde yeni ürünlere uygun ihtiyaç anlayışlarının teşekkülünü ve sosyal ilişkilerin bu modellere göre yeniden ifade edilmesini doğurur. İnsan için ihtiyaç kavramı esasen değişken ve göreceli bir kavramdır. Medenî ve kültürel bir ortamın varlığı olan insan için en hayati ve zarurî olan ihtiyaç konuları bile sürekli değişebilen fantazilere mazurdur. Söz gelişi, gıda, temel beşerî ihtiyaçlardandır. Ancak gıdalanmanın insan için söz olan medenî ve kültürel bir boyutu vardır. Doğada mevcut meyve, sebze ve et insan tarafından mutfak kültüründen geçirildikten sonra bir de sofra kültürüne konu edinilerek tüketilir. Gene, barınma temel ihtiyaçtır; ama, insan için bu, ihtiyaç mimar ve dekoratif unsurları kapsayan teknik ve estetik bir yığın komplike mülahazalarla şekillenebilen sosyal ve ekonomik bir çözüme bağlanmıştır.
Hemen bütün medenî ve kültürel olguların bir teknolojik boyutu vardır. İşin bu cephesi her zaman değişmeye ve yeniden yapılanmaya maruz kalabilmektedir. Bu fiilî bir realitedir; her zaman canlı olan bir fenomendir. Müminin de, kâfirin de şu veya bu şekilde katıldığı; bütün beşeriyeti ilgilendiren global bir olaydır.
Temelinde insanın akıl ve bilgi ile donatılmış olması vardır. Tabiat, ona teşhir edilmiştir. Çevresine hakim olma, ona biçim verme ve değiştirme yeteneği ile mücehhez kılınmıştır. Bazen rahmanî, bazen de nefsanî ve şeytanî saiklerle bu yolda hep çabalamış; hemen hemen sürekli keşiflere nail kılınmış ve hep yeni yeni icadlarda bulunmuştur. Taş üstüne taş koyarak medeniyet kültürünü inşa etmiş ve bugünkü düzeyine ulaştırmıştır.
İnsan, davranışlarının sonuçlarını bir noktadan sonra hesap edemez. Tahminlerde bulunsa bile yanılabilir. Kaldı ki, bütün sonuçlarını aklınca hesaba kattığı teşebbüs ve davranışları zaten azdır. Sonuçları kontrol edebildiği haller ise çok nadirdir. Meselâ, çevre kirliliği, sanayinin ve teknolojinin bir sonucudur. Bu konuda uzun yıllar tedbir alınmasını akla dahi getirmeyen sinsi bir birikimle bugünün çıkmazlarına gelinmiştir. Bunun gibi, bütün dünyayı elektronik serpintiye maruz bırakan, millî hudutları tanımayan, hiç bir hukuk ilkesi ve devlet gücü ile kontrolü yapılamayan uydu yolu ile yayıncılık vakıası da bugün adeta evrensel bir ifsad kaynağı haline gelmiştir. Gene, teknolojinin eseri olan çağdaş harb sayaninin ve Hiroşima ve Nagazaki’de yaşanan termonükleer faciaların çok daha dehşetlisinin halen dünya gündeminde aktüalitesini koruyor olmasını da ayrıca hatırlamak gerekir.
İnsanoğlu, bütün sosyal, ekonomik ve medeni konuları olduğu kadar ve aynı öncelikle, teknoloji ve sanayi vakıasını da insan hayatı ve toplum açısından bir değerlendirmeye tabi tutmak ve global bir vakıa olan bir süreci İslâm’ın itikadî ve amelî değerler bütünü açısından yorumlamak durumandadır. Bu vadide şöyle düşünmek mümkündür: Teknoloji iki kenarı da keskin olan kılıç gibidir. İnsan elinde hayra da, şerre de hizmet edebilen bir araçtır. Netice itibariyle dünya hayatının bir türevi; onun bütün yapısal özelliklerini, hayra da şerre de kullanabilecek yatkınlıkta olan bünye hususiyetlerini bir başka düzeyde yansıtan ve sürdüren bir vakıadır. Şu halde bu yapısal hüviyetiyle o, insanlığın önünde başlı başına bir gaye ve bir değer olarak algılanmamak gerekir. Gaye edinilmesi gereken ve değer ifade eden husus, her şey gibi, teknoloji ve sanayinin de “maruf” üzere kullanılması ve “münker”e alet edilmemesi olmalıdır. Sanayiinin organizasyonunda firma rekabetlerine ve reklamlara, ürün ve hizmetlerin kalitesinden israfa meydan verilmemesine; fıtrata ve doğal dengelere son derece saygı esasının gözetlenmesinden, çevreye zarar vermemek hususunda azamî titizliğin gösterilmesine kadar.
İnsan hayatında iman, ibadet ve salih amel esastır. Teknolojik ve sınaî gelişmeler bu esası unutturur veya gölgeler de ön plana çıkıp başlı başına bir gaye hüviyetinde beşerî yönlenişin ana konusu haline gelirse küfre, şirke, nifaka ve ahlâkî redaete hizmet etmekten başka bir fonksiyon icra etmiş olmaz. O zaman, onun meydana getireceği tahribatın haddi ve hesabı düşünülemez. İnsan ilgisinin dünyaya yönelmesi ve ona saplanıp kalması ile sonuçlanan; insan dünya hayatını hiç bir zaman bir sonu ve hududu olmayan bir yığın fantazi ve teferruatla dolduran ve suni ihtiyaçlar icad eden bir teknoloji aslında onun hayatını güçleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Oysa, İslâm, insanın iman ve teslimiyet yoluyla dünyaya dönük ilkel alâkalarını aşmasını ve onu sürekli denetim altında tutmasını telkin etmekte; ibadetler bu espri içinde anlam taşımaktadır. O, teferruata ve sunî ilgilere değil, basit fakat temel ihtiyaçlara önem verir; fantazileri değil sadeliği tavsiye ve telkin eder. Manevî kültürün zenginliğini hedef aldığı için maddeye olan bağımlılığı da açıkça kınar. Tarih boyunca, mümin ve muvahhid insanların ve onların ümmetlerinin genel bir eğilim olarak teknolojik hamleler ve gelişmeler karşısında bir parça çekimser ve muhafazakâr temayüllü oluşları bir vakıa teşkil ediyorsa; bunun sebebini manevî kültüre öncelik veren bu ana tavırda aramak lazımdır. Onlar bu konuda tarihî süreç içinde belki fazla aktif gözükmeyen, fakat denetleyici ve değerlendirici çok önemli bir misyonu yerine getirmişlerdi.
Şu gerçeğe dikkat etmek lazımdır: Dünyaya gelen her insan, medenî ve teknolojik birikimin belirli bir noktasında yaratılmakta ve o noktada mevcut medenî ve teknolojik sonuçları reel birer veri olarak algılamak ve devralmak durumunda bulunmaktadır. Bunun da ötesinde, onun hayatı süresince olgun insan olarak bizzat şekillenmesine katılmadığı pek çok teknolojik gelişmeler vuku bulmakta; fakat o, bütün bu gelişmelerin sonuçlarından da haliyle etkilenebilmektedir. Şu halde, teknolojik ve sına birikim, onun kendi dışında, hayatı için mizansen teşkil eden bir ortam; mukadder bir zemin oluşturur. Tıpkı, dünyaya geldiği zaman kendisini içinde bulduğu doğal (coğrafi) çevre ve kendisini kuşatan ekonomik, sosyal ve tarihî şartlar gibi. İman şuuruna kavuştuktan sonra nasıl onları yorumluyor, değerlendirmeler yapıyor, seçiyor ve tercihlerini ortaya koyma gayretine girişiyorsa, aynı şeyi teknoloji ve sanayi konusunda da yapacaktır. Çünkü o, yaratılışta kendisine verilmiş olan yetenekleri ile sadece teknolojiyi üreten bir mahluk değil, muhakkak ki, ondan daha önemli bir vasıf itibariyle, itikadî ve fıkhî anlamda tavır alma kabiliyeti ile de mücehhez kılınmış olan bir yapının sahibidir.
Mahmud Rıfat KADEMOĞLU